...
Bir süre yattığı yerden son birkaç gün içinde yaşadıklarını düşündü. Hiç
tanımadığı bir adam, hayatını ölümün pençesinden çekip alması, onu sevmeye
kalkması, onun hoş ve unutulmaz bir gece yaşatması hayatında yeni bir dönüm
noktası olmuştu.
Onu unutamıyordu.
Bundan böyle ona hayatında geniş bir yer vermek istiyordu. Ama bu nasıl
olmalıydı? O, buna sıcak bakacak mıydı? Neden olmasındı ki, direnmemiş, karşı
koymamış ve kendinin arzusu doğrultusunda onunla unutulmaz bir gece geçirmişti.
Onun bu hareketleri, Mary’ye sahiplenme cesareti vermişti.
Şansı tatmak isteyenlerin elbette cesarete ihtiyaçları da olacaktı. Talih bile cesaretli ve atılgan olanlara daha fazla yüz göstermiyor muydu? Bundan sonra ne yapabilirdi? Aklı da nefsi ile işbirliği için devreye girmişti.
Boşluğun içinde ölü bir şey, zamanın içinde ise öldüren bir şey vardı. Türk’ün hayatına girmesiyle içindeki boşluk dolar gibi olmaya başlamıştı. Acaba çekip giderse, yeniden geride içi doldurulamayacak bir boşluk bırakır mıydı? Aklına gelen bu endişeyi düşünmek istemedi.
Cliff’in genç denebilecek bir yaşta hayata veda etmesi, içinde
kapatılması ve doldurulması zor kocaman bir boşluk bırakmıştı. Almanya’da geçen
çocukluk yıllarını, okul hayatını, Cliff’le tanışmasını, onu sevmesini ve
ailesini terk etmesi gözlerinin önüne geldi. Duygulanmaya başlayacakken, ‘yaptıklarımdan
asla pişman değilim’ iç sözleriyle her şeyi geriye bıraktı. Hayatın devam
etmesi, bir daha asla geri dönemeyecek olması karşısında hayatı, böyle bir iş
yapmasına sebep olmamış mıydı?
Bilinçaltının çıkarıp aklına servis ettiği bu düşünceleri geri çevirdi. Geçmişe
takılıp kalmak istemiyor, yaşadığı her anın değerini fazlasıyla çıkarmak
istiyordu. Belki de dolu olan hayatına birini alamayacağına göre, hayatına
alabilecek bir boşluk olması gerekiyordu.
Dolu dolu geçen bir gece, hayatında ki bir su çukuru gibi kocaman bir
birikinti haline gelen boşluğu alıp gitmişti.
Huzurla yerinden kalktı. Duşunu alırken, çıplak bedenine baktı.
Olgunluğunun zirvesindeydi. Şu Türk
erkeğini bulmuşken gitmekte neyin nesiydi? Sevmek, bir bağlanma biçimi
olmalıydı. Sevmekle ona bağlanmıştı. Sevmek elbette zoru kolaylaştıracak, ağırı
hafifleştirecek, çetrefili sadeleştirecekti. İstemek seçmek, seçmekte
istemekti. Yazgıdan kaçamayacağından emindi.
Görev verilmişti. İster istemez, isteyerek ve severek Mısır’a gidecekti. İtiraz
hakkı yoktu. Kısa bir süreliğine de olsa savaş ortamından uzaklaşmış olacaktı. Savaş
ortamında olmasa dahi ajanlık yapanlara tehlike ve ölüm uzak sayılmazdı. Başına
ne geleceğini bilmiyordu. Ani bir saldırıyla karşı karşıya gelmesi pekâlâ
mümkün olabilirdi.
Kolay olanı herkes seviyordu. Zoru sevmek, taşa tohum ekmek gibi de olsa,
zor olanı seviyordu. Sevmenin güzel birinde aşkı aramak değil de, bir
başkasında kendini bulmuş olması tarafı daha hoştu. Ama aklı Türk’te kalmaya
devam edecekti. Belki de biraz aşk, yanında olanı sevmek değil de, gelmeyecek
birini beklemek olmalıydı.
‘Benimle yaşlansa, ona kitap okur, çay demler, şiir bile yazardım,’ diye
düşünüyordu.
“Acaba ona bir İngiliz pasaportu ve sahte evlilik cüzdanı düzenlesem,
onunla birlikte Mısır’a gitsem, o bunu kabul eder mi?” diye düşündü. Hem
Mısır’a evli bir çift gibi görünmesi, yapmak istedikleri için daha uygun bir
ortam sağlamış olacaktı. Türk komutan bunu kabul eder miydi? “Teklif etmeden
nereden bileyim? Kaybım ne olur ki?” diye düşündü.
Bu fikrini bir yolla komutana açmak istiyor, beyni onunla bir araya
gelmek için planlar yapmaya başlamıştı bile…
Korkut ise aldığı bilgileri komutanına aktarmış, edindiği istihbarı
bilgileri devamı için kadınla yakın olmasının uygun olacağı olurunu almış,
eğitim faaliyetlerinden geri çekilmişti. Korkut’a yeni bir görev tanımlaması
yapılmış, yapacağı işin planlama akışı ve zamanlamasında tamamen serbest
bırakılmıştı.
Korkut, kadının arayacağını biliyordu. Tekrar otele dönmüş, Mary’nin
odasına iki kişilik kahvaltı söylemiş, görevliyi gönderdikten sonra kapının
ziline basmıştı.
...
Ant. - 140520