Tüm öğretmenlerimizin “Öğretmenler gününü” yürekten kutluyorum.                   

            Ağıldaki* evde bir kitap buldu oğlan. İçinde bazı resimlerin bulunduğu bir kitap. Yazıları küçük karınca gibi. Dedesiyle ebesi okuma yazma bilmiyorlardı. Dayıları biliyordu. Büyük dayı üç yıl okumuş. Eğitmen okutmuş onu. O yılarda yeterli öğretmen olmadığından eğitmenler okutuyormuş köydeki çocukları. Küçük dayı mektebe -okula- başladığında öğretmen gelmiş. Beş sene okumuş. Bunları, dedesinden öğrendi oğlan.

            O kitabı yanından hiç ayırmadı oğlan. Resimlerin ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kitaptaki acayip hayvan yüzlü insan resimlerini, odun kömürüyle çizmeye başladı. Yassı taşlara ve tahtalara. Çizdiklerini gösterdiği dedesinden hep “Aferin” alıyordu. Ondan aferin almak için daha çok çizmeye başladı. Ebesi; “Çizme. Onlar şeytan. Başına musallat olurlar,” dedi bir defasında.  Oğlan, musallatın ne olduğunu sordu dedesine.  O da, “Tepene üşüşmek,” dedi önce. “Bela olmak,” diye ekledi sonra.

            Kendisini şeytanla korkuttuğu için ebesine kızdı oğlan.

            Onu hiç sevmiyordu.

 Ebesinin fırında pişirdiği ekmekler hiç güzel gelmiyordu oğlana.  Büyük çuvallarla buğday unu olduğu halde, “savaş olur, kıtlık çekeriz” diye has buğday ununa çok fazla arpa unu katıyordu. Ekmeği yerken arpa kılçıkları oğlanın boğazını dalıyordu.

            Cadaloz ebe…

            Kitaptaki karınca gibi yazılarla acayip resimlerin ne olduklarını dayılarına soruyordu oğlan. Küçük dayısı, iyi okuma bildiği halde tez bıkıyordu. Büyük dayısı sabırlıydı. Küçük dayısına göre yavaş ve tekleyerek okuyordu yazıları. Kitapta sık sık Firavun sözü geçiyordu. Bir gün, “Firavun ne demek?” diye sordu büyük dayısına. “Eski insan,” dedi dayısı. Oğlan, daha sonra küçük dayısına da sordu Firavun’un ne olduğunu. Ondan, “Mısır’ın padişahı” cevabı alınca pek güldü. Padişahın, perilerin başı olduğunu duymuştu.

“Tarladaki misirlerin-mısır- padişahı olur mu?” diye sordu bu defa. Ardından kıkır kıkır güldü. Güldürdüğü küçük dayısı, başka şeyler dedi emme onları anlamaya aklı ermedi. Mısır tarlasındaki bazı mısır koçanlarının acayip olduğunu görmüştü. Onların, padişahı olduğunu sansa da aklına yatmadı.

Oğlanın ilk öğretmenleri dayıları oldu. Büyük dayısının hakkı daha fazlaydı. Harf ve rakamları ondan öğrendi. Küçük dayısı da, “DEDE, EBE ve DAYI” yazmasını öğretti. Oğlan da yazdıklarını kedilere, köpeklere okudu. Onlara öğretmeye kalktı.

            Öğrendiği her kelimeyi ve rakamı bıkıp usanmadan yazıyordu oğlan. Ekmek fırınından çıkan odun kömürleriyle. Elleri kapkara oluyordu. Küçük dayısı kalem defter alıverince pek sevindi.

Ondan sonra elleri ve yüzü kapkara olmadı.

            Yazın da dedesinden ayrılmadı oğlan. Ekinler biçilirken, döven sürülürken, harman kaldırırken yardım etti. Dedesi, “Gölgede otur, yazı yaz,” diyerek onu güneşte fazla tutmuyordu. Su istediğinde, gölgedeki bardaktan- ağaç ibrik- tasa soğuk su koyup koşarcasına götürüyordu dedesine. Dedesi de her su içişinde  “Berhudar ol evladım,” diyordu. İyi bir şey dediğini sanıp seviniyordu. “Berhudar ol evladım” demesi için dedesi istemeden de su götürüyordu bazen. Büyük dayısına ve yengesine de su veriyordu. Onlar, “Su gibi aziz ol,” diyorlardı. “Su verince ben de Aziz mi oluyorum?” diye sordu bir gün büyük dayısına. Komşu evde Aziz adında bir çocuk vardı. Kendisinden bir yaş büyüktü. Aynı boydalardı ama Aziz daha ağırdı. Ara sıra aşık* oynuyorlardı. Dayısı, azizlik hakkında epey laf etti emme, doğrusu oğlanın kafası ermedi dediklerine. 

            Aziz’in öğretmen mektebine gittiğini öğrenince oğlan da heveslendi. Dedesi, değirmene götürmek istedi. Bağıra bağıra öğretmen olan mektebe gideceğini söyleyip, ilk defa dedesine uyum sağlamadı. Torunun ağlamasına dayanamayan dede, ertesi günü öğretmene gitti. Yedi yaşına ayak basmadığından dolayı oğlanı mektebe yazmadı öğretmen. Bunu duyunca çok, çok ağladı oğlan. Torunun ağlaması içine oturdu ebenin. Tevfik öğretmen, köyden ve yakınıydı. Dedeye, “Ne yapıp edip oğlanı mektebe yazdır. Bizim öğretmene sen gitmezsen ben giderim,” diyen ebesine koştu oğlan. Şapur şupur öptü. Ebesini ilk defa pek sevdi.  

Dede, ayağının tozuyla yine gitti öğretmene.  

            “Torunum, mektebe gitmeye pek hevesli. Ebesi kolundan tutup getirecek haberin olsun. Teyzenle baş edemezsin. Oğlan, hevesini alana kadar mektebe gidip gelsin,” deyince Tevfik öğretmen “olur” dedi.

            Dede, bu haberle gelince oğlan pek sevindi. Sevinçten ağladı…

            Dedesi götürdü onu öğretmen mektebine. Öğretmeni yanağından okşadı. Bir keresinde Tevfik öğretmen yoldan geçerken oyun oynayan çocuklar koşup yol kenarında dizilmişlerdi. Oğlan da çarçabuk yanlarına geçmişti. Çocuklar, başlarını eğerek selam vermişlerdi öğretmene. Oğlan da onlar gibi yapıp selam vermişti. Tevfik öğretmen, yanağını o zaman da okşamıştı.

           Öğretmeni, deftere yazdıklarını görünce “Aferin” dedi oğlana. Öyle bir sevindi ki oğlan, gözleri sulanıverdi.

            Öğretmeni oğlanı sevdi. Oğlan da öğretmenini pek sevdi...    

Bir, iki ve üçüncü sınıflar bir odada-derslikte- dört ve beşinci başka odada okuyordu. Öğretmeni karatahtaya bir harf ve rakam yazsa, herkesten önce oğlan cevap veriyordu. Büyük çocuklar hemen ona bakıyordu. Oğlan da bu ilgiden hoşnuttu. Hep böyle yapınca bir gün; “Cevap verme. Parmak kaldır,” diyen öğretmeni kulağını çekti. Hiç acı duymadığı için ağlamadı. Okşama gibi olduğunu anlayınca içinden güldü bile. Öğretmeni öyle dedi ya, bilmeyen olunca hemen parmak kaldırıyordu oğlan. Lakin öğretmeni, “sen söyle” demiyordu. Yine ders sırasında öğretmeni karatahtaya yazı yazar yazmaz dayanamayıp; “Ali topu at,” deyiverdi. Öğretmeni dövecek sandı. Kulağını çeksin diye boynunu eğdi. Öğretmeni güldü. Çocuklar da gülünce kendisi de güldü. Öğretmeni karatahtaya kaldırdı. Deftere yazdıklarından sordu. Oğlan, sorulanları tebeşirle hemen yazdı. İki kere ters harf yapmıştı. Öyleyken bile öğretmeni, “Aferin” deyip oturttu yerine. Öğretmeni o günü mektebe yazdı oğlanı. Alfabe kitabı verdi. Biraz eski ve kirli olsa da bir kitabının olmasına çok sevindi oğlan. Sahiden mektep çocuğu olmanın sevinciyle koştu eve. Dedesi yokmuş. Ebesiyle teyzelerine essahtan mektep çocuğu olduğunu söyledi. Kitabını gösterdi. Ebesi hayranlıkla bakarken sevinen teyzeleri sımsıkı sarıp öptüler yeğenlerini. Kitabını açtığı gibi okumaya başladı mektepli. Takıldığı bir kelimenin okunuşunu onlara sordu. Okuma yazma bilmediklerini söyledi büyük teyze. 

“Niye bilmiyorsunuz?” diye sızlandı oğlan.

“Bizi mektebe göndermediler,” dedi büyük teyze.

Onların okula gitmediklerine üzüldü mektep çocuğu. 

 “Bu mektepten de kaçarsan eğer;  yaylaya, ananın babanın yanına yollarım seni,” dedi ebe.

            “Ekmek, Kuran çarpsın kaçmam,” dedi mektepli.

            Kaçar mıydı hiç? Öğretmeni onu seviyordu. O da öğretmenini seviyordu. Aksırıp tükürmüyordu.* Elinde değneği*de yoktu. Yaramazlık yapanların kulağını çekiyordu sadece. Öğretmenini çok seviyordu. Bu mektepten kaçar mıydı hiç?..

            Temelli mektep çocuğu olduğunu, akşama doğru eve gelen dedesine de müjdeledi oğlan. Dedesinin sevindiğini görünce kendisi de sevindi.

            Havalar soğudu. Mektep eve yakındı ama, gidip gelirken üşüyordu oğlan. Üstündekiler inceydi. Sabahları, bez çantasını omzuna asarak gidiyordu okula. Sınıftaki sobada yakılmak üzere her çocuk gibi oğlan da koltuğunun altına odun sıkıştırarak gidiyordu okula. Kara lastik ayakkabılarının altları delikti. Zengin denilen bir sülalenin çocukları potin ve cızlavet* ayakkabı giyiyorlardı. Potinlerle cızlavetlere takılıyordu gözleri. “Keşke benim de öyle ayakkabım olsaydı” diye yakınıyordu bazen. Bir de, “o çocukların ceket üstüne giydikleri kalın ve büyük ceketim olsaydı hiç üşümezdim…” diyordu çok üşüdüğünde…

            Bir gün, okuldan geldiğinde hemen ocak başına tünedi oğlan. Yanan alevli odunlar karşından bile üşümüşlüğünü ha deyince gideremedi. Tir tir titredi.   

            “Kurtköy* pazarına git. Oğlana kalın esvap al,” dedi dedesi küçük dayıya. Onun “Olur” demesiyle sevincinden gözleri sulandı mektep çocuğunun…Ateşten değil de sevinçten ısınıverdi…


Ağıl: Daha çok küçükbaş hayvanların barınağı ve kalınacak mekanın olduğu mera , orman içi, yaylalarda yapılan yapılar.   Aşık oyunu: Koyun ve keçinin arka ayaklarının dizlerinden çıkan aşık kemikleriyle oynanan bir oyun.kürme-değnek: Bir sene önce hoca mektebinde, yaşlı hocanın balgamını saplı kupaya tükürdüğünde öğürdüğünde hocadan değnek yemiş ve hoca mektebinden kaçmıştı. Cızlavet: İçi astarlı, parlak lastik ayakkabı. Kurtköy: Kütahya Altıntaş ilçesinin eski adı.

 Veysel Başer

 


( Mektep Çocuğu Ve Öğretmeni başlıklı yazı Veysel Başer tarafından 24.11.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.