Öğrencilik yıllarında okuyup asla unutamadığım
kitaptı Kumsalda. Nevil Shute adlı bir yazarın kitabı unutamadığım bu kitap.
Üçüncü
Dünya Savaşının yaşandığı anlatılır kitapta. İki süper güç nükleer silah
kullanır karşılıklı. Bir tarafta Amerika Birleşik Devletleri, diğer tarafta
ilkokul yıllananımızda Türkiye haritasında kuzey komşumuz olarak S.S.C.B.
olarak gösterilen anlamını kavrayamadığımız Sovyetler Birliği tüm güçleriyle
savaşır. Ve o ölümcül silahları atom ve hidrojen bombalarını kullanırlar.
Nükleer
sızıntı her tarafı kaplar. Tüm insanlık yok olur. Sadece Avusturalya’da bir
gemide insanlar yaşamaktadır. Onlarda atmosferi kaplayan radyasyonun
kendilerine ne kadar erişeceği endişesi içinde ölümü beklerler. Nihayet
gemidekiler de diğer insanların akıbeti mutlak sonla karşılaşır. Mutlak son
ölümün acı yüzüdür!
Roman
senaryolaştırılıp filme de alınır. Film büyük sükse yapar. Hele filmin insansız
kentlerin gösterildiği sahnelerde seyirciler şoke olur. Konutlar yerli yerinde
dururken insanları radyasyon öldürmüştür. İyi ki, Üçüncü Dünya Savaşı
yaşanmadı. Atom silahı iki Japon şehrine kullanıldı sadece. İyi ki, romanda anlatılanlar
sadece bir kurguydu. Fakat şu bir gerçektir ki nükleer silahların kullanılacağı
bir büyük savaş insanlığın sonunu getirir.
Ortaokul
yıllarında severek, nefes almadan okuduğum Kerime Nadir, Esat Mahmut Karakurt…
romanları gibi aşkı anlatmıyor her roman.
Alber
Camus’un Veba adlı bir romanı var. Bilmem okuyan arkadaşlar var mı bu kitabı?
Cezayir’in Oran şehrinde yaşanan bir veba salgını anlatılır. Şehir sokaklarında
önce ölü fareler görülür. Kimseyi ilgilendirmez önceleri ölü fareler.
Giderek
işler sarpa sarar. Önü alınamayan bir veba salgını sarar kendi. İnsanla,
sonbaharda sararıp ağaç dallarından yere düşen yapraklar gibi gün gün toprağa
düşer. Doktorlar seferber olur. Kentte tüm görevliler işbaşı yapar. Kâbus sarar
her tarafı. Önü alınamaz ölümlerin.
Karantina
uygulanır. İnsanların geleceğe olan ümitleri içindeki yağı biten petrol
lambalarının ışığı gibi sönmeye yüz tutar. Veba zengin-fakir, yaşlı genç
ayırmadan her gün onlarca insanın ölümüne neden olur. Ölüm kervanına doktorlar
da katılır.
Şehrin
üzerine çöken felaket günlerce sürer. İnsanlar yaşama ümidini kaybederler.
Romanı okurken beni de bir gün veba yakalayacak kuşkusu hissettim. Camus,
müthiş gerçekçi anlatışıyla ister istemez okuyucuyu olayların bir parçası
haline getirme başarısını yakalıyordu.
Neyse
günler geçtikçe hastalık etkisini kaybeder. Sokaklarda fare ölüleri görülmez.
Hastalık kenti terk eder. Yavaş yavaş yaşamın güzelliği hissedilir. Çocuk
sesleri sokakları doldurur. Evet, yaşanalar ne kadar umarsız olsa da sonunda
güzel günler gelir. Ümit kesilmez dünyadan ve de gelecekte güzellikler yaşama
görme beklentisinden…
Olaylar
salt kitaplarda yaşanmıyor. Çaresiz kalınan durumlarla da karşılaşmak da olası
zaman zaman her ne kadar istenmezse de. Her yaz başında memlekete, doğduğum
topraklara yolculuk yaparım. Derince ’den sabahın erken saatlerinde başlar
yolculuk. Hedef Şavşat’ın Kocabey Köyü. Tamı tamına 1300 km yol.
Okullar
yaz tatiline girdi. Oğlum ve eşimle serin bir haziran günü başlattık yolculuğu.
İlk durak yeri Osmancıktır her yolculuğumuzda. Kısa bir mola, yola devam.
Samsun’da Karadeniz’in koyu mavi sularını görünce Orhan Veli’nin, ”Gemliğe
doğru denizi göreceksin,/Sakın şaşırma.” Dizelerine muhatap olurcasına
şaşırmıyoruz.
Karadeniz’i
yıllar önce bir yatsı vakti Hopa’da görmüştüm, Öğretmen Okulu sınavına
giderken. Zifiri bir karanlık vardı. Şiddetli yağmur yağıyordu. Karadeniz’in
çılgın dalgaları sahili dövüyordu. Simsiyah gözüküyordu dalgalar. Denizin ne
kadar korkunç olduğunu ilklerime kadar hissetmiştim.
Biz
yolculuğumuza devam edelim. Giresun’un ilçelerinde yer bulduğumuz bir öğretmen
Evinde konaklayıp ertesi gün erkenden yola devam ettik erkenden.
Yolculuk
normal seyrinde devam ediyordu. Bir tarafta yeşilin en koyu tonlarıyla bezeli
sahil, diğer tarafta masmavi Karadeniz. Güneş yedi renginin tüm tonlarını
yansıtıyordu. Rize’yi, Çayeli’ni geçtik. Sol tarafta Karadeniz çarşaf gibi
kımıltısız uzanıyor. Oğlum:
“ Baba
mola verelim. Birazcık yüzeyim…” Neden olmasın. Uygun bir yerde kenara çekilip
park ettim arabayı. Oğlum bir solukta denize ulaştı. Hayli zaman yüzdü. Uzun
süre bekleyeme zamanımız uygun değildi. Bir an önce köye varıp, evde temizlik
yapma kaygımız bir an önce yola çıkmamızı zorunlu kılıyordu.
Arabaya
yerleştik. Anahtarı çevirdim. Ses yok. Araba Nuh diyor peygamber demiyor.
Çalışmam diyor sadece. Denize girmek için başka arabalar park etti yakınımıza.
Sürücü arkadaşların çabaları da fayda vermedi.
Yapacak
bir şey yok. Bir arabaya el edip Çayeli’ne gittim. Çayeli sanayisinde derdime
çare bulamadım. Ver elini Rize. Doğru servise gittim. Bu arada hayli zaman
geçti. Eşim ve oğlum yol kenarında bekliyor. Bir an karamsarlık sardı ruhumu.
Bu sorun nasıl sonlanacak! Yine de bir sonuca varılacak diye de beklentimi
yukarda tutmaya çalışmak gerekiyor.
Nihayet
rica minnet bir çözüm ürettik. Pazar’dan daha ilerde aynı marka bir araba da
arıza yapmış. İki vasıtanın usta beklemesi işimizi bir derece kolaylaştırdı. Servisten
bir eleman alıp servis vasıtasıyla yola çıktık. İkindi yaklaşıyordu arabanın
yanına vardığımızda. Eleman elektronik aletiyle arabamın arızasını aramaya
başladı. Tak diye araba çalıştı. Hiçbir arıza gözükmüyordu.
Neyse
günün sonu mutlu bitti. Gün batarken köye vardık. Karamsarlıkla geçen saatler
yaşadım. Her problemin bir çözümü vardır. Hani dert veren Tanrı ilacını da
verir derler.
Hayli
zamandan beri Dünya’nın bütün ulusları coronavirüs afatıyla başı belada.
Çin’di, İran’dı derken virüs ülkemizi de etkisi altına aldı. Avrupa ülkeleri,
Amerika, Rusya… her tarafı sardı hastalık. Her renkten, her inanç gurubundan
varsıl-yoksul demeden tüm insanlar bu hastalıktan nasibini alıyor. Can
kayıpları yaşanıyor.
Yukarıda
anlattığım kurgu ve gerçekler gibi her olayın bir sonla noktalanıyor. Dünya bu
virüs belasından da elbette kurtulacak. Virüs savaşında ön safta savaşan tüm
sağlık çalışanlarına ayrı ayrı teşekkür borçluyuz. Hastalığı yenecek ilaç ve
aşı bulma çalışmaları yapan bilim insanlarımıza başarı diliyorum. Tanrı
yardımcıları olsun diye dua ediyorum.
Evet,
insanlık bu hastalığı da er geç yenecektir. Dilerim tüm Dünya’yı etkileyen bu
bela bizlere insanlığımızı hatırlatmaya vesile olur. İnsanoğlu emeğini yeni,
etkileri daha öldürücü olan silahlara, zevke, sefaya değil hastalıklara,
yoksulluklara, doğa kıyımına engel olma benzeri konulara harcama olgunluğuna
erişir… Ve mutlu yaşanacak yeni bir dünya düzeni kurulabilir.