Güneşi özleyen karanlıkta yol alırsa, ancak gözlerini kapattığında geçmişinden kalan kırıntıları görerek hasret giderir. Oysa yürümektedir, nefes almaktadır. Ayağını neye basmaktadır, şüphe ve vesveseyi öldüremeden ilerler. Dokunmak ister, bir ses duymak ister, gözleri görmez. Karanlık, kimine simsiyah, kimine ah, kimine ise ani baskınlara sebep olan silah… 


Karanlık yokluktur, Kabe’nin örtüsüdür de. Neden Allah c.c. Kabe’nin örtü rengini siyah seçmiştir? Karanlık her kötülüğü kapatır çünkü. İçinde gizem vardır. Belki karanlığa bakınca dünyalık her şeyi yok etmesisidir sebep… İnsanın bildiklerini unutmasıdır. İnsan Kabe’yi görünce sıcak bir havada karanlığına bakar. Mermer döşeli yerler belki ayakları yakar. Kabe aslında temizlenme yeri, geçmişi sıfırlama ve tövbe etme alanı. İlahi aşka teslim olma yeri. Bunu yapabilmek için geçmişin izlerini zihinden silmek ve karanlığın içinde sonsuzluğu hissetmek gerekir. Her dönüşte etrafını gezegenlerin güneşin aydınlığa şahit olması yerine, uzayın karanlığına dalarak huzuru bulmak, her nefeste, ileriki yaşamını yeniden senaryo etmesi gerekir.  Oradan ayrılmadan önce, göz kapandığında sadece karanlık kalmalı zihinde. Eski yaşamına döndüğünde, gözünü açıp, o karanlığının nuru ile hayatına yeni bir pencere açıp, zihninde yeni anıları doldurmak… Güneşin varlığını dosdoğru bir ışın çizgisinin yörüngesine oturtmak gerekir. Göz artık karanlığı tanımaz olunca, güneşi aramazsa işte huzuru bulacak hayatı tanımış olur. Yok, güneş diye tutturur, ona bakınca göz kamaşır ve güneşe bakınca karanlık rahatsız ederse, eskiye dönmüşüz demektir. Göz eskisi gibi yaşadıkları karşısında dünyalığın içinde kamaşır ve viraneye döner. Yine aynıdır bürünülen elbise yahut geçmişteki hissedilen.


Karanlık, ancak bir ışıkla aydınlanır. Geceleyin olduğu gibi eğer doğal olan ve fiziksel bir araçla aydınlanıyorsa, bu bizi rahatsız eder. Yahut insanın kalbini saran ışık demeti, nur olur da araçsız o karanlığı aydınlatırsa, a anımız yokluğun rüzgarıyla zihnimizde aydınlanır. Korkulan ve içinde anlamsız yaratıkların hayali ile dolmaz. O karanlık o kadar sevimli gelir ki, sanki geceleri özleriz. O geceler dem olur, çay içerken sıcaklığı bizi uçurur verdiği hazla… 


Zihnimizde ne kadar korku veren karanlık kalmışsa, silmemiz gerekiyor. Karanlık boşuna mı yaratılmıştır ki… Bel bağladığımız ve yaşattıklarımızda onları görmeye özlem duyarız. Uyuruz, yine sabah olur güneşi ararız. Hatta yağan yağmur yahut kar bile bizi umutsuzluğa iter… Sıcacık bir güneş, teni yakan ışınları bizi sarsın isteriz. Kim düşünür ki, karanlık bir yaşam modeli olur, zihinlerdekini siler, beynimizi boşaltır… Göz görmezse, nasıl bir yaşam olurdu ki? Allah bu yetiyi kaybedenlere sabır versin, bu dünyada özlenen güneşi asla göremeyecekler. Onlar karanlığa teslim olmuşlar, sonuçta onun keşfini yaşıyorlar. Kim bilir bu yetiyi kaybetmekle, gören gözün görmediği nice bilinmeze vakıftırlar. Gören gözden belki de daha mutludurlar…Rahmetli ozanımız Aşık Veysel gibi…Ne güzel eserler sunmuştur, sanki görüyor gibi gözleri!


Karanlığın olumsuz olduğunu asla düşünmüyorum. Yaratılmasında bize yansıyan işaretlerini iyi görmek lazım. 


Saffet Kuramaz

( Karanlık- Bir İçsel Kaynaşma başlıklı yazı safdeha tarafından 14.05.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.