Serbest Kürsü / Anı

Eklenme Tarihi : 7.12.2020
Okunma Sayısı : 1763
Yorum Sayısı : 0


                                                                                  M.NİHAT MALKOÇ

 

Ölüm nihai kaderimizdir. Tüm insanlar bu ölüm durağına uğramak zorundadır. Öyle veya böyle muhakkak bir gün ölüm yolcusu olacağız. Nitekim Cenab-ı Hakk, Nisa Suresi’nde şöyle buyuruyor: “Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile.” (Nisa Suresi, 78. Ayet)

Dünya bir mezradır. Peygamberimizin deyimiyle, “Dünya ahiretin tarlasıdır.” Bu tarlaya ne ekersek onu biçeceğiz. Hiç kimse ebediyen kalmayacaktır bu fani âlemde. Rabbimiz bu hakikati Enbiya Suresi’nde şöyle zikrediyor: “Senden önce hiçbir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?... Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de, hayırla da deneyerek imtihan ediyoruz ve siz bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya Suresi, Ayet: 34–35).

 İnsanlar ölümü düşünmemek için eğlence ve zevk âlemine sığınıyorlar. Oysa gerçeklerden kaçılmaz. Ölümden ne kadar kaçarsanız kaçın, o sizi takip edecektir. Âlemlerin Rabbi Allahü Tealâ bu konuda şu çarpıcı ifadeleri zikrediyor: “De ki: Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)’a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cuma Suresi, 8. Ayet)Bu ayet-i kerimeler ölüm konusunda çok hassas olmamız gerektiğini hatırlatıyor bize. Her an hazırlıklı olmalıyız ölüme…

Ölüm insanlık tarihi boyunca güncelliğini hep muhafaza etmiştir. Bundan sonra da güncel olmaya devam edecektir. Çünkü ölüm ölmüyor. Melekü’l-mevt daima canları kabzetmekle meşgul… Azrail ruhları ölümsüzlüğe taşıyor. Daha doğrusu ölümsüzlük diyarına bilet kesiyor. Hepimiz bu gişeye er geç uğrayacağız. Bu gişeye giden yollar çok değişiktir. Fakat bütün yollar ölüm kavşağına varır. Ölüm vakti gizlidir; iyi ki de öyledir. Bu an gizli olmasaydı, insanlar korku ve telaş içinde yaşarlardı. Sebepler ölümü sevimli kılıyor.

Yiğit dava adamı Ali Metin Tokdemir de Allah’ın emrine uyup genç yaşında Hakk’a yürüdü. Bilindiği gibi kıymetli insan Ali Metin Tokdemir 8 Aralık 1995 günü Gümüşhane-Trabzon karayolu üzerinde geçirdiği elim bir trafik kazası sonucu Allah’ın rahmetine kavuşmuştu; dünyayı arkada bırakıp Yaradanına sığınmıştı. 11 yıldan beri aramızda yok…

Ülkücü camianın efsanevî isimlerinden olan A. Metin Tokdemir, 21 Haziran 1959 yılında Kelkit’te doğmuştu. İlk ve orta öğrenimini Anadolu’nun çeşitli yerlerinde tamamlayan Tokdemir, Eskişehir İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nden mezun olmuştu. Tokdemir çalışkan ve mücadeleci bir dava adamıydı. Otuz altı yıllık kısa ömründe çok büyük işler yaptı. Siyasete küçük yaşlarda giren bu muhterem insan, Ülkü Ocakları, Ülkücü Gençlik Derneği ve Ülkü Yolu Derneği’nin Aydın şubesinde görev yaptıktan sonra Eskişehir Ülkü Ocakları Başkanlığı’na getirildi. Üniversite yılları siyasetle iç içe geçti.

Merhum A. Metin Tokdemir Türk-İslam ülküsünü rehber edinen ve aksiyon haline getiren kâmil bir insandı. Küçük politikalar onu tatmin etmiyordu. Büyük düşünüyordu. Onun için de küçük ve çıkarcı politikalara alet olmuyordu. Bencillik denen manevî hastalıktan çok uzaktı. Kendini Allah ve Resulü Ekrem’in davasına adayan Tokdemir, yaşadığı müddetçe Allah rızası için gecesini gündüzüne katarak çalışmıştır.

Davasına yönelik görevlerini harfiyen yerine getiren A. Metin Tokdemir, Türklük âleminin lideri merhum Alparslan Türkeş tarafından Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı’na getirilerek ödüllendirilmiştir. Pek çok üstün meziyetlere sahip olan Tokdemir, Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevini başarıyla yürütmüştür. Bu süre içinde küfrün bütün oyunlarını bozan Tokdemir, ülkücü gençliğin oluşmasında aktif roller üstlenmiştir.

A. Metin Tokdemir, Mevlana’nın ifadesiyle, olduğu gibi görünen, göründüğü gibi olan, ilmiyle amil bir müslümandı. İnançları için tüm zorluklara göğüs geren Tokdemir, azimli ve cesaretliydi. Çok güçlü bir hitabeti vardı. Kitleleri arkasından sürükleyecek maharetlere sahipti. Ömrü yetseydi Türkiye onu çok konuşacaktı.

Cesur dava adamı A. Metin Tokdemir, sözden çok, yaşantısıyla davasını savunmuştur. Yaşadıklarıyla gençlere örnek olmuştur. Anlattıklarıyla yaşadıkları asla çelişmemiştir. O iman, aşk, aksiyon ve karakter adamıydı. Kendi milletini ‘efendi’, diğer milletleri ‘köle’ gören anlayışa karşıydı. Bütün insanlığın, İslam âleminin ve Türk dünyasının gerçek bağımsızlığını arzuluyordu. 19–20 Ocak 1990 tarihlerinde Azerilerin Bakü’deki Azatlık Meydanı’nda Rus tankları altında ezildiği sırada, Türkiye genelinde düzenlediği Organize Tel’in Mitingleri’yle Türk milletinin gönlünde taht kurmuştu. Onun bu hareketi geniş kitleler tarafından desteklendi. Onun sayesinde Türk soydaşlarımız, haklı davalarını geniş platformlarda duyurabilme imkânına kavuştular. Tokdemir’in bu örnek hareketleri soydaşlarımızın mücadele gücünü ve azmini artırdı.

Bunun yanında onun Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yaptığı dönemde Bulgaristan’daki Türk soydaşlarımıza değişik işkenceler yapılıyordu. O, bu olayların üzerine yiğitçe gitti. Bulgar zulmünü Türkiye gündemine oturttu. Onun sayesinde pek çok soydaşımız rahat bir nefes aldı. Bazıları ise Türkiye’ye sığındı.

Tokdemir aydın bir insandı. İyi bir kültürel altyapısı vardı. Her fırsatta kitap okurdu. Özellikle siyaset teorileri ve analizleri üzerinde engin bir bilgi birikimine sahipti. Olayları çok iyi analiz etme becerisi vardı. Bunu hem çok okumasına, hem ileri görüşlülüğüne hem de tecrübesine borçluydu. Türk-İslâm ülküsünün içeriğini fevkalade bilir ve gençlere aktarırdı. Sıradan sloganlardan ve içi boş ifadelerden haz almazdı. Ülkücülerin aydın insanlar olması gerektiğine inanırdı. Bunu sağlamak için ocak seminerlerine ağırlık verirdi. Türk-İslâm Sentezi ifadesini sevmezdi. Onun yerine Seyyid Ahmet Arvasi’nin eserine de ad olan ‘Türk-İslâm Ülküsü’ tabirini kullanırdı. Sentez, yalından karmaşık olana, külliden cüziye, zorunludan olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünme biçimi, bireşim ve terkip demektir. Oysa ülkücülerin davası İslâm’ın ta kendisiydi. Bunu sentezi olamazdı.

Ali Metin Tokdemir müthiş bir enerji sahibiydi. Ülkemizi Edirne’den Kars’a Sinop’tan Anamur’a kadar baştanbaşa dolaşmıştı. Fakat onun yaptığı turistik gezi değildi. O insanların mefkûre sahibi olması için çabalıyordu. Gençlerin çağın bataklığına düşmemesi için uğraşıyordu. Türklüğün zilletten kurtulması için koşuşturuyordu. Etkili hitabetiyle kitleleri heyecana sevkediyordu. Vücut dilini çok iyi kullanıyordu. Hakikat adına bildiği ne varsa, yerinde ve zamanında olmak kaydıyla, onu gönüldaşlarıyla paylaşıyordu. Tabir caizse o bir deryaydı. Fakat zaman o deryadan fazlaca nasiplenmemize müsaade etmedi.

Türklüğe ve Müslümanlığa hizmet edenlerin yanındaydı hep… Tarihî kişiliklerin unutulmaması için gayret sarfediyordu. Bu davaya hizmet edenlerin hatırlanması gerektiğine inanıyor, ülkünün temel taşlarının nisyan bulutları içerisinde kaybolmaması için çırpınıp duruyordu. Onun vefası meşhurdu. İnsanların vefasızlığını içine sindiremiyordu.  Bununla ilgili olarak söylediği şu söz ne kadar manidardır: “Ahde vefasızlık imansızlıktır.” Bu söz sanırım bu husustaki her şeyi ifade etmek için yeterlidir. Yine onun “Unutmak tükenmektir” veciz sözünü hatırlatmadan geçemeyeceğim. Bununla alakalı olarak her yıl Mayıs ayının son haftasının “Ülkücü Şehitler Haftası” olarak kutlanması fikri ondan gelmişti.

‘İnsan ektiğini biçer’ derler. O, vefa ekmişti yaşadığı müddetçe… Ülkücüler onun ektiği tohumları yeşertti. ‘Ali Metin Tokdemir’ bir abide şahsiyet olarak milletin hafızasına kazındı. Onunla ilgili olarak makaleler, ağıtlar ve kitaplar yazıldı. Önder Karayılan’ın derlediği “Ve Metin Tokdemir” kitabı da bunlardan biridir. Ülkücü kesimin çok sevdiği sanatçılardan Mustafa Yıldızdoğan A. Metin Tokdemir’in ölümünden sonra kendisi tarafından yazılan aşağıdaki şiiri besteleyerek ‘Sevmeyen Bilmez’ adlı albümünde seslendirmiş, onun müzik yoluyla da hatırlanmasına katkıda bulunmuştur:

“Dosdoğruydu ok Tokdemir,
  Zafer geldi yok Tokdemir,
  Senin suladığın güller
  Yeşerdi bak, bak Tokdemir.

 

  Sevda Metin, yürek Metin,
  Yollar yokuş, yollar çetin
  Sen vuslata erdin amma
  Nesilleri sarar methin.

  Ömrü çileyle bilendi,
  Pes etmedi hep direndi
  Garip dostu dağ gönüllüm
  Hem yiğitti hem erendi.”

Merhum Tokdemir, milletiyle bütünleşen örnek bir şahsiyetti. Ülkemizin sosyal, ekonomik ve kültürel meseleleriyle ilgilenen ve bu konularda kafa yoran bir insandı. O toplayıcı ve birleştirici bir karaktere sahipti. Türk-İslam ülküsüne gerçekten inanmış ve aşkla bağlanmıştı. Şahsî menfaatlerini, davanın ruhuna engel teşkil edecek derecede öne sürmeyen ve hak bildiği yolda yürüyen Tokdemir, sadece davasının başarısını düşünmüştür. Öldüğünde eşine ve minik yavrusuna bir ev bile bırakamamıştır. O sabırlı, azimli, ahlâklı, basiretli, disiplinli ve kültürlü bir insandı. Bu özelliklere sahip olan Tokdemir, davasının ‘A Takımı’ndandı. Yani birinci derecede öncelikli meziyetlere sahipti.

A. Metin Tokdemir’in davası ‘İlay-ı kelimetullah’ ve ‘Nizam-ı Âlem’ düşüncesini cihana hâkim kılmaktı. İnandığı davasından zerre kadar taviz vermeden, ‘Nizam-ı Âlem’ ve ‘İlây-ı Kelimettulah’ uğrunda Anadolu’yu adım adım dolaşarak verdiği dizi konferanslarla Ülkücü Hareket’e ivme, heyecan ve şuur kazandıran A. Metin Tokdemir, bir ara Türk Ocakları Genel Merkezi’nde, Türk Cumhuriyetleri’nden gelen öğrencilerin koordinasyonu görevini üstlendi. Çünkü O, çok hamiyetli bir kişiydi. Özellikle Türk soydaşlarımızı tutku derecesinde seviyordu. Onların esareti yüreğini dağlıyordu.

Merhum Tokdemir, Türkiye genelindeki konferanslarında millet ve milliyet gerçeklerini geniş kitlelere aktarmıştır. Milliyetçiliğiyle şeref duyuyordu O…. Bazılarının düşünmeden, hesapsız kitapsız bir şekilde kınadığı milliyetçilik anlayışı gerçekte dinimizce de yasaklanmamıştır. Yasaklanan ırkçılıktır. Onu biz de tasvip etmiyoruz zaten… Biz Türk milletinden ve İslam ümmetinden olmakla gurur duyuyoruz. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruluyor: “Ey insanlar, biz sizleri bir erkekle, bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi şubelere, ırklara, kavimlere ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki, Allah yanında en şerefliniz takvada en ileri olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat S. 13. Ayet)

Yine mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de: “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.” buyrulmaktadır. (Rum Suresi, Ayet: 22) Bu arada şanı yüce peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) mübarek sözleriyle İslam ve milliyet kavramlarına açıklık getirmiş ve ırkçılığı reddederken milliyetçiliği yüceltmiştir: “Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz. Kavmin efendisi, kavmine hizmet edendir. Soyunu inkâr edene Allah, melekler ve insanlar lanet etsin.” Merhum Tokdemir bu gerçekleri her fırsatta dile getirerek, yanlış anlaşılmaların üzerine gitmiştir. Hakikatlerin tersyüz edilmesine izin vermemiştir.

Merhum A. Metin Tokdemir, Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevini müteakip, sırayla Yeni Düşünce, Ortadoğu, Milliyetçi Çizgi ve Hergün gazetelerinde köşe yazarlığı, Yazı İşleri Müdürlüğü ve Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu. Onun diğer gazeteci ve yazarlardan farkı, yazdığını yaşaması, yaşadığını yazmasıdır. Bu konuda realist bir tavır içerisindeydi.

Sevgili A. Metin Tokdemir engin bir birikime sahipti. Bu tecrübelerini TBMM’ye taşıyarak Türk milletinin istifadesine sunma niyetindeydi. Bunun için 24 Aralık 1995 seçimlerinde Gümüşhane’den milletvekili adayı oldu. MHP’den milletvekilliğine talip olan Tokdemir hızlı bir propaganda faaliyetine girişti. Ölümünden birkaç gün önce, Gümüşhane Dumlupınar İlköğretim Okulu salonunda düzenlenen gecede şu ifadelere yer veriyordu. Bu sözler onun ağzından duyduğum son sözlerdi:

“Biz Türk-İslam ülküsünün erleriyiz. Davamız hak ve hakikat mücadelesidir. Amacım yıllardır unutulan ve hizmetten mahrum bırakılan Gümüşhanelilerin haklarını savunmaktan ibarettir. Nasip olur da Meclis’e girebilirsem, Türk milletinin menfaatlerinin takipçisi olacağım. Milletimizi ezilmişlikten ve itilmişlikten kurtarmak için canla başla çalışacağım. Hor görülmüş ve değerleri ayaklar altına alınmış Türk-İslam âleminin şahlanması için itici güç olacağım. İnsanımızın inanç özgürlüğünü temin etmek için var gücümle mücadele edeceğim. Söylediklerimi gerçekleştiremezsem verdiğiniz yetkiyi yine sizlere teslim edeceğim. Destek sizden, kısmet Allah’tandır. Allah bizi utandırmasın.”

Bu sözler onun siyasî duruşunu gösteriyordu aynı zamanda. Ama kısmet olmadı işte. Kaderde olmayanı yaşamak mümkün değildi. O da hayallerinin gerçekleşmesini göremeden bu fani âlemden beka dünyasına göç etti. A. Metin Tokdemir, adaylığının kesinleşmesinden birkaç gün sonra Ankara’daki Gümüşhaneliler Derneği’nin düzenlemiş olduğu toplantıya katılmak için Gümüşhane’den Trabzon’a hareket etti. Trabzon Havaalanı’nda bineceği uçakla Ankara’ya varacaktı. Fakat o güzel insan, Maçka ilçesine bağlı Başarköy yakınlarında geçirdiği elim bir trafik kazası sonucu yaralı olarak Trabzon Numune Hastanesi’ne kaldırıldı. Oradan Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Farabi Hastanesi’ne sevk edilen Tokdemir, bütün gayretlere rağmen kurtarılamayarak, Cenab-ı Hakk’ın ‘benim ayım’ dediği Recep ayında, 8 Aralık 1995 Cuma günü saat 15.15 sularında Hakk’ın rahmetine kavuştu.

 Bilindiği gibi üç aylar (Recep, Şaban, Ramazan) çok mukaddes anlamlar taşır. Cuma günleri de, günlerin en hayırlısıdır; Müslümanların bayramıdır. Merhum A. Metin Tokdemir, üç aylarda ve de Cuma gününde vefat etti. Bu, Allah’ın merhuma dünyadaki manevî hizmetleri karşılığında sunduğu bir lütuftu. Hem Recep ayında, hem de Cuma günü ölmek her mümine nasip olmaz.

 Merhum A. Metin Tokdemir Gümüşhane’nin ve şirin Kelkit ilçemizin medar-ı iftiharıydı. Şimdi baba ocağı olan Kelkit’te metfundur; servilerin gölgesinde serinlenmektedir. O, taraflı tarafsız herkesin gönlünde taht kurmuştu. Merhumun vefatı üzerine Gümüşhaneli şair Zülfikâr Yapar Kaleli, yazdığı Ağıt’la Gümüşhanelilerin acısına tercüman olmuştur:

“Çileye Metindi, mertlikte Ali,
  Tokdemir’i kına soktu da gitti.
  Kanadı yaralı serçe misali,
  Gerili yaydaki, oktu da, gitti.

 
  Gün olup binince ecel tahtına,
  Kanmadı dünyanın saltanatına,
  Bir yolunu bulup Rahman katına
  İsa gibi göğe çıktı da, gitti.”

Merhum A. Metin Tokdemir toplumcu bir insandı. Sosyal tarafları ağır basıyordu. Cemiyeti teşhis ve tahlil etmede ustaydı. İnsanların ezilmesine tahammül edemiyordu. Dünyanın, uğrunda yaratıldığı insan kavramına saygı duyulmasının öncelikli bir düşünce olması gerektiğine inanıyordu. Haktan görünerek halkı ezenlere karşı mücadele etmeye ant içmişti. Dünyanın ve dünyayı anlamlı kılan insanın amacından sapması, onu rahatsız ediyordu. İnsanların samimiyetsizliği kahrediyordu bu güzel insanı. Her şeye rağmen ümitvar bir ruh yapısına sahipti. Herkes annesini sever ama O, anasına memedeki bir çocuğun düşkünlüğü derecesinde meftundu. Abisi Engin, onun en değerli varlıklarından biriydi. Fakat sevdikleriyle uzun uzun dertleşemedi. Üstelik yeni evli sayılabilecek bir zamanda Hakk’a yürüdü. Kaleli bu zorunlu yürüyüşü şöyle dile getiriyor:

“İmkân aramayıp sefil gezenden
 Hele hak adına halkı ezenden,
 Bu iğrenç dünyadan, kahpe düzenden
 Riyakâr yüzlerden bıktı da, gitti.

 Bundan geri ne söylesem nafile,
 Hayata gülerdi ağlasa bile
Bakmaya kıydığı anası ile
Engin’i enginde yaktı da, gitti.”

A. Metin Tokdemir, Allah’tan başkasına kul olmayan, maneviyatı daima maddiyatın üzerinde gören, derviş ruhlu, kâmil bir insandı. Bu kısacık ömründe yılmadan yorulmadan kutlu davasının hizmetinde koştu. O, kendini Peygamberin kutlu vekili olarak gören aziz Türk milletinin bir ferdi olmaktan şeref duyuyordu. Şeyh Galip’in şu beytini ölçü edindiği için, insana çok kıymet veriyordu:

“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen
  Merdüm-i dide-i ekvan olan âdemsin sen”

 (Kendine iyi bak, sen âlemin özüsün. Yaratılışın özünün göz bebeği olan insansın sen…)

Cesur bir dava adamı olan A. Metin Tokdemir, gücünü davasından ve cihad ruhundan alıyordu. Kendini yenileyebilen olgun bir insandı Tokdemir… Sadece gerçekleri konuşmayı, yeri gelince de susmayı tercih ediyordu. Fakat O, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisini asla göz ardı etmemiştir. Yaşadıkça hep doğruları söylemeye, aksi halde susmaya gayret etmiştir. Onun bu özelliğini Kaleli’nin şu dörtlüklerinde bulmak mümkündür:

“Kendini aşmıştı olgun ve selim,

 ‘Hakkı söylemezsem tutulsun dilim
 Uzun bir yoldayım helalleşelim,’
 Diyerek elleri sıktı da, gitti.


 Ne lüzumu var artık neden, niçine
 Selâm durun, geçen devin göçüne
 Yağmurlara gebe bulut içine,
 Bir yıldız misali aktı da, gitti.

 
 Gönül Mevla evi güzelce donat,
 Meleklerle giden neylesin kanat,
 Yağmura nazire, buluta inat,
 Şimşek edasıyla çaktı da, gitti.”

Merhum A. Metin Tokdemir'i rahatsız eden konuların başında Batı hayranlığı gelmekteydi. O, her akıllı insan gibi Batı’nın teknolojisinin alınması gerektiğini savunurdu. Fakat Batı kültürüne körü körüne kucak açmaya karşıydı. Çünkü kültürler inançlarla yoğrulmuştur. Avrupalının inançlarıyla bizim inançlarımız bağdaşmaz. Bu sebeple kültür değerlerimiz de farklılıklar arzetmektedir. Tokdemir’in ölümünden duyulan acıyı yansıtan Kaleli, yazdığı  ‘Ağıt’ı şöyle bitiriyor:

“Şafaklar can bulur ağarınca tan,
 Can gözde olunca kurtulur vatan,
 Kaldırdı başını şöyle tabuttan,

 Gülümsedi son kez, baktı da, gitti.

 

 Bir kabir dar gelir bu kutlu ere,
 Mekânı gök olan sığar mı yere,
 Kutlu şehitlerin kavli üzere,
 Güneşe bir çengel taktı da, gitti.

 
 Başı dumanlıdır dağlar kar iken,
 Hep fatiha biçer besmele eken,
 Evet, tam gülmeye sıra gelmişken,
 Kaleli’yi külli yaktı da, gitti.”

Biz ölümü sonsuzluğa yolculuk olarak tanımlarız. Ebedî âleme açılan kapının anahtarını verir Azrail… Onun için ölüm asla yokluk değildir. Cennet köşelerinden bir parça olan ülkemizden kopmak üzer sevdalı yürekleri… Vatandan ayrılmayı ölümle eşdeğer görürüz biz… Bizi ancak Yahya Kemal’in şu beyti hakkıyla anlatabilir:

“Ölmek kaderde var bize ürküntü vermiyor.

  Lakin vatandan ayrılışın ıstırabı zor.”

Netice itibariyle şunu söyleyebiliriz: Bir Ali Metin Tokdemir geçti bu fani dünyadan… O da herkes gibi kendisine takdir edilen sınırlı ömrü yaşadı. Bu 36 yıl gibi son derece mahdut bir zamandan ibaretti. Fakat yaşanan süre kısa olsa da O, arkasında hoş bir seda ve güzel hatıralar bıraktı. Onu bu sınırlı satırlarda anlatmak çok zor… Nihaî sözü; son zamanların moda tabiriyle söylemek gerekirse  ‘Metin Tokdemir adam gibi adamdı.’ Allah rahmet eylesin. Rabbim bu gibi üstün şahsiyetlerin sayısını artırsın.

 

 

 

( Yiğit Dava Adamı Ali Metin Tokdemir başlıklı yazı M.Nihat Malkoç tarafından 7.12.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.