Makale / Toplumsal Makaleler

Eklenme Tarihi : 23.11.2020
Okunma Sayısı : 989
Yorum Sayısı : 0

Samsun, 23.11.2020

 

[Sayın, Prof. Dr.]

Muzaffer Şeker

Ufuk Akçiğit

Elif Özcan- Tok

Muzaffer Elmas

Ömer Demir

 

     TÜBA Türkiye Bilimler Akademisi için hazırlanan, Kasım 2020’de web sitenizde yayınlanan, 115 sayfalık, “Türkiye Bilim Raporu” adlı kitabı ilgiyle okudum. Uluslararası bilim liginde kaçıncı kümede, kimlerle oynadığımızı tahmin ediyorduk, böylece bilimsel bir veriyle de teyit etmiş olduk.

Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler. Daha önce böyle detaylı, derinlikli, doyurucu ve içten bir rapor okumamıştım. Kalkınma grafiğimiz kötü olsa da karamsarlığa kapılıp, rüzgarın yönüne bırakamayız kendimizi elbette.

     Ben bir akademisyen değilim, resmi görevi olan bir bilim insanı da değilim.

55 Yaşında, üniversite mezunu, SSK emeklisi, yılda ortalama en az 100 kitap okuyan, on kitabın da yazarı olan bir yurttaşım. Bilim, kültür, medeniyet, sanat, edebiyat ve adalet gönüllüsüyüm.

Bu ideallerimin altını, pozitif anlamda doldurmaya çalışıyorum.

     Önce kendimce bazı öneri ve eleştiriler sunmak istiyorum. Kanaatlerimin; yanlışlanabilir, geliştirilebilir, düzeltilebilir olduğunu baştan kabul ettiğimi belirteyim.

Önce müsaadenizle “bilim nedir” sorusunun karşılığını, kabul gören kaynaklardan araştıralım:

Bilim;

1.Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim.

2. Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.

3.Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma süreci.

4. yöntemle elde edilen ve uygulamayla doğrulanan, her zaman ve her yerde geçerlik ve kesinlik nitelikleri taşıyan yöntemli ve dizgesel bilgi.

 

     Benzer tanımlar çoğaltılabilir. Demek ki bilim dediğimizde, yalnızca, teknoloji üreten, ekonomik bir değeri olan, nesnel ve pozitif ölçümleme yapılabilen konularla sınırlandırılmıyor.

Bilimi çok farklı tasniflerle sınıflandıranlar olsa da, biz en azından Fen ve Teknoloji bilimleri

Ve Sosyal bilimler olarak iki ana başlığa ayırabilirdik.

Bir yurttaş olarak bunları neden yazıyorum?

TÜBA çalışma gruplarını inceledim. %99 Fen bilimleri ağırlıklı bir çalışma takvimi planlanmış.

Yalnızca teknoloji ve ekonomik değer üreten bilim; bizi evreni bütüncül tanımaktan uzak bırakır.

Kurul üyelerinin ve çalışma planının multidisipliner bir bilimsel öngörüyle belirlenmesini arzu ederdim.

Sosyal bilimler ve Fen bilimleri arasında simbiyotik bir ilişki vardır. Biri, diğerini besler.
Senkronizasyon ve kalibrasyon işlemlerinde toplum olarak ikisinden de faydalanırız.

Hele hele Bilim felsefesi ile bu bilinç oluşmadan, sürdürülebilir bir bilim politikası geliştirmek

hayale yelken açmak olur. Prof. Dr. Cemal Yıldırım’ın 525 sayfalık, “bilimsel düşünme yöntemi” adlı kitabının, tüm bilim insanları tarafından adeta ezberlenmesini arzu ederdim.

Raporunuzda; Felsefe, mantık, bilim felsefesi, ortak medeniyet arayışı, anayasal/çoğulcu/demokratik hukuk düzeninden bahsedilmemesini bir noksanlık olarak algılıyorum.

Bu alt yapı oluşmadan, bilimsel bir boya, zihnimizde yer edinemeyecektir.

          Yayınlamış olduğum kitaplarda; Ulusal Fen bilimleri ve Ulusal Sosyal bilimler şurası kurulmasını önermiştim. Fikri, önerisi, deneyimi olan, çalışan/emekli, her yurttaşın katkı sağlayabileceği bir oluşum olmalıydı bunlar.

     TÜBA’ya önerim odur ki;

Sosyal bilimler, Mühendislik bilimleri, Fen bilimleri, doğa bilimleri vb. ana başlıklar altında yapılanmaya gitmesidir.

Ayrıca sosyoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, felsefe, mantık, hukuk, tarih, antropoloji, ekonomi, yönetim bilimleri, davranış bilimleri vb. alanlarda çalışma grupları oluşturulmalıdır.

Emekli olup da deneyimini paylaşabilecek, toplumsal birikimimize katkı sağlayabilecek o kadar çok

bilim insanı ve akademisyenlerimiz var ki, onları kabir kapısına doğru sürüklemek büyük bir hata ve yanılgıdır. Emekli bir profesörün; evinde tavuk ve çiçek beslemesi, kedi ve torun sevmesi elbette en doğal hakkıdır. Peki “ne düşünüyorlar acaba” diye, psikolog-sosyolog-felsefeciden oluşan bir ekiple bir anket/söyleşi yaptınız mı? Böyle bir veriyle yola çıkılırsa, her işimiz insani, vicdani ve bilimsel olur.

     TÜBA olarak, sosyal bilimlere hakkıyla eğilmediğinizde, “TÜBA, TÜBİTAK’ın fen bilimleri akademik kadrosu” olarak, zihnimde yer edinecektir.

     Gelelim, ar-ge, inovasyon ve verimlilik konusuna. Bilimsel makale ve tez sayısının artması, bilgi birikimi, yöntem, rekabet ve teori açısından büyük bir kazanım olsa da; sosyal refah ve kalkınmaya

katkı sunması zaman almaktadır. Hele bunun da hakkını veremezsek; “ambarda buğday çürür, halk açlıktan ölür” durumuna düşebiliriz. Bu çekincemi doğrulayan yüzlerce tespit olsa da birkaçını aktarmakla yetinelim. YÖK’ün tez sitesinde binlerce akademik tez, dergipark’da akademik makaleler, keşfedilmeyi, hayata katılmayı, teknolojiye/hizmete dönüşmeyi bekleyen, yarı mamul gibiler.

Bilimsel tezleri; “bir akademisyenin, diğer akademisyene yazdığı mesleki mektuplar” konumunun dışına ne kadar çıkmıştır acaba? Ben bir yurttaş olarak ilgi duyup okuyorum da bir politikacı, sanayici, yönetici alıp okuyor mu gerçekten? Her konuda yeterlilik ölçmeden görev vermemeyi bilimsellik kabul ederiz. Bu doğru, mantıklı ve tutarlı bir yaklaşımdır.
Yasama meclisi binasını yaparken; en deneyimli mühendis, mimar, botanikçi ve kalfaları buluruz değil mi? Peki burada görev yapıp, yasa çıkarıp, anayasa bile değiştirecek olan meclis üyelerinden neden yeterlilik aranmıyor? Bilimsellik bunun neresinde, adil, vicdani, hakkaniyetli, meşru yaklaşım nasıl olmalı sizce? Bu durum da bilimselliğin çalışma alanına girmiyor mu?

Mevcut anayasamıza göre, 18 yaşını doldurmuş, ilkokul mezunu bir yurttaşımız, aday olup, milletvekili seçilirse, anayasa yapma/değiştirme hakkını elde edebiliyor.

Hani meclis binasını en iyi mühendise yaptırıyorduk, toplumsal mutabakat metni olan anayasayı yapacak olanlar da neden yeterlilik, ehliyet, liyakat aramıyoruz?

İşte bizde bilimsellik bundan dolayı gelişmiyor. Düşünen, sorgulayan, soru üreten insan istenmiyor.

     Birinci önceliğimiz; bilinç, algı ve sosyal zihniyet sorunudur. Belediye, kurum, özel ve halk kütüphanelerine; halkın her kesiminden görül gürül ve coşkuyla katılım sağlanmalıdır.

Üniversiteye yakın bir semtte oturuyorum. Ben bir yurttaş olarak üniversitenin coşkusunu, kokusunu, üretim azmini, bilim aşkını, üniversite kampusunun eteklerindeyken hissedebilmeliyim.

Birbirimizi kandırmayalım, vaktimizi harcamayalım. Bilim de üretemiyoruz, teori de, teknoloji de, insancıl duygular da. Kılık-kıyafet değiştirerek, mevcut kütüphaneleri geziniz bakalım, sizi nasıl karşılayacaklar? “filan konuda araştırma yapıyorum, arşivinizde neler var” deyin.

Bir çoğu içinden “geldin de rahatımızı bozdun be adam, batan gemi yan gider, sana mı kalmış dünyayı kurtarmak” modunda yüzünüze anlamsız mimiklerle bakacaklardır.

     Kültür Bakanlığı’na bağlı Halk Kütüphanelerinin, kitap arşivi, TÜBİTAK çalışması olan, toplukatalog.gov.tr   sistemine dahil edilememesi bir    k/ayıptır.

 

     Yanlış bir tespitim varsa düzeltilmesi, makul olanların da uygulanması, toplumsal kazanım olacaktır.

Öneri olarak sunar, esenlikler dilerim.

Saygılarımla

 

Ali Rıza Malkoç

www.arm.web.tr

a[email protected] 

 


Not: Onuncu kitabım, bir ay içinde yayınlanacak olup, diğer dokuz kitabımın bilgilerine

https://www.kitapyurdu.com/yazar/ali-riza-malkoc/46672.html adresinden ulaşılabilir.

 

 


 

( Tüba 2020 Türkiye Bilim Raporu Hakkında Öneri Yazısıdır başlıklı yazı Ali R.MALKOÇ tarafından 23.11.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.