İlimin küçük
ilçesine vardığımda tanımsız bir heyecan vardı içimde. Fabrika uzaktan bana
gülümsüyordu. Tatlı, bir o kadar da tedirginlik barındıran bir heyecan...
Köyümden de bazı arkadaşların çalıştığı fabrika sahasına girdiğimde kalbimin
sesini iyice hissediyordum. Hani iş için davet almıştım. Acaba fabrikanın
istediği koşullarla benim durumum ne derece örtüşüyordu?
Sora
sora iş için başvurulan bölüme varabildim. Kısa bir mülakattan sonra işe
alındığımın direkt yüzüme söylenmesi heyecan ve mutluluğumu zapt edilemez
safhaya ulaştırdı. Artık köyden tamamen kopacaktım. Bir düzenli çalışma hayatım
olacaktı. Otuzlu yaşları ortalamıştım.
Müstakil
iş yaşamımda başarılı olamadım. Köy yaşamı da bana göre değildi. Geleceğe ait
bir güvencesi yoktu köyde çalışmanın. Benim gibi köyde kalan çok az arkadaşım
vardı. Okuyup memur olanlar görev yerlerine gitti, memur olmayan arkadaşlarda
evlerinden aldıkları bir yorganla büyük şehirlerin yolunu tuttu. Ben de artık
köye elveda diyordum.
Düzenli bir işe ve yaşama başlamanın heyecanı
ve tedirginliği içindeyim. Bu benim son şansımdı. Düzenli bir işte
çalışacaktım… Avareliklere paydos demenin zamanı gelmişti. Fabrikada dikiş
tutturmalıyım. Başka diyarlara gitme olanağım olmadığına göre bu deve güdülmeli
artık.
Bakır
madeni bir fabrikanın işçisiydim. İlk yılda az bir ücret alıyordum. Çocukları
yanıma aldım. Güç bela geçiniyordum. Sorumluktan kaçabilme yolları kapanmıştı.
Yirmili yaşlarların uçarı yaşamım içimde buruk anılar kervanında yerlerini
aldı. Gelecek kaygısı hissetmediğim o günler güzeldi. Bir devrandı geçti hepsi.
Az
ücret aldığımı köyü ziyaret ettiğim bir gün babam yüzüme tokat atarcasına
söylendi! Aldığım ücretle çoluk çocuğun karınlarını doyuramayacağımı söyledi.
Şimdiye kadar ki yaşantımla babamın haklı eleştirilerine muhatap olmuştum.
Babam haklıydı. Kazandığım paraları har vurup harman savurmuş arkadaş
masalarında harcamıştım çoğunlukla.
Babamım
yıllarca sürdürdüğü düzenin sonu gelmişti. Artık kapısına uzun yünlü, kara ve
ak koyunlar gelmeyecekti. Koyunları satmak zorunda kaldı. Birkaç sığır
besleyebilirdi ancak. Köydeki yaşantım yetesiye anne-babamın gönüllerince
olmazsa bile yine bir güvenceydim onlara. Kendilerini iyice yalnız
hissediyorlardı! Yaşam bu ne denebilir!
Yıllar
geçtikçe ayaklarım yere sağlam basıyordu. Sanat Okullu olmamın avantajıyla
fabrikada iyi bir mevki edindim. Ustabaşı oldum. Can çıkar huy çıkmaz derler.
Avarelik yıllarında edindiğim kahvehane, kumar alışkanlıklarımdan bir türlü
azat edemedim kendimi. Sık olmazsa bile zaman zaman eski dertlerim depreşiyor
oyun ve demlenme masalarını boş bırakmıyordum.
Yıllık
dinlenme zamanlarında köye gittiğimde arkadaşlarımla buluşup sohbetler
ediyorduk. Çocukluk, ilk gençlik anılarımızın heyecanlı unutulmaz anlarını
anımsamak güzeldi elbet. Bunun yanında arkadaşlarım yaşadıkları şehirlerde ev
sahibi olduklarını övünerek anlatmalarını dinlemek canımı sıkıyordu. Bazıları
otomobil sahibiydi. Hastanın halinden ne bilir sağlar! Bu güne kadar ne ev, ne
de araba sahibi olmuştum.
Fabrikada
aranan bir elemandım. Ücretim de yüzümü güldürecek düzeye yükselmişti. Varsıllaşan
arkadaşların durumlarını övünerek anlatmaları ruhumda onulmaz yaralar açtıştı.
Huzursuzdum. Bir şeyler başarmalıydım. Yarınlara güvencem olmalıydı. Emeklilik
günlerinde köye dönemeyeceğime göre büyük şehirlerde benim de bir yuvam olmalı…
Yaşantımı değiştirmeliyim.
Bu
düşüncelerle günlerce uykusuz geceler yaşadım. Önce sadece bir gün deneme
yaptım, sigarayı bırakabilir miyim? Evet, bir gün sigara içmedim. Daha sonra
aynı denemeyi bir haftaya çıkardım. Başarılı oldum. Bu konuda sözü dinlenir bir
ağabeyin:
“Sigara
kafanın içinde bırakılır.” Sözü de bana yol gösterici oldu. Sigarayı bırakmanın
bir yolu da ortamı değiştirmek olmalı. Tövbe ettim kahvehane… benzeri
mekanları… Fabrikada bazı arkadaşlarım yapı kooperatifine girmişti. Beni de
ikna ettiler. Elde ne var ne yok toparlayıp bir yapı kooperatifine girdim. Bu
arada hanımın altın ve bileziklerini de hayırlı işe seferber ettik.
Fabrikanın
çevresinde fabrikaya ait işlenmeyen boş araziler vardı. Bazı işçi arkadaşlar bu
arazileri değerlendiriyordu. Ahır yapıp hayvan besleyenler vardı. Bahçe oluşturup
evinin sebze yetiştirenler bile vardı. Sadece ücretle kooperatif ödemeleri,
çocukların giderini karşılamakta zorlanıyordum.
Emekli
olan bir arkadaşın ahırını ve bahçesini kiraladım. Hemen bir sığır aldım.
Bahçeyi belledim. Fasulye, patates, salatalık, domates ekimi yaptık. Sığır için
köydeki çayırlarımızdan ot geriyordum. Bu yaşa gelinceye kadar köyde
çalışmadığım kadar çalışmaya başladım yeni yaşamımda. Kahvehane için zamanım
kalmıyordu. Ara ara sigara tüttürmeden vaz geçemedim.
Fabrika
ve yeni muhit bana hayırlı geldi. Eşim zaten köyde büyümüş. Sığırımıza
evlatları gibi bakıyordu. Süt satmaya başladı. Cebimim bol bol para görüyordu
dersem abartı değil.
Yıllar
çabuk geçti. Düzenli bir işçilik yaşamım oldu. Bir erkek bir kız evlat
büyüttük. Onlar uzak şehirlere gittiler. Her işin bir sonu vardır. Emekli
oldum. Emekli ikramiyemi de kullanarak köyde bir yeni ev yaptım. Kışları
çocukların yaşadığı Bursa’da kooperatif evimizi şenlendiriyoruz. Yaz mevsimi sıcak
Bursa’da durulmaz bizler için. 1500 m rakımlı kudretten büyüme çamlık ormanlarına
bakan köyüm beni bekler.
Hocalarımız
sık sık: hastalık gelmeden önce sağlığın, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin,
fakirlik yakalamadan önce zenginliğin, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin ve
ölüm gelmeden önceden hayatın kıymetini bilin diye vaaz ederler. Yaşam manifestosu
olan bu görüşlere ne dem uyup uymadığımı açık kalplilikle anlattım.
Şapkamı
önüme koyup düşündüğümde sağlığın kıymetini yetesiye bilemedim. Çok kez
sabahladığım kahvehane ve içki masaları tanıktır buna… Para-pul kazandım.
Zamanı geç de olsa olumlu değerlendirdim sayılır. Ve en önemlisi hayatın
kıymetini yetesiye bildim diyemem. Sağlıklı beslenme ilkelerine uygun yaşadım
diyemem… Hele son günlerde ağzımın tadı bozuldu.
Daha altmışlı yaşlardayım. Sular duruldu.
Emeklilik günlerimi sağlık içinde kaygısız yaşamayı düşlüyordum. Karın
bölgemden gurultular duymaya başladım. Ara ara midemden sancılar rahatsız
etmeye başladı bünyemi. Doktora gittim. Gerekli tahliller yapıldı. Midemde
ülser başlangıcı varmış. İlaçlarla beraber yeme içme konusunda önerilerde
bulundu doktor. Bir ay sonra kontrole gelmem söylendi.
Aradan
bir hafta olmadan coronavirüs illeti ülkemizde görülmeye başladı. Hele benim
gibi altmışlı yaşlarda olanlar için tehlikenin büyük olduğu gün gün dinlemekle
iyice tedirgin oldum. İki gün içinde apar topar karar verdik eşimle. Eşyaları yerleştirip
dostlara yetesiye haber vermeden doğduğum topraklara doğru yola çıktık.
Köyde
çok az insan yaşıyor. Yıllar önce boşaldı köylerimiz. Temiz havası, doğal
yaşantısıyla bir sanatoryum durumdaki köyümde hastalıkların bizi ziyaret
etmeyeceğini umuyorum…