Korkut son yıllarda hızlı bir tempoda yaşamış, yorulan bedeni, zihni ve ruhunu onarmak ve dinlendirmek için hayatını basitleştirmiş ve uyumaya çalışmıştı. Sabah erken kalkarak yürüyüşe çıkıyor, zihni gibi bedenini de zinde tutmaya çalışıyordu.


Korkut’un yürüyüşe çıktığını fark eden Minel, üst kata çıkarak yatağı düzeltiyor, odayı toplayıp silip süpürüyor, hatta masasına günlük taze çiçek koyduktan sonra kahvaltı hazırlamak için aşağıya iniyordu.


Korkut iç huzura erişebilmesini engelleyen zihni, duygu ve psikolojik çöplüğün zihninde birikmesine izin vermemeye çalışıyordu. Kendini boş dedikodularla meşgul etmek istemiyor, enerjisini boşa harcayarak kendini kirlenmiş hissettiren anlamsız sohbetlerden uzak durmaya çalışıyordu. Odayı toplayanın kim olduğunu tahmin ediyordu. Her şeye rağmen onun kim olduğunu öğrenmek için bir kez de olsa karşılaşmak istiyordu.


Elvin hemşirelik okumuş, savaş yüzünden Minel’in mikro biyoloji okuması yarım kalmış, Aden’nin okul hayatı ise alt üst olmuştu. Korkut, Elvin için görüşmeler yapmış, ona hastanede çalışabileceği bir iş ayarlamıştı. Elvin hafta içi işte çalışıyor, hafta sonu ise Aden ile birlikte Türkçe kurslarına gidiyordu. Ev hanımlığı Minel’e düşmüş, o ise bu halinden şikâyetçi olmamıştı.


Tahir Amca yaşı gereği çalışır durumda olmasa da, eski toprak olduğundan, zor şartlar altında yetişerek geldiğinden kendince de çalışmadan da duramıyordu. Uykusu azdı. Fırsat buldukça bahçede çalışıyordu. Yılları mobilyacılıkta geçmişti. Bir ara konuşmaları arasında bir iki aletten bahsetmiş, komutana daha fazla yük olmaktan adını anmaktan vazgeçmişti.


Ama Korkut onun da evde oyalanabileceği bir şeyleri olsun işitiyordu. Kısa bir araştırmadan sonra işyerini kapatan birinin ikinci el makine ve teçhizatını devralarak eve taşımıştı. Yaşlı Adam oyuncaklarına kavuşmuş gibi sevinmiş, “komutan çalışarak bunun bedelini sana ödeyeceğim” demişti.


Günün yorgunluğundan erkenden uyuya kalmıştı. Elvin’le Aden de akşam yemeğinden sonra erkenden odalarına çekilmişlerdi. Hava açıktı ve tatlı serince bir bahar havası vardı.


Korkut, üst katın terasında yalnız başına oturmuş, Semiha Ayverdi’nin 1971 yılında basılmış ikinci baskısı olan “İstanbul Geceleri” adlı kitabını okuyordu. Kitabın giriş bölümünde “İstanbul Geceleri” bir roman ya da bir hikâye değildir. En az kırk sene evvelki İstanbul’un şahsiyeti, maddi manevi hüviyeti, cemiyet hayatı, gelenek ve görenekleri bir ebedi tenasübün müsaadesi nisbtinde, yer yer, parça parça gösterilmek istenmiştir.” Diyerek okumaya başlamıştı.


Minel de hiç uyku yoktu. İçilir diye çay demlemişti, ama içen olmayınca bir demlik çayla baş başa kalmıştı. Dışarıya çıkmış, evin önünde bir tur atmıştı. Geceye sessizlik hâkimdi. Üst kattan yaylan ışık evi geçtikten sonra etrafa dağılarak yok oluyordu. Minel, komutanın yatmayarak kitap okuduğunu gördü. Birlikte çay içmek ümidiyle, demlik ve çay bardağı koyarak üst kata çıktı. Korkut’a “İçersiniz değil mi?” diye sordu.


Minel’in bu düşünceli hareketi hoşuna gitti ve uzatılan bardağı aldı. İçmeye başladı. İçtikçe konuşmaya başladı.


“Konuşacaklarımı anlayabilecek misin güzel kız? Bilmiyorum ama yine de konuşacağım. Bilir misin? Türkiye’nin her şehri, her ovası, her dağı ve her ırmağıyla güzel, sıcak ve ulvidir. Kahramanlık, fazilet, zafer, iman, aşk ve vefa gibi daha nice güzellikler bu ülkenin maddi ve manevi yapısında vardır. Sadece saraylarında değil, fakir görünen nice masum köşelerinin mahremiyetinde bile engin asalet vardır. Keşke dilimizi biliyor olsaydın? Keşke anlattıklarımı anlıyor olabileydin?”


“Nasıl bir rüzgâr ki, sizleri yerinizden ve yurdunuzdan etti de ta buralara kadar attı. İçinden vurulmuşların ateşiyle coşup, bir sevdalının bağrı gibi yüreğiniz yanıp tütmez mi?


“Şu Anadolu’m ki, bağrına sığınanlara yer, yurt olmuş, nice küstahları bile nasipsiz bırakmamıştır. Hırpalanmış güzelliği, hakarete uğramış şahsiyeti, kırılan gururuna rağmen ekmek ve su vermekten uzak durmamıştır. Bazen zevk yerine ıstırap verir ki, bedelini hiçbir zevkin dudağında bulunmaz.”


“Sizleri buralara kadar sürükleyen görünmez bir buyruğun tasarrufu değil mi?"


...

Ant - 040420


...

Devam var

 

( Akdenizdeki Kavga - 56 başlıklı yazı Kocamanoğlu tarafından 4.04.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.