İnsan, muhatabı kendisine benzesin ister. Giyim tarzı, üslubu, şivesi, ekonomik durumu, dini ve siyasi görüşü, ideolojisi kendisine benzeyene yakınlık hisseder. Benzemiyorsa benzetmeye çalışır. Benzemeyeni benzetmeye çalışırken, benzetemeyeceğine kanaat getirdiğini öteleme arzusu duyar. Bilmiyorum; belki fıtratın, belki toplumsal kültürün bir neticesi bu. Ama her halükarda terkisinde dayatma, engelleme, kısıtlama, ötekileştirme ve küçümseme taşıyan bir netice. Olduğu gibi kabul edememe hali. Etmeyince ne olur? Benzemeyen, ötekileştirildikçe öteki olmasına neden olan değerlerine daha fazla bağlanır. Kendini korumaya alır. Sorgulama ekranı kapanır. Körü körünelik başlar. Sözel ve fiziksel taarruzlar ortaya çıkar. Ümit kesilmiştir bir kere. Kamplaşma görünür hale gelir. Sosyal medya çalkalanır. :)

Hayat inançlar üzerine kuruludur. İnsan zihninde uçuşup duran; korku, kaygı ve pişmanlık gibi duygulara neden olan düşünce zerreciklerinin verdiği zihinsel ve fiziksel acıya ancak inançları ile cevap verebilir. İnanır, rahatlar. Bu yönüyle bakıldığında sorun inancın kendisi değil, benzeme ve benzetme vasıtası olarak kullanılmasındadır. Benzeme ve benzetme çabasının aşırıya kaçtığı yerde fikir ve inanç hürriyetinden bahsedilemez. Zira karşılıklı bir tetikleyicilik söz konusudur artık. Bütün kavranamaz, lokal örnekler üzerinden taraflar kendi saflarını daha bir sıklaştırma arzusu duyarlar. Sıklaşma gerçekleşir, gerçekleşmez bilemem ama karşı tarafın kısıtlaması ve ötekileştirmesi neticesinde, savunulan inancın içine sızmış hatalı/yanlış inanç ve fikirler bile kendini pekiştirmeye ve doğrulamaya başlar. Dini, fikri, siyasi ve ideolojik körü körünelik insan zihnine hakim hale gelir. İnsanı ve ona ait olanları olduğu gibi kabul etmek imkansızlaşır. Duygular aklı bastırır. Böyle bir ortamda insanın kendi eksiklerini keşfedip çözüm aramaya başlayabilmesi tesadüflere kalmıştır. 

Hayat kimya labaratuvarı değildir. İnançlarınızı deneyler yaparak, somut ve bilimsel verilerle kanıtlayamazsınız. Siz kanıtladığınızı zannedersiniz, ki bu zan da aslında sadece bir inançtır, hesaba katmadığınız bir bilgi, muhatabınız tarafından önünüze konuverir. İspatlamaya kalkışarak ona kendini savunma ve kanıtlarınızı çürütme hakkı vermiş olursunuz. İşte dayatmalar bu noktada ortaya çıkar. Siz dayattığınızı düşünmezsiniz ama muhatabınızın savunma ve karşı atak yapma sebebi özünde budur. Savunma ve karşı ataklara duygular karıştıkça inançlar asıl amacından saparak ifade hürriyetinin önünü tıkayıcı bir nitelik kazanır.

İnancın doğası budur. İspat kaldırmaz. Sadece inanırsınız. Biraz öyle olmasını istediğiniz için; biraz korku, kaygı ve pişmanlıklarınızın etkisini hafifletmek, sorularınıza cevap bulmak için. Sizin gibi inanmayanların inancına saldırmaya başladığınız anda ok hedefinden sapar ve kendi inancınızı da saldırıya açık hale getirmiş olursunuz. Darbe alan, daha büyük darbe vurma ihtiyacı duyar. Oysa sizin inancınızı var eden, şu ötekileştirdiğiniz inancın ta kendisidir. O olmaz ise siz de olmazsınız. Herşey zıddıyla maruftur.

Benzeme, benzetme ve ünsiyet kurma çabası karşılık bulmadığında ortaya çıkan öteleme ve ötelenmişlik hissi, birçok istenmeyen duygunun da tetikleyicisidir. Korku, kaygı, aşağılık kompleksi, öfke gibi. Düşünce ve inançlarınızı kabullendiremiyorsanız öfkeniz kendiliğinden kabarır mesela. Sözel, duygusal ve fiziksel şiddete başvurma olasılığınız artar. Muhatabınız da aşağı yukarı sizinle aynı hisleri yaşar. Karşılıklı birbirinizi tetikleyerek aranızda var olan ayrılık ve kamplaşmayı kuvvetlendirirsiniz.

Peki hiç mi tartışma olmayacak? Olacak elbette. Fakat işe muhatabı anlamaya çalışarak başlamak önemli. Tek doğruyu kendi düşüncen ve inancın zannıyla hareket etmek gelişim ve yenilenme sürecini tıkar. Bağnazlığı tetikler. Peşin ret/peşin kabul psikojisi ile hareket etmek sonuç aldırıcılığın önünün kapanmasına neden olur. Muhatapta söylediklerinin önemli ve dikkate değer olduğu hissi uyandırılırsa tartışmanın verimi artacaktır. Özellikle duygusal söylemlerden kaçınmak ve düşünceyi uygun bir konuşma/yazma üslubu ve ses tonu ile ifade etmek de hem ikna ediciliği artırır, hem de muhatabın savunmaya geçmesini ve taarruz zarureti duymasını engeller.

Hiçbir anlayış, yaşam tarzı, ideoloji, siyasi görüş ve dini yorumlama biçiminin bütünüyle yanlış olduğu zannına 
kapılmak, tıkanmaktır. Olsa bile yanlıştan çıkarılacak çok doğru olabileceği hakikati yadsınamaz. Benzememezlik aslında benzerliktir. Benzemiyor oluşumuzdaki benzerlik... Öyle kabul etmek gerekir. Bu noktayı kabul etmenin daha çok ortak noktada buluşmaya vesile olacağı kanısındayım.
( İnançların Kamplaşma Üzerindeki Etkisi başlıklı yazı Silüet tarafından 5.03.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.