TERZİ DÜVEN SATARSA

Etme bulma dünyası

 

                   Arif'in Haceli köyünde çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlayan, o döneme göre kimseye muhtaç olmadan ayakta durabilen, az buçuk misafir kabul edebilecek odası bulunan, yerine göre ağa sayılabilecek bir kişi idi. 

            Samanlığının büyük olmasından istifade ederek bolca saman yaptırır, bunun ihtiyaç fazlasını oğlu Hacı ve hayatında hiç evlenmemiş, köylünün adını sadece lakabıyla bildiği kardeşi Hüsnü'yle (Bücüşehre ya da çevre köylere gönderip sattırarak ev ihtiyaçlarını giderirdi. Oğlu Mehmet küçük olduğundan işin ucundan hiç tutmazdı, onun aklı fikri okuyup öğretmen olmadaydı. 

           Hacı'nın şehir'de bir işi çıkmıştı. "Orada satarım" düşüncesiyle at arabasını çetene çevirip içine saman yüklediler, atları koştular, tam evden çıkacaklardı ki Bücü’yü arılar soktu. Birden kafası, gözü şişti ki o vaziyette de şehre gidemezdi.

           Güdük İreşid'in Hasan'la Hacı ta çocukluklarından beri yedikleri, içtikleri ayrı gitmeyen iki candan arkadaştılar. Öyle ki öyküde başlarından geçecek olaydan birkaç yıl sonra kader onları Ankara Etemesgut'ta asker arkadaşı da yapmıştı.
          Emmisi Bücü'nün şehre gidemeyeceği anlaşılınca Hacı koşarak soluğu arkadaşı Hasan'ın yanında aldı. Ona durumu anlattı. Bunu kabul eden Hasan şehre gidiyoruz, üstümüze başımıza bir çeki düzen verelim tıraş olalım, böyle gidilmez dedi. Öyle de yaptılar.

           Saman yüklü çetenin üstüne bindiklerinde geriden pırıl pırıl parlayan gençlere kızlar gıpta ile bakıyorlardı. Taşlı Kervansaray dağ yollarından birçok devrilme tehlikesi atlatarak Dutlu Çeşme'den şehre girdikten sonra Cacabey Camii meydanına ulaştılar.

           Vakit öğleye az bir zaman kalmıştı ki, iri yarı, tuttuğunu un eden cinsten bir adam yanlarına geldi. Üç aşağı, beş yukarı adamla pazarlıkta anlaşıp evinin yolunu tuttular.
          Samanlığın deliğine Hacı arabayı yanaştırırken Hasan da ona yardımcı oluyordu. Yabayla delikten samanı samanlığa atarlarken aksi gibi çıkan rüzgar üstlerini, başlarını adeta sarıya boyamıştı.
           İş bitince adam elini cebine atarken bir yandan da aksi aksi sırıtıyordu. Hacı avucuna tutuşturulan parayı saydığında verilenin konuşulandan az olduğunu fark etti. Hacı itiraz ettiyse de, adam “Samanını geri al lan. Öyle konuştuk. Şimdi bana polis çağırtmayın” diye artıklık sattı. Üstleri başları saman dolmuş ona mı yansınlar, eksik aldıkları paraya mı? Öfkeyle bindikleri arabayı İkiz arası denilen dereye sürdüler.
           İkiz arası, şehri ikiye bölen ve şırıl şırıl suları akan deresi, iki tarafı kavak ağaçlarıyla süslenmiş, çayırların yeşile boyadığı bir yerdi. Hacı atların iplerini kavak ağaçlarına bağlarken atlar otlamaya başlamışlardı bile. Dereye inip bir güzel yıkanırlarken uzun bacaklı beyaz donları adeta birer balon gibi şişmiş, kendileri gibi suda yıkanan şehirli külot ya da mayo giymiş gençler ve çocukların gülüşmelerine yol açıyordu.

           Vakit  öğleyi geçmiş, karınları bayağı acıkmıştı. Hacı atların başını beklerken Hasan çarşıya gitti. Uğradığı bakkaldan biraz çemen, birkaç somun ekmek, iki kilo Nevşaar üzümü, biraz da üzümle iyi gider diye teneke peyniri satın almış tam bakkaldan  çıkarken köylüsü ve yakın arkadaşı Fedaker'le burun buruna geldi. Beraberce Hacı'nın yanına gittiler.  Fedaker bir aydır şehirde bir çay ocağında ocakçılık yapıyordu. Hem lafladılar, hem karınlarını doyurdular.
           Fedaker İreşit nasıl olsa bir aydır şehirde kaldığı için gezip, tozuyordu. Hacı'yla Hasan atları ve arabayı ona emanet edip "şehri ve çarşıyı şöyle bir gezelim" diye yola koyuldular.

           O yıllarda esnaflar daha çok Uzun Çarşı ve eski heykelin olduğu Kale çevresindeydi. Hükümet binası ve Belediye, Ziraat Bankası da bu güzergah çevresinde yer alıyordu. Gezdiler, tozdular, biraz alışveriş yaptılar, bayağı yorulmuşlardı. Bir terzi dükkanının önünde soluk alırlarken bir yandan da terzinin dikiş dikmedeki özenine, dikiş makinesinin çalışmasına, kalfanın ütü yaparken elini yakmasına, oradaki rengarenk dikilmiş pantolon, ceket, camadan gibi giyeceklerin askıdayken ütülü ütülü albenisine özenmişlerdi.
            “Ben de nasıl olsa saman parası var, gel şuradan birer pantolon dikinelim Hasan” diyen Hacı dükkana girmişti bile. Hasan'da peşinden girdi. Selam verip hoş beşten sonra Hacı gösterilen kumaşlardan birini beğendi. Terzi, “Oğlum ben bunu bir metre on santim keseceğim, şu kadar paraya dikerim, ama sen önce parasını peşin öde bakalım” dedi.
            Hacı pazarlık yapsa da fayda etmedi. “Peki usta al paranı" deyip masaya koydu. Parayı sayıp cebine koyan adam "oğlum sen şuraya yat ben az sonra gelip ölçünü alacağım" diyerek dışarı çıktı. Hacı dükkanın orta yerine  yatarken adam çıktığı kapıdan tekrar içeri girerek elindeki mezura ile ölçü alırken kapıya doluşan çevre dükkancıların gülmekten ağızlarının salyaları akıyor, adeta gemden boşanmış gibi yırtılıyordu. Meğerse az önce dışarı çıkan terzi müşterilerinin toyluğunu anlamış bunu da komşularına haber ederek seyir on para yapmıştı.
           Terziden çıktıklarında Hasan olanlardan şüphelenmiş bunu Hacı'ya belli etmemişti. Hacı'ya, “Sen arabanın yanına git benim bir işim çıktı birazdan gelirim” diye yol verdi.
           Hacı köşeyi döner dönmez Hasan başka bir terziye girip pazarlık falan yapmadan bir kumaş beğendi. Terzi eline aldığı mezura ile Hasan'ın ayakta ölçüsünü aldıktan sonra “oğlum pantolon için borcun şu kadar” dedi. Hasan'da diğer köy delikanlıları gibi şimdiye kadar hep hazır giyindiği için ölçüyü o zaman tanıdı.
           Terzinin ölçü alışı diğer terzininkine hiç benzemiyordu. O an olanlardan dolayı şok olmuştu. Ölçüsü alındıktan sonra "Usta vaa benim cebimde o kadar para yok, kusura bakma, babamdan alıp geleyim de borcumu öyle ödeyeyim" diyerek dükkandan ayrılıp Hacı'nın yanına geldiğinde şaşkınlığı hâlâ yüzünden okunuyordu. Hacı nedenini sorsa da üzülmesin diye ona bir şey demedi.
           Vakit akşama yaklaşıyordu, "hadi hemen yola çıkalım" diyerek Fedaker İraşit'den müsaade alıp köyün yolunu tuttular.

           Aradan bir ya da iki yıl  geçtikten sonra  harman sürme zamanı geldiğinden dolayı köye kamyonla düven satmaya gelen bir kişi ve yardımcısının başı çiftçilerle dolup taşmıştı. Hasan, kamyon başındaki kalabalığı görünce “bu nedir” diye merakla oraya yöneldi.
           Köylüler beğendiği düveni satın alıp sırtladığı gibi evinin yolunu tutarken, iri kıyım düvenci bir yandan parayı cebe indirirken bir yandan da sorular soran müşterilerine laf yetiştiriyordu .
           Hasan “bu adamı bir yerden çıkaracağım ama kimdi, kimdi acaba”diye hayıflanırken birden beyni dank etti. “Hacı'yı yatırıp ölçü alan terziden başkası değildi bu dürzü” diye iç geçirdi, yaptığının hesabını terzi muhakkak ödemeliydi.
           - Amca, amca” dedi, “ben Abdulla'nın Yusuf ağa denen bir adamın yanında çalışan çiftçiyim. Kendisinin çok ağır misafirleri var, bu yüzden gelemedi. Beni üç şahlı düven almam için gönderdi. Yalnız düveni görmeden almam diyor. Benim ayağımda kurşun yarası var, sana yardımcı olamam” derken pot kırmamaları için oradaki köylülerine işaret etmeyi ihmal etmiyordu.
           “Madem düveni alacak ağa imiş, beş fazlaya satarım” diye düşünen düvenci-terzi düveni sırtladığı gibi Eski Camii’nin önünden uzatmalı yollardan geçerek Hasan önde, o arkada Abdulla'nın Yusuf'un evine vardılar. “Dayı sen burada bekle ben ağama haber vereyim” diye çatal kapıdan giren Hasan beş dakika sonra geri döndü. “Ağamı misafirleriyle Keloğlan davet etmiş, oraya gitmişler”.

           Tekrar düveni sırtlayan adam arkada, Hasan önde tısıl tısıl Keloğlan'ın evine vardılar. Düveni adamın sırtından indirmeye yardım eden Hasan; “dayı sen burada bekle ben ağama haber edeyim”. Hasan beş altı dakika sonra tekrar döndüğünde, “Ağam Deli Yusuf'ların odasına gitmiş, oraya gitmemiz gerekiyor” dedi. İki evin arası bir kilometreden fazlaydı. Düveni sırtlayan adam neredeyse dokunsan ağlayacak durumdaydı.
           Yürüdükleri yol bayağı yokuştu. “Oğlum bana yaptığın bu zulüm Allah'tan reva mı” diye düştüğü durumdan sızlanan adamın şikayetleri nefes alamadığından dolayı karnından geliyordu. Soluk soluğa Deli Yusuf 'ların evine vardılar
           Hasan oradan da eli boş gelince düvenci ter su içerisinde kalan yüzünü mendiline silerken “yaptığın çok ayıp yavrum evladım, ağan bu kadar gezginci mi nedir” diye çıkıştı. 
           Hasan intikam almanın verdiği sevinç ile kendi kendine bayağı gururlanmıştı, “Dayı senin arkadaşımı yere yatırıp ölçüsünü alırken toplananları güldürmenin yanında benim sana bu yaptığım az bile etme bulma dünyası, inşallah dersini almışsındır ”.

           Hasan yine de dayanamayıp acıma hissiyle düveni kendi sırtına alırken terzi yaptığı hatadan dolayı utanmış olduğu için alnından akan terleri gözyaşlarına karışıyordu.
Bu terzi-düvencinin kim olduğunu babama her sorduğumda bildiği halde söylemedi!

NOT: Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.

ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR 31 10 2010 GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR

( Terzi Düven Satarsa başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 12.02.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.