Yansız bir cümleyi mesken tuttum. Belirteci olmamalı zamanın da mekanın da tebaasına sadık olmalıyım ve ellerimle büyütüp de uyuttuğum her günü umut bileşkesi ile çoğaltmalıyım.

 

Çoğaldığım üzere…

 

Oysaki azaldığıma vakıf dış mekân ve mütemadiyen özürlerimi sunuyorum sonra kollarını sıvazlıyorum ilhamın akla zarar bir öfke ile soluklanan her yaftayı da içre seriyorum artık kimse mekansızlığımla dalga geçip zamansız yanılgılarıma ve tevazuuma köstek olan.

 

Billur olsa yürek kime ne ki?

 

Sözcükler ne ağdalı ne sitemkâr.

 

Addedilen acı filan da değil zaten hayatın gerçekleri ve gerekçeleri ile sunuyorum sonra hafif bir tebessüm ekiyorum satırlara lakin okuyan olsun içindeki ön yargıyı istifleyen olsun anlamsızlıkla karşı karşıya geliyorum.

 

Anlatmak istediklerim bunlarla sınırlı kalsa keşke.

 

Ya da kapışan dış sesle iç sesimin izdihamına Tanrı dur derse.

 

Esefle sırtımı sıvazlayan kaleme teessüflerimi sunuyorum ve neden, diye soruyorum.

 

Sefil kalemim… ne suçu varsa…

 

‘’Yaz’’ dedin diyor sonra içre dönük metruk bir vecizeye dönüşüyor iç sesim ve kalibresi kaybolmuş acılarla suskun desibelli bir izdiham süre geliyor.

 

Belki de suçlanması gereken bilfiil benim hani zemin kaygan iken düşüp de kırdığım kalemin ucu.

 

Haz etmiyor benim suskunluğumdan ve bu sefer:

 

‘’Yeter’’ diyorum ve gerisin geri kaçıyorum.

 

Kocaman bir lahza.

 

Belli ki sıkılganlığımın eşref saati gelmiş.

 

Yüzünü buruşturuyor firar eden tüm sözcükler sonra da beni köşeye sıkıştırıyorlar:

 

‘’Ama sen istedin.’’

 

Ben neyi istedim de yoktan var etmedi Yaratan?

 

Belirsizliğin sükûtu hayale uğrattığı ömrü hayatımda içimden geçen ne ise bahşetti Rabbim hatta içimden geçmeyenleri bile.

 

Bilemedim ki mutlulukla içeri girdiğim o evin kapısından bir gün arkama dahi bakmadan çekip gideceğimi oysaki sarayımdı orası ve tek kişilik saltanatıma nifak sokan akbabalar.

 

Her şeyi noktalamıştım işte.

 

Tek virgülümdü hayallerim ki kurmaktan men ettiğim hayaller ve sırça köşkümde yalnızlığım kundaklanıp da son günlerimi cehenneme çeviren yabaniler.

 

Göze nasıl da hoş geliyordu oysa ve bana iyi geldiğine nasıl inanmıştım ve fanusumda yüzüp duruyordum oysaki…

 

Boğulma alametleri veriyormuşum ben ve buna vakıf olan da sadece Yaratan iken.

 

O kapının kapatılmasına günler kala bir gün kapım çaldı hiç beklemediğim bir anda ve geleni de içeri aldım elbet bilemiyordum kalıcı olduğunu görünürde elde tutulan somut hiçbir şey yoktu ve derken kalemin teşrifi ile sarayımdaki saltanatımın sonlanmasına ağıtlar dahi yakmadım.

 

Palas pandıras firar ettim elbet kendimdendi firarım sonra da neyim var neyim yok yeni bir yolculuğa çıktım ve yanı başımda peyda olan gölge beni asla da yalnız bırakmaya niyetli değildi ötesinde ben o gölgeyi pek de umursamıyordum ilk zamanlarda…

 

‘’Bil mukabil Gülüm’’ diyen hayal perim.

 

Sevgiyi filan da geçmiştim hani ki kendime uzak olduğumu sonradan öğrenecektim oysaki nasıl da emindim kendimi bildiğimden ve metin olduğumu sandığım yıllar aslında bir kandırmacadan ibaretmiş. Tescilli yalnızlığımı da sonlandırdığım bir milattır peşime takılan bu komik gölgeyle hayatımın kalanını paylaşacağımı da asla tahmin edemezken.

 

Vakur bir gölge hem de.

 

Tespit edilmiş tüm suçlardan arındığım sözüm ona lakin kalbimin daha çok kırılacağına sonradan vakıf olacağım.

 

Rengim lacivert bu gece.

 

Dünse maviydim.

 

Bir evvelki gün kan kırmızısı.

 

Tüm metaforlar beni ele geçirdi işte ve düştüm madem bir kez yola.

 

Başımı alamadığım ve de gözlerimi.

 

Kalbimi teslim ettiğim ve ellerimi.

 

Bir manifesto ise ne ala.

 

Bir serenat ise bakalım sol anahtarı açacak mı kalan kapıları.

 

Denk düştüğüm belirsizliğin hangi heceyle eşleştiği.

 

İzdiham yüklü evrende artık gerçek manada insanlarla arama sosyal mesafe koymam gerekliliği ki en baştan bunu yaptığıma kani iken gördüm ki; samimiyet illa ki geri tepiyor.

 

Üstelik birileri bana acısın diye yazmıyor ve yaşamıyorum.

 

Üstelik yazdığım her şeyin bu kadar gerçek olduğuna nasıl kanaat getiriyorsa insanlar.

 

Ben bir hayalim çünkü.

 

Yorganım ise ipek.

 

Yüreğimin süzgecinden geçen yalancı sevgiler geride devasa bir tortu bırakıyor ve ben berrak ruhuma minnet doluyum.

 

Aşkın asasından da öte…

 

Kalemin asası.

 

Çünkü kalemim asi ve kızgın bir o kadar halis munis belki de çapkınca geziniyor sözlükte.

 

Ve işte şerh düşüyorum geceye:

 

‘’Yarın yeni bir gün, azizim.’’

 

Sevsen de sevmesen de üstelik ben bir ömür herkesin yerine kolayca sevmişken.

 

Konu kapanmıştır elbette bir sonraki yazıya değin yoksa yaz’ı nasıl yaşar benim hazan yüreğim?

 

 


( Kalemin Öncesi Ve Sonrası... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 15.05.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.