İLMİN ÖNEMİ
Mukaddime:
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’u Teâlâ’nın Adıyla…
Hamd, Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed aleyhisselâm O’nun kulu ve Rasûlü’dür…
Bundan sonra:
Değerli Müslümanlar! Her
amaç bir araca ihtiyaç duyar, her varılacak diyarın bir yola ihtiyaç duyduğu
gibi. Bizler de duraktaki yolcu misali bu fani olan yaşamda ölümü
beklemekteyiz… Nasıl ki yolcu gideceği yerin aracına biniyorsa bizlerde gitmek
istediğimiz yere bizleri vasıl kılacak, bizleri ulaştıracak olan amelleri
işliyoruz.
Hepimiz biliyoruz ki bu
hayat yalnızca bir imtihandan ibaret… İmtihanı geçenleredir ebedi cennet… Birde
düşünelim ya geçemez isek. Zumerra cehennem azabun elim…
Ancak Rabbimize hamdolsun
ki bizler Müslümanlar olarak Cennet’i arzulayanlarız. Hani dedik ya her aracın
bir amacı, her diyarın bir yolu vardır diye, şimdi soruyorum sizlere bizleri
arzuladığımız amaç kıldığımız Cennet’e götürecek olan yol nedir? Bakın bu
sorumuza Resul’ü Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem nasıl cevap veriyor:
“Her şeyin bir yolu
vardır. Cennetin yolu da ilimdir.” (Deylemi)
Peki, nedir bu cennetin
yolu olan ilim?
İlim: إِدْرَاكُ
الْشَّيْءِ عَلَى مَا هُوَ عَلَيْهِ إِدْرَاكًا جَازِمًا “Bir şeyi bulunduğu hal
üzere kesin olarak idrak etmek” demektir. Öz itibari ile bilmektir, bilmek.
Ancak Cennet’i kazanmak bu kadar kolay olmasa gerek. Nice insanlar vardı ki
ilim ile yüceliyordu. Ve yine niceleri de o ilmi yaşamadığından dolayı dünyada
bir yüke, ahirette ise elim bir azaba duçar oluyorlar. İşte nüzulünden kıyamete
kadar okunacak, insanları bu yolda doğruluğa ulaştıracak olan bir ayeti kerime.
Bakalım Rabbimiz Âraf suresinde bizlere bunu nasıl beyan ediyor:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz halde, onlardan sıyrılan ve şeytanın arkasına taktığı sonunda da azgınlardan olan o kimsenin haberini anlat.” (Araf : 7/175)
“Dileseydik onu, bununla yükseltirdik. Fakat o; yere saplandı (veya yere saplandı) ve hevesine uydu. Artık onun hali; o köpeğin hali gibidir ki, üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin hali böyledir. Sen, kıssayı anlat. Belki düşünürler.” (Araf : 7/176)
Subhanallah… Ne büyük
tehdit, ne kötü bir son vardır ilminin amili olmayanlara.
Bu ayetler ilmi yüklenip de ve haktan sapan bir kimseyi, bazılarına göre Belam b. Baura’yı anlatır. Bir hatırlayalım o dili köpek gibi sarkıtılan adamı:Musa (a.s), Kenaniler’in Şam`daki topraklarına girmişti. Ken`aniler`den bazıları Belam`ın yanına gelerek: “Ey Belam, Musa, İsrail oğullarının başında olduğu halde bizi yurdumuzdan sürmek ve öldürmek üzere geldi. Bizim ülkemize İsrail oğullarını yerleştirecek. Senin kavmin olan bizlerin ise yerleşecek bir yerimiz yok. Sen duası kabul edilen bir kimsesin. Onları defetmesi için Allah’a dua et”, dediler. Belam: “Yazıklar olsun size! O Allah’ın elçisidir; melekler ve müminler de onunla beraberdir; onlar aleyhine nasıl dua edebilirim! Bu ilmi bana Allah öğretti” diye red cevabı verdi. Kavmi dua etmesi hususunda ısrar edince Belam da eşeğine binerek, Musa (a.s) ve ordusunun çıkmakta olduğu dağa doğru ilerledi. Biraz gittikten sonra eşeği yere çöktü. Eşeğine binerek biraz ilerledikten sonra hayvan yine çöktü. Tekrar eşeğini kaldırdı biraz yol aldı. Eşeği yine çöktü. O, yine eşeği yerinden kalkıncaya kadar dövdü. Nihayet eşek, Belam aleyhinde bir delil teşkil etsin diye, Allah’ın izni ile konuşarak şöyle dedi: “Ey Belam, nereye gidiyorsun? Meleklerin önümde durarak beni yolumdan çevirdiklerini görmüyor musun? Allah elçisi, Musa (a.s.) ile müminler senin kavmin aleyhinde dua etmektedirler.” Fakat Belam, buna aldırış etmeden eşeğini döverek yoluna devam etti. Nihayet eşek onu o dağa çıkardı, Musa (a.s.)`ın ve ordusunun karşısına götürdü. Belam İsrail oğullarına beddua edeyim derken Allah onun dilini kendi kavmi aleyhine çevirdi. Yanında bulunan halk, onun kendi aleyhlerine beddua etmekte olduğunu görünce: “Ey Belam! Ne yaptığını biliyor musun? Sen İsrail oğullarına hayır duada, bizlere bedduada bulunuyorsun” dedi. O ise: “Ben bunu kendi ihtiyarımla yapmıyorum, Allah dilime hâkim oldu” dedi. Bunun üzerine dili ağzından çıkarak göğsü üzerine sarktı. Sonra kavmine: “Dünya ve ahiret benim elimden gitti” diyerek acı acı seslendi.
Mademki, o hevâ ve
hevesine uydu, dinden sıyrılıp çıktı ve insanlık bakımından alçaldı, işte artık
onun temsili bir köpek gibidir, sen onu sevk etsen de kehler, bıraksan da
kehler, yani onu yorsan da dilini çıkarıp solur, kendi haline bıraksan da
dilini çıkarıp solur, hiçbir zaman ıztıraptan, acıdan kurtulamaz.
Aynı şekilde Rabbimiz
yine Cuma suresinde yaşanmayan ilmi eşeğin sırtındaki yüke benzeterek şöyle
buyurmuştur:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Kendilerine Tevrat yükletildiği halde onu taşıyamayanların misali; koca koca kitablar taşıyan eşeğin misalidir. Allah´ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne de kötüdür. Ve Allah; zalimler güruhunu hidayete erdirmez. ” (Cuma : 62/5)
Buradaki ifadeden de
anlaşıldığı üzere ilim insanın amel etmesi içindir. Aksi takdirde dünyada bir
yük ahirette ise azap vesilesi olacaktır. O vakit bileceğiz ama yaşama pahasına
bileceğiz. Neyi mi bileceğiz? Rabbimizin bir emri ile var olup bir diğeri ile
yok olacak olan aciz bizleri ne için yaratmış olduğunu bileceğiz. Bizleri bu
hayata gönderen Allah Azze ve Celle bizlere yegâne amacımızı da haber veriyor:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Ben, cinnleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyât : 51/56)
“Yalnızca ve yalnızca
kulluk” Peki kul kulluğunu nasıl
bilecek, nasıl hakkıyla eda edecek. Bizler şu an yaşamaktayız ve her canlı gibi
ölümü tadacağız. Yaşam ve ölüm! Rabbimizin bunları yaratılmasının da bir sebebi
var. Bakın Rabbimiz Allah bunu bizlere nasıl haber veriyor:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Hanginizin daha iyi amel işlediğini denemek için ölümü ve hayatı yaratan O´dur. Ve O; Aziz´dir, Gafur´dur. ” (Mülk : 67/ 2)
“İlla liy’abudun” ve “ahsenu amela”, “Yalnızca kulluk” ve “güzel amel” mademki Rabbimiz bizi bunun için yarattı bizlerde kulluğumuzun gereği olarak bunları bilmek mecburiyetindeyiz. Hani dedik ya kul, kulluğunu nasıl bilecek diye, cevap belli: Yalnızca ilim ile… O vakit ilim semamızı ilk olarak kulluk bilinciyle aydınlatmamız gerekiyor. Bu sebeble Allah Azze ve Celle hususen Rasulullah’a, umumen ise tüm ümmeti Muhammed’e hitaben şöyle buyuruyor:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Gerçek hükümdar olan Allah; yücedir. Kur´an sana vahyedilirken; vahiy bitmezden önce unutmamak için acele tekrar edip durma ve: Rabbım, ilmimi artır, de.” (Taha : 20/114)
Rasulullah (s.a.v) bir
hadişi şeriflerinde şöyle buyurmuştur.
“İlim talep etmek her
Müslümanın üzerine farzdır.” (İbn Mace)
Evet kardeşlerim! Allah
Azze ve Celle Nebisine ilmimi arttır diyerek dua etmesini emrediyor. Ona
demiyor ki ya Rabbi malımı ya Rabbi mülkümü ya Rabbi eş ve evlatlarımı artır…
Rabbimizin emri ilimdir, İlim. Bu noktada Ali’nin (r.a.) talebesi Ukeyl’e
yaptığı ilim ve mal kıyaslamasında bizlere büyük ibretler var. Şimdi dönüyoruz
1400 küsür yıl önceye ve kulak veriyoruz Ali b. Ebi Talib’e:
“Ey kumeyl! İlim maldan hayırlıdır” neden çünkü: “İlim seni korurken malı koruyan sensin”; “İlim
hakimdir, mal ise mahkum”; “Mal
kullandıkça azalır ilim ise sarf ettikçe artar.”
Evet değerli Müslümanlar
Ali’nin (r.a) talebesi Kumeyl’e söylediği üzere üç nedenle ilim maldan daha
hayırlıdır. Bunlar:
1- İlim seni korurken
malı koruyan sensin.
2-İlim hakimdir, mal ise
mahkum.
3- Mal kullandıkça
azalır, ilim ise sarf ettikçe artar.
Velhâsıl kelam
kardeşlerim! Zerreden kürreye, “elif den “ye”ye kadar her şey ilime muhtaçtır.
Bilinçli toplumlar ancak ilim ile yetişir, sarsılmaz inançlar da yalnızca ilim
ile kaimdir.
Şimdi bir bakalım o 600
lü yılların Mekke’sine. Bakalım şirkin ve putperestliğin hâkim, İslam’ın ise
zayıf olduğu o döneme! 13 yıl… 13 yıl boyunca Mekke’de Rasûlullâh’ın ilim
halkasında yetişti o güzine muhacirler. Onlar ki sayıları bir avuç kadar bile
değilken az bir süre sonra imparatorlukları, o zaman ki dünyanın 2 süper gücü
olan Pers’i ve Bizans’ı dize getirdiler. Ama unutmayalım ki onların temelleri
ilim idi. Rasûlullâh’ın ilim halkasında bulunanlardı onlar. O İslam’ın zayıf
olduğu, dönemde Daru’l-Erkam da en büyük muallimden yani Resul’ü Ekrem’den ilmi
öğrenmişlerdi. Onlar ilimleriyle, onlar amelleriyle Medine İslam Devleti’nin
tohumlarını oluşturuyorlardı. İşte bu ilim meclisindeki bir neferdi tüm Medine
ahalisinin İslam’ına vesile olan. Kimdi bu sahabe kimdi? Hepimiz biliyoruz
Musab b. Umeyr’i. Bir hatırlayalım O’nun İslam’dan önceki halini. O ki
yaldızlı, ipek elbiseler içerisinde
Mekke’nin en yakışıklı gençlerinden iken kendini Allah’a adayan ilim aşkıyla
yanan insanlardandı. İşte oydu Medine ahalisinin İslam ile şereflenmesine
vesile olan sahabi. Peki, yüzlerce kişi nasıl oldu da onun anlattıklarına tabi
olmuşlardı? İşte buraya dikkat edin, iyi dinleyin onda Kur’an’a ve de Sünnete
dayanan bir ilim vardı. O ilimdi yüzlerce kişiyi İslam ile şereflendiren.
Onlar halisane niyet ile
Rabb Teâlâ’nın rızası uğruna Mekke’de, küfrün yatağında ilim öğrenme gayretine
girmişlerdi. Onlar sayılarına bakıp da yılmadılar, bir avuç topluluk koca
dünyaya ne yapabilir demediler. Öğrendiler ilmi öğrendiler, Rabbimizin hayat
nizamı olarak indirdiği kelamı yani Kur’an’ı öğrendiler…
Ey Müslümanlar topluluğu!
Size en büyük kerameti haber vereyim mi? En büyük keramet İbn Teymiyye’nin de
dediği gibi istikamettir, istikamet. Sadece sıkıntıda, musibette, darlıkta ve
yoklukta değil, yemenizden içmenize, ticaretinizden ailevi meselelerinize kadar
tüm yaşantınızda Allah’ın hududunu kuşanmanız, ondan hakkıyla korkmanızdır
istikamet. Oysa insan baktığında yedi kat semaya, ayaklarının altındaki
sarsılmaz arza, üzerine doğan güneşe, evrene hâkim geceye; pek de zor olmamalı
kulun her daim Allah’ı hatırlaması, ondan gereği gibi korkması. Fakat hangimiz
bugün bunları gördüğünde Allah’ı hatırladı, hangimiz bir saniyeliğine de olsa
bunları tefekkür etti. İşte ilim ehlinin değeri burada ortaya çıkıyor. Şimdi
soruyorum sizlere Allah’tan hakkıyla kimler korkar diye, cevap Rahman’dan
dinleyin ve kulak verin ilahi vahye:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“İnsanlardan da, yerde yürüyen canlılardan ve davarlardan da böyle renkleri değişik değişik olanlar vardır. Allah´tan ancak bilgin kulları korkar. Muhakkak ki Allah; Aziz´dir, Gafur´dur.” (Fatır : 35/28)
İşte Rabbimiz onların
ilimleri vesilesiyle kendisinden hakkıyla korkacaklarını apaçık bir şekilde
beyan ediyor. Ve bakın Rabbimiz Kur’an’ı Kerim de ilim sahiplerinden ve de
onların derecelerinde şöyle bahsediyor:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Allah, şehadet etti ki: Gerçekten O´ndan başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahibleri de adaleti ayakta tutarak buna şehadet ettiler; O´ndan başka ilah yoktur. O, Aziz´dir, Hakim´dir.” (Âli İmrân : 3/18)
Görüldüğü üzere ayette
Allah Subhanehu ve Tealâ, kendisinden başka ilah olmadığı gerçeğine önce kendi
zatını daha sonra melekleri, üçüncü olarak da ilim sahiplerini şahid
göstermektedir. Bu ayet, ilmin ve ilim ehlinin yüceliğini gösteren en büyük
delillerden biridir. Zira Rabbimiz burada “lailahe illallah”a şehadet edenler
olarak mal sahiplerini, mülk sahiplerini ve diğerlerini zikretmedi. Bir
düşünelim Rabbimiz bir şeye şehadet ediyor ve buna kendi ile birlikte ilim
ehlini de şahit kılıyor. Birde Mücadele suresinin 11. ayeti kerimesine bakalım:
Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler; size: Meclislerde yer açın, denilince; yer açın ki, Allah da size açsın. Kalkın, denince de kalkın ki, Allah içinizden iman etmiş olanları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah; yaptıklarınızdan haberdardır.” (Mücadele: 58/11)
İbni Abbas radıyallâhu
anhuma bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: “Âlimler, cahillerden yedi yüz
derece üstündür ve her derece arasında beş yüz yıllık mesafe vardır.”
Evet kardeşler işte âlim
ile cahil arasındaki fark… Rabbimiz Allah Azze ve Celle de: “De ki: Hiç
bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 9) buyurarak ilmin ve ilim ehlinin
üstünlüğüne işaret etmiştir.
Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ilim tahsilinde bulunanlar hakkında nasıl buyuruyor:
“Her kim ilim tahsil
etmek amacıyla bir yola gidecek olursa Allah onu cennet yollarından bir yola
sokmuş olur. Kuşkusuz ki melekler ilim yolunda olan bir kimseden
hoşnutluklarından dolayı (ona) kanatlarını sererler ve göklerde ve yerde
bulunan (yaratık)larla suda bulunan balıklar (tümüyle Allah’tan) âlimin
bağışlanmasını dilerler. Muhakkak ki âlimin âbide (olan) üstünlüğü ayın
ondördüncü gecesindeki dolunayın diğer yıldızlara (olan) üstünlüğü gibidir.”
(Ebu Davud; Tirmizi)
Ve yine Rasûlullâh’ın
vefatından sonra sahabeden bir zat gelip, oradaki topluluğa: “Ey insanlar!
Koşun mescide, Rasûlullâh’ın mirası dağıtılıyor” dedi. İnsanlar da bir heyecan
ve koşup gittiler mescide. Baktılar ki bir ilim halkası kurulmuş, Allah’ın
kelamı, Rasûlullâh’ın hadisleri zikrediliyor, başka bir şey yok hemen geri
döndüler ve dediler bizi kandırdın. O zat ise şu hadisi zikreder:
Rasulullah (s.a.v) bir hadişi şeriflerinde şöyle buyurmuştur.
“Âlimler, nebilerin
vârisleridir. Nebilerden miras olarak dinar ve dirhem bırakmazlar, ilim
bırakırlar. Kim o ilmi elde ederse çok büyük bir nasip elde etmiş olur.” (Ebu
Davud- Tirmizi)
Nitekim ilim bâki mal ise
fânidir. İlim tahsilinde bulunan kişi için o ilim hem dünyada hem de ahirette
bir fazileti celb eder. Lakin mal böyle değildir. Mal ise kabre kadar sahibini
takip eder sahibiyle beraber kabrin ötesine gidemez. Allah ilmi bereketli
kılmıştır. Bir hatırlayalım kardeşler neydi Musab’ı tek başına koca Medine’nin
muallimi eden, neydi Mekke’de ki bir avuç Müslümanın kısa bir dönemde Pers’i
Bizans’ı dize getirmesinin hikmeti? Sadece onlar mı? Vallahi hayır. Eğer bu gün
diyorsak ki İbn Abbas, İbn Mesud, Hasan-ı Basri, Said b. Cubeyr, Ata, İkrime,
Mücahit ve diğerleri şöyle dedi diye ve yine diyorsak, bu konuda Ebu Hanife
şöyle dedi, İmam Malik’in görüşü budur, İmam Şafi, İmam Ahmet’ten şöyle nakil
olunuyor. İşte bu Allah’ın ilim ehline vermiş olduğu fazilet dolayısıyladır.
Onlar daha dünyada bu fazilete nail olmuşlar ki bizler 1400 yıl veya 1000 küsür
yıl evvelki o zatları rahmetle anıyoruz. Onlar için “rahmetullahi aleyh”
diyoruz. Birde bakalım 1000 yıl evvelde ki mal mülk eş evlat makam ve mevki
sahiplerine… Var mı aramızda onlardan haber verebilecek olan. Evet kardeşler
emin olun ki malın varisi unutulur Peygamberin varisi ise aslaa… O vakit Ebu’d
Derda’nın şu nasihatinde bizler için kaçınılmaz bir öğüt var:
“Ya âlim, ya öğrenci, ya
da ilmi dinleyen ol. Dördüncüsü olma, çünkü helak olursun.”
Ve yine o şöyle demiştir:
“İlim ancak arayıp
öğrenmekle olur. İlim için sabah çıkıp akşam dönmenin cihâd olmadığını sanan
kimsenin aklı eksiktir.”
İşte o ilimde Allah’a and
olsun ki, ilim de bu meclislerden, ilim mescitlerinden ve de medreselerden
geçmektedir. Allah’ın razı olacağı topluluk işte böyle yerlerde yetişir.
İlimsiz, bilinçsiz topluluklar hiçbir zaman felaha eremezler. İşte an bu andır.
O vakit öğrenin; ilmi öğrenin; kulluğu öğrenin; sıdkı; ihlası ve takvayı
öğrenin. Umulur ki Rabbimizin razı olacağı bir topluluk oluruz. O zaman ne mi
olur? İşte o zaman ilmin aydınlığının yanında küfrün tüm karanlığı söner. Nasıl
ki Mekke’de ki bir avuç Müslümanın nuru Ceziretu’l-Arab’ı kuşattıysa, ilim
sahibi olmamız halinde da bizlerin de durumu onlardan çok da farklı
olmayacaktır.
Evet değerli Müslümanlar!
İlim konusu deryalara bedeldir. Biz o deryalardan bir katre de olsa dilimizin
döndüğü gücümüzün yettiğince nakletmeye çalıştık. Rabbimden önce nefsim sonra
da siz değerli din kardeşlerim adına unutulmayacak bir ilim istiyorum ve
hepimiz adına el-Âlim olan Allah’a nida ederek diyorum ki: “Rabbimiz ilmimizi arttır.”
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salât ve selâm
yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve
ashabının üzerine olsun.
Yardım ve başarı, izzet ve şeref Allâh’tandır.
O, her şeyin en iyisini bilendir.
Muvahhid Kullara Selâm Olsun.
KAYNAK :
Muhammed Furkân Saîd