Köyde baba yurdundayım. Yine bir yaz mevsimi yaşıyorum doğduğum topraklarda. Nasıl da geçiyor zaman. Su gibi derler ya, aynen öyle!.. Dağlar, dereler, çayırlar yerli yerinde. Kuşaklar değişiyor sadece. Adı üstünde yalan dünya. Bir zamanlar amcalar, dayılar, teyze ve yengeler ve anne-babam vardı yanı başımda, yakınlarımda. Yoklar şimdi onlar!

 

         Az önce fasulyelerimizin ürün vermeye başladığı küçücük bahçemizi dolaştım. Her ne kadar üç kez çapa yaptıysak da yağan yağmurlarla yeniden hızla boy atan otları temizledim. Şimdi dinlenme zamanı. Evin arka ayvanında yerimi aldım. Elimde, 20. Yüzyıl Türk Şiiri Antolojisi… Birkaç şiir okumadan önce doğanın şiirini teneffüs etmeli…

 

         Görüş alanımın sağ tarafındaki yamaç alabildiğince yeşilin sadece bölgemize has tonlarının sergilendiği iğne yapraklı orman denizi… Alabildiğine yeşil ve gür köknar, ladin ve sarıçam ormanı uzanır doğudan güneye doğru… Ağaçların 4-5 katı yükseklerde kartallar geniş daireler çizerek uçuyorlardı. Hemen önümde renk renk çiçeklerle bezeli yeşil çayırlar olabildiğince sessiz. Çayırların ilerisinde kırlar… Benim en sevdiğim çocukluk anılarımın saklı olduğu yerler. Ve ta uzaklarda, kuzeyden doğuya farklı yükseltilerle Cin Dağları…  Dağların etekleri vahşi görünümlü derin vadilerle ve bakir ormanlarla kaplıdır.  Kuzeyden batıya doğru kırık araziler ve arazilere serpilmiş köyler görüş alanımda. Daha da ötelerde Gürcistan…

 

         Dağların eteklerinde doğa harikası köyümde yaz mevsiminin güzellikleri içinde olmak tanımsız bir mutluluk. Sıra şiir dünyasına geçme vakti. Önümdeki masadan kitabı henüz almıştım. Telefonum müsaade etmedi sayfaları aralamama. Gürsel’di arayan, dayımın oğlu. Ta uzaklarda, İzmit’ten arıyordu beni. Hal hatır sorma faslını geçtikten sonra anlatmaya başladı sevgili Gürsel’im. Severim kendisini. Sıcakkanlı, içtenlikli bir akrabadır.

 

         “… ağabey, oğlum İzmit’in öteki ucunda bir liseye kayıt yaptırma hakkı kazandı!”

 

         “ İyi hoş, ne güzel! Kutlarım Olgun’un başarısını.” Dememe kalmadı.

 

         “Ağabey, bildiğin gibi değil! Gidip okulu gördüm. İnan bana, hemen girişteki salonda üzerlerindeki katmanlaşmış tozdan yazıları okunmayacak kadar eski levhalar vardı! Sınıflar bakımsız, badanasız!..” Gürsel’in kaygılarını anlıyordum.

 

         “Peki, ne yapabilirim, nasıl yardımcı olurum sana yakışıklım!”

 

         “Zamanını fazla almak istemem ağabey, sen üç çocuğunu okuttun. Öğretmensin! Bana ne önerirsin? Oğlumun kaydını bu liseye yaptırayım mı, yoksa özel bir liseye mi göndersem?” Bir an gerilere gittim. Hafızamın derinliklerinde okulculuk konusunda ne çok birikimler vardır.

 

         Dayım, Cilavuz Köy Enstitüsü çıkışlı bir öğretmendi. Öğretmenlerimin ve dayımın anılarını dinlemek en güzel romanların ruhumda bıraktığı bedii zevkten daha da hoştur. Onlar, ülkemizin eğitim-öğretim tarihinin canlı tanıklarıdır. Dayımın,1940 yılında öksüz bir çocuk olarak anneannemin elini öpüp Cilavuz’a (Susuz) gidiş serüveni akla ziyan bir destandır.  Yürüyerek giden adamlarla önce Ardahan’a ve O’radan da eski bir kamyonun kasasında Cilavuz’a gidişi… Lakin okula kavuştuğunda; devletin öğrencileri nasıl kolları altına alıp yetiştirdiğini anlatırken o günleri yeniden yaşardı adeta. İlkokulda okurken babasını kaybetmiş dayım. Komşu bir köyden olan ilkokul öğretmenim de çobanlıktan kaçıp dayımın okulunu bitirdiğini, okulundaki örnek disiplini, saygın öğretmenlerini anlata anlata bitiremezdi.

 

         Ortaokulu bitirince en kısa yoldan tahsil yapmanın yolu öğretmen okuluna gitmekti. Hele yatılı olan Trabzon’daki okul kazanılırsa üç yıl sonra maaş alan öğretmen olmak ilk gençlik hayallerimizin süsüydü! Ortaokulda okuyan dar gelirli köy çocuklarıydık. Hepimiz aynı hedefe kilitlenmiştik. Bir de Sağlık Koleji seçeneği vardı  erkenden hayata atılmak için.

 

         Yetmişli yıllara yaklaşıyorduk. Dershane olgusu girmemişti yaşantımıza. İki sınavda başarı gösteren Öğretmen Okulu’na yatılı olarak girebiliyordu. Aynı yolu ben de kat ettim.

 

         Gürsel’in sorusuna yanıt vermeme sıra gelmedi. Anlatacaklarım var daha… Köy öğretmenliğim bitti. Yıllar sonra İzmit merkez okullarının birindeydim. Çocukları üniversite sınavına girmiş arkadaşlarım vardı. Zehra öğretmenim anlatmıştı:

 

         “Ortaokul ve lise yıllarında oğlumun dershanesi için ödediğim parayla rahat bir daire alırdım!” Ben de aynı yollardan geçtiğimi söyledim. Kısa sürede bu kadar teferruat nasıl düşünülür denirse. “Aşk ağlatır, dert söyletir.” derler.  Çocuklarımızın saygın üniversitelerde okutma aşkıydı bizi ağlatan. Derdin ne olduğu belli artık, söylemeye ne hacet!

 

         “Sevgili Gürsel, ekonomik düzeyinin ne olduğunu bilmiyorum. Yarın çocuğunun iyi bir üniversite bitirip hemen iş bulmasını istersin elbette… ”

 

         “Haliyle ağabey!”

 

         “Zaman kaybetmene gerek yok. Mali durumunu iyice zorlayıp İzmit’in en başarılı olduğunu bildiğin özel okula kayıt yaptır. Pişman olmazsın! Özel okulların bünyesinde dershaneler olduğunu da biliyorum. Gerekirse dershaneden de yararlanma seçeneğini de hesaba katacaksın. Bu diyardan gidemeyeceğimize göre deve güdülecek sevgili Gürsel…” Önerimi kabul gördü. Başkaca da akılcı seçenek yoktu.

 

         Uzun söze ne hacet! Olgun, şimdi saygın bir üniversitenin iyi bir fakültesinde son sınıf... Gürsel de durumdan memnun.

 

         “İnsan düşünen bir varlıktır.” Düşünmeden edemiyoruz! Cumhuriyet, kuşakların bilgi ve kabiliyetine göre eğitim-öğretim hizmetlerinden yararlanmasının yollarını açtı. Dershanecilik olmadığı yıllarda bizlere yatılı okullarda okuma olanağı tanınıyordu. Sınav kazanan öğrencilere devletimiz, özellikle Öğretmen Okulları, Sağlık Koleji benzeri okullarda parasız yatılı okuma olanağı sağlıyordu. Ekonomik yönden yeterli olan ailelerin çocukları da yüksekokullara dershane rahlesinde maddi manevi yükümlere girmeden girebiliyordu.

 

         Yıllarca çocuklarımızın eğitimi için dershanelerle tanıştık. Dar olanaklı mali kaynaklarımızın çoğunu dershanelere harcamak zorunda kaldık. Günümüzde çocuklarımızın üniversite sınavlarında başarılı olmaları için liselerimizde aldıkları eğitim yeterli olmuyor! Neden? Oysa cumhuriyetin öngördüğü eğitim-öğretim modelinde öğrencileri okullarda yetiştirmek, yeterliliklerine göre de yüksekokullarda öğrenim görme ilkesi vardı. Nereden nereye geldik(!)

 

 

 

        

( Nereden Nereye başlıklı yazı sahara tarafından 7.01.2021 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.