24 Ocak Cuma günü akşam saat
20.55’de Elazığ’ın Sivrice ilçesinde meydana gelen ve Malatya’nın Doğanyol ile
Pütürge ilçeleriyle birlikte merkezinde de etkili olan 6.8 şiddetindeki deprem
anında evde tv izliyordum.
Sarsıntının başlamasıyla
depremi hissettim ve tek yapabildiğim “Deprem oluyor.” diye seslenmek oldu.
Bunun dışında yapabileceğim en ufak bir şey yoktu. O an evde bulunan kız
kardeşim depremin olduğunu kavradığı an yanıma gelerek beni tutmaya çalıştı.
Depremin başlamasıyla
bitmesi arasında geçen o 30 saniyelik kadar kısacık süre yaşadığımız şokun
etkisiyle hiç bitmeyecekmiş gibi geldi. Sarsıntı geçene bekledikten sonra
ailece evden dışarıya çıktık. Üzerime montumu giymem, normal tekerlekli
sandalyeye oturarak balkona çıktıktan sonra akülü tekerlekli sandalyeme geçerek
yola çıkmam en az beş dakika kadar sürmüştü.
Evden dışarıya çıktığımızda
ise bulunduğumuz cadde araçlardan dolayı trafiğe kilitlenmiş vaziyetteydi. O
esnada evlerin birinde yangın çıkmış olsaydı itfaiyenin gelip müdahale etmesine
imkân yoktu. Yaklaşık 10 dakika kadar bekledikten sonra soğuktan donmaya başlayınca
ister istemez tekrar eve girmek zorunda kaldık.
Deprem anında evde kardeşim
olmasaydı eğer yalnız yaşayan birçok engelli arkadaşım gibi ben de oturduğum yerde
öylece kalacaktım.
Evde yalnız olmamama rağmen
depremden etkilenerek şok geçiriyor ve dışarıya çıkmam dakikaları buluyorsa evde
tek başına yalnız yaşayan engellilerin neler yaşadığını, neler hissettiklerini
düşünemiyorum.
Yalnız yaşayan engellilerin
durumu vicdan sahibi, şoka girmemiş duyarlı ve bilinçli komşuların
inisiyatifine kalmıştır.
İnsanlar can havliyle korkup
kaçışırken ağır konumdaki engellilerin birçoğu ise olduğu yerde kıpırdamadan ölmemek
için değil engelliliğinin daha çok kötü olmaması amacıyla dua etmekten başka
bir şey yapamamıştır.
Oysa olması ve yapılması
gerekenler sosyal devlet tarafından yerine getirilmelidir.
Sosyal devlet dediğin engelli
vatandaşlarının engel durumlarından, kullandığı ilaç ve medikal cihazlarından
tutunda hangi mahalle ve sokakta hangi adreste, ailesiyle mi yoksa yalnız mı
yaşadığına kadar tüm ayrıntılı bilgileri bilmek zorundadır.
Bu bilgiler dahilinde ise
engellilerin normal zamanlar ile doğal afetler gibi olağanüstü olaylar
karşısında özel ihtiyaçlarının neler olduğunu tespit ederek o ihtiyaçlarının
giderilmesiyle ilgili eylem planlarını hazırlayarak hayata geçirmelidir.
Deprem nedeniyle etkilenen
engellilerle ilgili medya organlarına sadece iki olay yansımıştır. Bunlardan
ilki Elazığ’da
Dilek Apartmanı’nın ikinci katındaki dairede oturan Aydın Kahraman’ın engelli
olduğundan kaçamayacağı için deprem esnasında yanında bulunan kızı ile
yeğenine, “Kaçın” dediğiyle ilgili olurken diğeri ise Adıyaman’ın Sincik ilçesine
bağlı İnlice köyünde yaşayan bedensel engelli Mehmet Çetin’in deprem sonrası
evinde korktuğu için kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmesiyle ilgili
olduğunu gördük.
Peki, medyaya yansımayan
yüzlerce görme, işitme-konuşma, zihinsel ve bedensel engellilerin deprem anında
yaşadığı fiziksel ve psikolojik sorunları kim biliyor?
Üzülerek belirtmek istiyorum
ki yetkili veya yetkisiz hiç kimse bu sorunları bilmiyor…
Normal zamanlarda görülmeyen,
duyulmayan engellilerin sessiz çığlıkları ne yazık ki deprem gibi doğal
afetlerde de tamamen görülmediği ve duyulmadığı görülüyor…
Depremin ardından hiç vakit
kaybetmeden bakanlıklar, valilikler, belediyeler ile diğer resmi kurumlarımız
ile sivil toplum örgütlerimiz ve duyarlı vatandaşlarımız deprem mağduru olan
insanlarımıza yardım edebilmek amacıyla seferber olurken engellilerde sessiz
kalmıyordu.
Afyonkarahisar'ın Emirdağ
ilçesinde oturan Kıbrıs gazilerinden Bayram Çetin, yaşadığımız depremde mağdur
olarak etkilenen iki engelli vatandaşımıza yardım etti. Kıbrıs gazisi Bayram
Çetin, Türkiye Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul ve Yetimleri Derneği Başkanı Gazi
Mustafa Gözükara ile şahsımın aracılığıyla Malatya'nın Pütürge ilçesinin
Hüsükuşağı Köyünde yaşayan ve depremde mağdur olan biri bedensel diğeri görme
olmak üzere iki engelli vatandaşa maddi yardımda bulunarak yardımlaşmanın güzel
bir örneğini göstermiş oldu.
Sözün özü olarak, 1999
yılında yaşadığımız depremin ardından depreme dayanıklı sağlam binalar
yapılabilmesi amacıyla imar kanunu ile yönetmeliğinde gerekli değişikler
yapılmıştı. O tarihten sonra yapılan ve en düşük şiddetteki bir depremde dahi
yıkılan binalar varsa eğer bu binaları depreme dayanıklı yapmayan mimar,
mühendis, müteahhit ile bu binaların projelerini onaylayan ve oturum ruhsatı
veren belediyeler ile çevre ve şehircilik kurumundaki yetkililerin tamamı da
SUÇLUDUR. Evet, depremler öldürmez sağlıksız binalar öldürür sözünü bir kez
daha hatırlatarak diyorum ki; deprem ülkesinde yaşadığımız gerçeğini göz ardı
ederek sağlıksız binaların yapılmasına göz yuman kimlerse onların tamamı
SUÇLUDUR.