Efendim sizler şimdi ’Sıra porno filmlere geldi ’ Sanıyorsunuz zannedersem...Henüz değil. Bahsettiğim Anjelik, Edvige Fenech ve Emmanuealla filmleri oldukça erotik filmler olmakla beraber henüz seks filmleri diye bahsedilen döneme gelmemiştik.

Yabancıların seksi filmlere yöneldiği yıllarda bizimkiler o zamanın en seksi gazetesi olan Tan da yayınlanan Killing adlı bir fotoromana el attılar ve bu kahraman(!) bizimkiler tarafından Türk sinemasına uyarlandı. Yahu herif bildiğin katil ama bi seviyoruz bi seviyoruz sormayın. Killing yani Ölüm’ümüz İrfan Atasoydu.

Sonra çizgi kahramanlar filme aktarıldı. Salih Güney Ontario kurdu Kaptan Swing oldu. Adını hatırlayamadığım bir vatandaştan da Nevada Rangeri Tom Miks yaptılar. Tom Miks’ten hiç unutmadığım anı ise Konyakçı rolündeki kişinin gerçek hayatta tam bir şarapçı olduğu idi. Doktor Sallaso ise yanlış hatırlamıyorsam nalbant filandı.

Türk filmlerinde ’Yeşilçam modeli ’ dediğimiz bol ağlamaklı filmler ile bu çizgi romanlardan uyarlanan filmler devam ededursun yabancı filmlerde yeni bir kuşak daha başladı: Karate filmleri...İlk başlarda meşhur Wang Yu vardı... Zavallım bir türlü sapasağlam bir adam olarak çıkamadı hain düşmanlarının karşısına. Ya gözleri kör, ya kolsuz kahraman olarak arz-ı endam etti. Ama nedenini, niçini anlamadığımız bir kavga içine girdiği zaman o sakat haliyle yüzlerce düşmanını yere sermekten de geri durmadı hani.Daha sonraları ise Bruce Lee efsanesi başladı.

Ben bu gün hâla Çin ve Japon karate filmleri seyretmeye bayılsam da bir türlü çözememişimdir kim kimle ne için dövüşür bu filmlerde... Artizlerin, senaryo yazarının ve rejisörün isimleri biter bitmez filmin daha ilk karesiyle birlikte bir kavga başlar, filmin sonuna kadar o ona bu buna vur Allah’ım vur. İyi de paylaşamadığınız ne be mübarek adamlar? Anlayabilene aşk olsun. Tabii ki söylemeye gerek yok..O filmlerin oynadığı yıllarda alayımız ya Vang Yu, ya da Bruce Lee’yiz. Artık sokaklarda hain nazarlarla bize bakan köpeklere bile ’Hiaaaa’ Diye hamle yapıyoruz ve zavallıcıklar kuyruklarını bacaklarının arasına sıkıştırıp ’ kıyyy kııyyy ’ Diye inleyerek kaçıyor bizim şerrimizden. Birbirmize karateyi ne kadar bildiğimiz göstermek için ya da mahalledeki kızlara hava atmak amacıyla kiremitlere kafa atmaktan kimi arkadaşlar beyin travması geçirdi kimileri de bu gün hâla boynuzlu olarak dolaşmakta ortalıkta.

Eeeee...Elin gavuru bir sürü uyduruk kahraman üretir de bizimkiler durur mu ? Bizimkiler de ilk etapta Karaoğlan’ı sürdüler piyasaya...Yok yahu Ecevit değil..Hay Allah’ım...Milletin aklı fikri siyasette...Suat Yalaz’ın çizgi roman kahramanı Karaoğlandan bahsediyorum. Kartal Tibet’e çok yakıştı Karaoğlanlık ama hiç birimiz çöp gibi bir adam olan Danyal Topatan’ın ( Filmdeki adıyla Camoka ), aslan gibi bir adam olan ve gerçekte Dünya Güreş şampiyonu olan Yavuz Selekman’ın ( Filmdeki adıyla yanlış hatırlamıyorsam Yamtar ) beline sarılarak onun belini kırdığına inanmadık. Türk sinemasında yaşadığımız ilk hayal kırıklığı buydu. Koskoca bir dünya şampiyonun belini o çöp gibi, kara kuru, ağzında dişi bile olmayan adam nasıl kırabilirdi? Gerçi aslanım Karaoğlan almıştı intikamını aynı şekilde ama olsun. Yine de Camoka, Yamtar’ın belini kıramamalıydı. Kırardı kıramazdı münakaşaları az daha benim belin kırılmasına da sebep oluyordu. Arkadaşım Abuzer ( en fazla 45- 50 kilo ) ile ben ( 80 Kilo ) bir kapıştık ’kırılır, kırılmaz’ diye, namussuz  ’ Pes ’ demesem az daha belimi kırıyordu.

Bu arada siyah beyaz filmden renkli filmlere de geçtik. Türk sinemasındaki ilk renkli film 1953 te çekilen ’Halıcı Kız’ filmi olmakla beraber filmlerimiz hep siyah beyazdı ve benim seyrettiğim ilk renkli Türk filmi yanlış aklımda kalmadıysa baş rollerinde Kartal Tibet ve Hülya Koçyiğit’in olduğu ’ Senede bir gün ’ İdi ki o filmde Münir Özkul’un ölüm sahnesi, Adnan Şenses’in ’Senede bir gün ’ şarkısı ve filmin finalinde Kartal Tibet ve Hülya Koçyiğit’in ruhlarının göğe yükselmesi sahnelerini asla unutamam.

Evet...Karaoğlan demiştik...Hemen akabinde Kartal Tibet bu sefer de karşımıza Tarkan olarak çıktı ama ne çıkış. Kafasında hangi kuaförden alındığı belli olmayan bir bayan peruğu, sarkan saçları yandan siyah toka ile tutturulmuş vaziyette...Üstünde bir heyvan postu ve kıçında merserize bir külot. Bir de kurtu var ki sormayın. Tarkan ’Atıl Kurt ’ Diyor, zavallı Terrier cinsi köpek önündekinin elini yalıyor, adam kurt’u(!) Alıyor iki eliyle, boynunun üzerine koyuyor, kurt, adamın boynunu yalıyor, yalanan yerden iki saniye sonra halis domates salçaları ve -boyacının aşkı- kırmızı Merbolin boyalar aşağı süzülüyor. Tam komedi yani. Ama o yıllarda bunları hep yiyoruz tabii ki. ’Of beeee..Kurt nasıl da daldı adama, helal Tarkan kafirlerin kanını işte böyle dökeceksin ’ Diyoruz.

Bizimkiler baktı ki tarihi filmler iş yapıyor bu sefer Cüneyt Arkın’a ’ Oğul gel seni salonlardan alah da azıcık şu bizim Fatih’e fedailik yap ’ Dediler ve bizim sarışın Cüneyt oldu sana Kara Murat...Sonra Malkoçoğlu, Battal Gazi, Hatta Kılıçarslan bile oldu. Türk dünyasını kurtardıktan sonra hızını alamayıp bir de ’ Dünyayı Kurtaran Adam ’ bile oldu ileriki yıllarda.

Cüneyt Arkın ile birlikte Türk sinemasında şaheserler yaratılmaya başlandı. Mesela bu filmlerde Kara Murat, aşağıda ellerindeki mızrakları yukarı kaldırmış olan kahpe Bizanslıların üzerine karın üstü uçuyor.Hem de Rumeli Hisarı’nın en yüksek burcundan... Normalde o uçuşla en az on mızrak tarafından delik deşik olması lazım ama adamda iman gücü var. Hiç bir halt olmuyor. Yine mesela iman gücüyle adam pazarda eline geçen bir karpuzu bi fırlatıyo hain düşmana, onunu birden hâk ile yeksan eyliyo. O kadar keramet sahibi bir insan ki, adamın kılıcı elinden düşüyor denizde ama o çifte su verilmiş çelik kılıç denizin dibini boylayacağına suyun üstünde yüzüyor. Nice hancı kızları, karıları ya da Bizans İmparatorlarının şıllık karıyla tam bir haram gecesi yaşadıktan sonra tek bir kez gusül abdesti aldığına şahit olmadığımız birinin nasıl olup da böylesine kerametler gösterdiğini sormak ise o yıllarda hiç birimizin aklının ucundan dahi geçmiyor doğal olarak.

Artık biraz büyüdük. Bazı şeyleri aklımız kesmeye başladığı yıllarda yani Lise yıllarımızda bir yabancı film ortalığı alt üst etti. Bakırköy Tınaztepe Sinemasının önünde tam üç gün üstüste kuyruğa girdikten sonra nihayet üçüncü günün sonunda bir ay sonrasına bir bilet bulabildim bir film için. Hangi film mi: LOVE STORY- AŞK HİKAYESİ...Baş rollerinde Ryan O’ Neil ve Ali Mc Grav oynuyor...Kafanız karışmasın Ali filmdeki bayan...Filmdeki adı neydi unuttum ama asıl adı Ali idi. Yahu bildiğin bizim fakir kız zengin erkek ve kanser olayı...Hâla düşünürüm o filme neden o kadar rağbet gösterildiğini.

12 Eylül 1980 İhtilali öncesinde bu tarihi kahramanlık filmleri dışında dini nitelikli filmler de bir ara oldukça ses getirdi. Mesela Demir Karahanlı Hz. Ali oldu, Reha Yurdakul Hz Ebubekir, Orçun Sonat Hz. Ömer’i canlandırdı. Yanlış hatırlamıyorsam Hülya Koçyiğit Kaz Dağlarının kadın evliyası Sarı Kız olmuştu. Ama ille de Rabia’yı hiç unutmam.

Rabia’yı Fatma Girik Canlandırıyordu. Bir açıkhava sinemasında bu filmi seyrederken yanımdaki bir ihtiyar ’ Ne mübarek kadın ’ Diye ağlamaya başlayınca arka sandalyede oturan bir abi o amcanın omzuna dokunarak ’ Hacı amca üzülme, o mübarek kadın dediğinin yediği hıyarları tek tek Marmara’ya doğrasan Tüm Marmara cacık olur ’ Deyince tüm sinema bahçesi gülmekten yerlere yatmıştı bu mübarek filmde.

Sonra, senaryosunu Türkiye’yi türbanla tanıştıran Şule Yüksel Şenler’in yazdığı ’ Huzur Sokağı ’ Oldukça ses getirdi bu kategoride. Baş rollerini Türkan Şoray, İzzet Günay, Semih Sergen ve Salih Güney oynamıştı. Ciddi bir filmdi gerçekten de. ( Şimdiki dizisi oldukça sulandırıldı. )

Bu serinin en son ve en ses getiren filmi ise ’ Hekimoğlu İsmail’in romanından uyarlanan ’ Minye’li Abdullah’tı. Baş rollerini eski CHP Milletvekili olan Berhan Şimşek ile aşkım Perihan Savaş oynuyordu.

 Film güya Mısır’da müslümanların uğradıkları zulüm ve baskıları anlatıyordu ama asıl anlattığı husus Said-i Nursinin Risale-i Nur Külliyatı adı verilen kitaplarda yazdığı ve onun düşüncelerine göre İslami bir yaşamın nasıl olması gerektiği hususuıydu. Bu filmden dolayı Hekimoğlu İsmail’in de filmin yapımcı ve yönetmeninin de başının bir hayli ağırdığını hatırlıyorum. Berhan Şimşek ve Perihan Savaş’ın da başı ağrımış mıydı hatırlamıyorum. Yine bu film sebebiyle ileriki yıllarda hayal kırıklığı yaşadığımı da belirtmem lazım çünkü o yıllarda herkes gibi ben de Berhan Şimşek’i bir nurcu, en azından sağ görüşlü biri sanıyordum ama daha sonra Mehmet Ali Ağca’yı, ve nihayet en sonunda Deniz Gezmiş’i beyazperdede canlandırıp, kendisine ’ Sen Hangisisin, Minyeli Abdullah mı, Mehmet Ali Ağca mı, yoksa Deniz Gezmiş mi’ diye sorulunca ’ Ben Deniz Gezmiş’im ’ dediğinde oldukça şaşırmıştım. Oysa bir sanatçının her rolü oynayabileceğine inanan bir insanım.

Yarın biraz da ’ Cikli’ Filmler diyeceğiz ve devam edeceğiz. ’ Cikli Film ’ Ne mi? Yarına kadar sabır...
( Patlat Bakalım Sekiz Kişiye Bir Gazoz---2. Bölüm-- başlıklı yazı Sami Biber tarafından 6.05.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.