Yaşlı başlı, saçı sakalına karışmış bir pir-i fani, etrafında halkalanmış
insanlara tatlı tatlı tatlı anlatıyor, dinleyenler de zaman zaman ‘’Allah,
Allah ‘’ Deyip ellerini göğüslerine götürerek tasdik ediyorlardı.
‘’ Resullullah bir gün rüyasında Muvaviye soyundan gelenlerin, kendi soyundan
gelenleri katlettiklerini gördü. Bunun üzerine bu rüyasını Muaviye’ye anlatarak
‘’ Senin soyundan gelen biri benim evlatlarımı ( torunlarımı) katledecek.’’Dedi.
Muaviye bu durumdan çok korktu ve böyle
bir vebalden kurtulmak için çok yaşlı bir kadın olan Meysun Binti Bahdel ile
evlendi.Ama Meysun Binti Bahdel çok yaşlı bir kadın olmasına rağmen bir erkek
çocuk dünyaya getirdi. Çocuk dünyaya gelince Muaviye onu bir kundağa sarıp Hz.
Muhammed’in evine doğru yol almaya başladı. Amacı, oğluna peygamberin bir isim
koymasını sağlamaktı. Bebek yolda babası Muaviye’nin sakallarını çekti. Canı
yanan Muaviye o öfkeyle çocuğa ‘’ Sakin ol bre Yezit’’ Dedi. Yezit, sahtekar,
zalim anlamına geliyordu.
Derken Hz. Muhammed’in evine vardılar ve Muaviye peygamberden oğlu için bir
isim koymasını rica edince peygamber,’’ Oğlunun adını sen yolda gelirken
koydun.’’ Dedi.
Hikayeyi dinledim hemen itiraz damarlarım kabardı. Zira hikaye gerçeklerle asla
örtüşmüyordu çünkü Yezit dünyaya geldiğinde yani 647 yılında Peygamberimiz
öleli on beş sene olmuştu. Dolayısıyla da Muaviye ile Peygamberimiz arasında
böyle bir muhabbetin geçmiş olması mümkün değildi. Ancak konuşan kişi Hz. Ali
soyundan gelen saygın bir dede, ben basit bir tarih öğretmeni olduğum için yapacağım
itiraza hiç kimse aldırış etmeyecek, daha da kötüsü yobaz, gerici olarak
damgalanacaktım. Susmak daha akıllıcaydı o ortamda.
İşin aslına bakacak olursak Muaviye, oğluna kardeşlerinden biri olan Yezid’in
adını vermiştir. Bir insan kendi öz evladına zalim, gaddar, sahtekar manasına
gelen bir isim koymayacağına göre Yezid kelimesinin anlamı da zalim, gaddar,
sahtekar filan değildir. Kelimenin tam karşılığı ‘’ Artar’’ dır. Yani Yezid adı
‘’ Gücü, kuvveti artan’’ anlamına gelir.
******
Evet bugün Hicri 5 Muharrem 1442 olduğuna göre benim 10 Muharrem 680( veya 681)
Yılında cereyan eden Kerbela olayından bahsedeceğimi düşünüyorsunuzdur.
Kerbela olayını herkes bilir. O bakımdan Kerbela katliamının ayrıntılarına
girmek yerine ‘’Yezit Kimdir? Hz. Hüseyin’in davası neydi?’’ Bunlar üzerinde
duracağım.
Şimdi ana mevzuya gelelim. Yezid nasıl Peygamber müjdesine nail olacakken tüm
Müslümanların lanetlediği bir kişi haline geldi?
Bu soruya cevap vermeden önce hemen bir noktanın altını da çizeyim:
İslam Dünyasının Alevi olsun Sünni olsun çok büyük bir bölümü Yezit’i lanetle
anmakla beraber ona lanet okunmasının yanlış olduğunu savunanlar da vardır. (
Örneğin: Kadir Mısıroğlu lanet edilmemesi gerektiğini savunurken Cübbeli Ahmet
Hoca lanet eder.)
Neyse, Ana mevzuya dönelim.[Yazacaklarımın %100 Tarihi gerçekler olduğunu asla
savunmuyorum. Pek çok kaynağın anlatılarına göre anlatıyorum olayları. ]
Muaviye, eşi Meysun binti Bahdel ile anlaşamaz ve onu Yezid’le birlikte kadının kabilesini yaşadığı Tedmür’e
gönderir. Burası büyük ölçüde çöldür. Muaviye, oğlu Yezid’in her türlü zorluğa
alışması için onu bir çöle göndermiştir.Ancak Yezid burada içki, kumar, eğlence
hayatı, aklınıza gelen her türlü pisliğe alışır. Oysa Muaviye onu kendisinden
sonraki halife olarak tahta oturtmayı planlamaktadır. Hatta bu amaçla en önemli
rakibi Hz. Hasan’ı da zehirlettiği rivayet edilir. Hatta bizzat karısı zehirler
Hz. Hasan’ı (669)
Evet, Yezit için bütün yollar açılmıştır ama İslam Dünyasının böyle bir
serseriyi halife olarak kabul etmesi pek de mümkün olmayacaktır. İşte bu
sebeple Muaviye 669 yılında İstanbul’u kuşatmış ama henüz bir başarı
kazanamamış olan ordusunun başına oğlu Yezit’i komutan tayin eder.Amacı Halkın
Yezid’i sevmesini sağlamaktır. Yani Yezit Peygamber Müjdesine nail olacak
komutan olacaktır eğer İstanbul’u feth ederse.Bu sırada yüz yaşına yaklaşmış
olan Peygamber sahabelerinden Ebu Eyub El Ensari de Yezid’in ordusunda ve onun
emrindedir. ( Kadir Mısıroğlu işte bu sebeple Yezid’e lanet etmemiz gerektiğini
söyler.)
Yezit peygamber müjdesine nail olmak için mi yoksa babasının gözüne girmek için
mi İstanbul surları önünde Bizanslılara kılıç sallar bilinmez ama İstanbul’un
Fethi için İslam dünyasının yaptığı ilk seferde ordulardan birinin başında o
vardır.Ordusunda ise Peygamberimizi Hicret esnasında evinde misafir eden o
sıralarda yüz yaşına yaklaşmış olan Ebu Eyub el Ensari bulunmaktadır.
Savaşta başarılı olunamaz. Rivayete göre yüz yaşına yakın olan olan Ebu Eyüb-el
Ensari bu sefer sırasında Hakkın rahmetine kavuşur. Yezit, Bizans imparatoruyla
anlaşarak onu surların dibinde bir yere gömdürür. Daha sonra öğrenir ki Bizans
İmparatoru Yezit için ’Bu ne aptal bir çocuk..Ben hiç o mezarı orada bırakır mıyım?
O gider gitmez o mezardakini çıkarıp aç köpeklerin önüne atacağım.’ Demiştir. Yezit bunu öğrenir ve hemen haber salar imparatora: ’O ne aptal bir hükümdardır. Eğer böyle bir şey yaparsa İslam dünyasında bir tane bile kilise koymam hepsini yıkarım.’’
Evet, Yezit ve Bizans İmparatoru arasında böyle bir muhabbet olmuş mudur kesin
olarak bilemiyoruz ama bu İstanbul’un Fethi girişimi- feth edilemese de –
Muaviye’nin, dolayısııyla da Yezit’in hanesine artı puan olarak eklenir.
Hemen peşinden Muaviye, oğlu Yezid’i 671 Yılında Hac Emiri ilan eder. Yezid bu
emirliği esnasında da bol bol para dağıtarak ve ihsanlarda bulunarak Hicaz
halkının sevgi ve sempatisini üzerinde toplar. Bütün bunlar Yezid’i geleceğin
halifesi ilan etmek için yapılıyordu ama yine de Basra valisi Ziyad bin Ebih,
Muaviye’yi uyarıyordu: ‘’Sakın onu veliahtın olarak ilan etme.’’ Diye.
Ziyad bin Ebih’in ölümünden sonra Muaviye, oğlu Yezid’in veliahtlığını ilan
etti. Daha sonra da Yezit adına biat almaya başladı. Tabii ki buna itirazlar
olduysa da Muaviye ya paranın gücüyle ya da baskı ile bu biatı almakta çok da
zorlanmadı.
Derken 680 Yılında Muaviye öldü. Yezid, Şam’da halifeliğini ilan edip Şam
halkından biat alarak tahta oturdu. Ama tahta oturur oturmaz özellikle Hz.
Hüseyin’in kendisine biat etmesinin sağlanmasını istedi. Çünkü o da biat ederse
artık halifeliğine, dolayısıyla süreceği saltanata hiç kimse itiraz
etmeyecekti. Ama Hz. Hüseyin’in Yezid’e biat etmesi mümkün değildi.
Peki neden? Neden abisi Hasan, Muaviye’ye biat ettiği halde Hz. Hüseyin,
Muaviye’nin oğlu Yezit’e biat etmiyordu? Neden Yezit’e biat etmek suretiyle
İslam dünyasında yaşanması muhtemel olan bir iç savaşı en başından önlemiyordu?
Öyle ya eğer Yezit’e biat etseydi ileride tüm İslam dünyasının sürekli kanayan
yarası olan Kerbela faciası hiç yaşanmayacaktı.
Hz. Hüseyin Yezit’e biat etmiyordu zira
Yezit kendisine yapılacak biatın şu şekilde olmasını istiyordu: ‘’ Yezit’in
kulu ve kölesi olarak biat ettim.’’
Yezit’e biat edenler ‘’ Yezit’in kulu ve kölesi olarak biat ettim’’ Diye biat
ediyorlardı ona...
Bu akıl alacak bir şey değildi. Hz. Peygamber bu dünyadan göçeli henüz sadece
kırk sekiz sene geçmişti. O’nun ilim halkasında oturmuş, yüzünü görmüş,
sohbetlerini dinlemiş pek çok insan henüz hayattaydı, onun vasıtasıyla tüm
insanlığa gönderilmiş olan Kur’an’ın ilk ayetinin geldiği günün üzerinden
sadece 70 sene geçmişti ve hepsi de biliyorlardı ki ‘’ Allah'tan başka ilah
yoktur.’’ Hepsi de biliyorlardı Zuhruf
Suresinin 54. Ayetini: ‘’ Firavun, kavmini küçük düşürdü (ezdi). Onlar da
kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplumdu.’’
Evet, şimdi başlarında bir firavun vardı. O firavun onları eziyordu, küçük
görüyordu ama yine de Firavun’a itaat ediyorlardı. Adeta kendi firavunlarını
kendileri yaratıyorlardı. Bu aklın ve mantığın alacağı bir şey değildi; o güne
kadar -aşağıda sayacağım- ve insan aklının almadığı pek çok olay gibi.
Mesela:
*Hz. Muhammed hayattayken eşi Ayşe’ye zina iftirasında bulunulması.
*Hz. Muhammed henüz hayattayken yalancı peygamberlerin ortaya çıkması ve bazı
insanların bunlara inanması.
*Peygamberimizin naaşı toprağa verilmeden halifenin kim olacağı hususundaki
tartışma.
*Peygamberimizin zevcesi, tüm Müslümanların annesi Hz. Ayşe ile Peygamberimizin
amcasının oğlu, ilk Müslüman genç, ilim kapısının anahtarı Hz. Ali’nin karşı
karşıya gelip savaşması.
*Hz. Muhammed ‘’ : "Size iki ağırlık terk ediyorum, onlara yapıştığınız
takdirde dalalete (sapıklığa) düşmezsiniz. Birisi Allah'ın kitabı, diğeri de
Ehl-i Beytim'dir".Dediği halde ehl-i beyte yapılan haksızlıklar ve zulüm.
[ Bu hadisi rivayet eden sahabiler
şunlardır: Zeyd b. Erkam, Cabir b. Abdullah, Huzeyfe't ibni Useyd, Huzeyme't ibni
Sabit, Zeyd b. Sabit, Sehl b. Sa'd, Dumayra, A'mir b. Leyla, Abdurrahman b.
Avf, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Adiyy b. Hatim, Ukbe b. A'mir, Ali b.
Ebi Talib, Ebu Zerr el-Gifari, Ebu Rafi', Ebu Şureyh el-Huzai , Ebu
Kudame el-Ensari, Ebu Hureyre, Ebu Said el-Hudri, Ebü'l-Heysem b. Et-Teyhan ,
Ebu't-Tufeyl A'mir b. Vasilah , Ümmü Seleme , Ümmü Hani.]
*Yukarıdaki Hadis’i herkesin bilmesine rağmen Cennetle müjdelenen Talha ve
Zübeyr’in, cennetle müjdelenen Hz. Ali ile savaşmaları.
*Hz. Ali’nin katli
*Hz. Hasan’ın zehirlenmesi
*Hz Hüseyin ve maiyetinin Kerbela’da feci şekilde katledilmesi
*Öncesinde Hz. Ömer’in katli
*Hz. Osman’ın katli...
Bunların hiç biri basitçe -uyduruk bir masal kahramanı olan- ‘’Abdullah İbn-i
Sebe’nin fitneleri’’ diye geçiştirilecek, onun sırtına yıkılacak olaylar
değildir ama aynı zamanda aklın mantığın alacağı olaylar da değildir.
DEVAM EDECEĞİM İNŞALLAH.