Bir direnişin habercisi muğlak söylemler ve tan vakti doğan hüznün de isim rüzgârı artık kader hangi isme meylettiyse yorgunluğun da bekası elbet müspet bir iklimde seyrinde göğün ve temaşası da yüreğin, irkilesi yalnızlığın ara katlarında çöken bir dehliz gibi beklemedeyken kâinat.

 

İri çiy taneleri.

 

Acı çok acı bir rüzgâr belki de iç acılarının toplamı her üçgen hüzünde ayrı bir acıya tekabül ederken.

 

Dik acılı bir şehir gibi istimlak edilmiş.

 

Dik açılı bir baş gibi bildiğini okuyan.

 

Mutlak bir yenilginin de başmisafiri elbet fevri gölgeler illa ki haykırıyor adını yalnızlığın.

 

Sözcükler buselere sırdaş ve serlere dokunan eller sır küpü milat surlara serilmiş vesveseler ve iklim iliklerine kadar üşütüp düğmelerini iliklemeden melekler güneşin de asla doğmayacağı.

 

Yükümlülükler su misali: sular seller gibi sevip de öykündüğümüz mutluluk neden hak görülmemişse.

 

Yorgun miladın tanrıçası bir serenat ve aşkın akışkanlığında buz mavisi gözleri gecenin aşkın da atağa kalktığı her yarım kalmış hikayede hüzünle kapanırken perde ve meşru müdafaasından vakit kalırsa kibirli mahkuma şafak belki de hiç sökmeyecek ve inleyen nameler sonsuzluğa karışacak.

 

Ömrün mıntıkası.

 

Ödenmeyi bekleyen bedeller.

 

Ve işte o kocaman su küresi: az sonra ihya olacak mevsim ve fevri rüzgâr sonrası akla zarar.

 

Mutlu olmanın bir bedeli var mıydı, peki? Ya, ederi?

 

Düş mağduru bir iklimde seyyah bir gölge olmanın da bir itibarı yoktu fazla yine de fazlaca yüklenmekti payımıza düşen belki de iri başak tanelerinden bir ordu inşa etmekti aşkın, komutan yalnızlığın ise emir-komuta zincirine müdahil olduğu…

 

İklimin kanatlarında yaş vardı.

 

Kurunun yanında yanan yaşın bir yaşı da yoktu üstelik.

 

Mürekkep lekesiydi üstüme başıma bulaşan ve alnımdaki yazgıyı da fazlaca değiştirmiyordu.

 

Sözcükler, iklimin yankısıydı ve bulutlar sihirli yalnızlığın tapusu öyle ki öykündüğüm her şafaktı içimde kayıtlı acıların ayyuka çıktığı ve Allah katında secde etmenin de güzelliği idi acıların iyi tarafı.

 

Yokuş yukarı koşmakla bodoslama dalmak neyin nesiydi?

 

Feri illa ki sönmeli miydi asma katın?

 

Bodrum katını su basınca aklıma neden çocukluğum gelirdi ki?

 

Öyle ya, kâğıttan kayıklarım ve mevsimin ibresi nemi gösterirken bu yüzden yaş aldıkça daha çok nem aldı benliğim ve neme maruz kaldıkça itibar etmedim de mutluluğa.

 

Yaşın sirayetinde yasın da imleci idi mevsimsiz rüzgârlar kapıldığım değil kapandığım belki de içime ve içre dönük bir manivelada hala rüştümü neden ispatlayamıyorsam…

 

Aklımın imlerinden bir bahçe döşemiştim göğün boşluğuna ve ne çok da çiçek dikmiştim ezilip yok olsunlar diye bu yüzden sevmekten başka da lüksüm yoktu öyle ya: sevgimin karşılığında dikenler sunulacaktı demet demet ve ben derlediğim güllerle ettiğim yemini unutup gülmeyecektim sadece ağlamayı şerh düştüğüm İlahi yolculuğumda mazlum bir yangın olmayı da görev bilecektim.

 

İhbar edildiğim kadar da imtiyazım yok iken.

 

Belki de mükellef veri tabanında ben sıradan bir doneydim ruhumla ak pak; yüzümle akça pakça ve yüreğimle derbeder asfalta düşen yazgım ve ayağıma yapışan sakız gibi akışkandı acılar ve rahmetine doyamadığım ve azamet yüklenmiş kimliklerden uzağa kaçıyordum.

 

Seherin idamesi.

 

Seferi bir yürektim madem.

 

Seyyah imgeler nasıl da yarına çıkmayı unutuyordu.

 

Dürtülerin yoz olduğu bir coğrafyada ben başakların başat ve başkalarının da ayrıcalıklı olduğunu bilip içimdeki filikada biriken suyu boşaltmakla meşguldüm.

 

Sözcükler defteri kebirde çok çıplak bir yalnızlık sergiliyordu ve derme çatma şiirlerimin çatısı aktıkça çöküyordu inşaat.

 

Sulandırılmış masallar değildi sığınağım sadece hicvi idi yalnızlığın tek tutanağım ve arşa filan da ermedi başım.

 

Sandukası kayıp bir derviştim.

 

Külahım da yoktu ki önüme koyayım.

 

Yalanımsa hiç yoktu ve yalaka muhabbetler değildi benim asma katım sadece hüviyetimi tescil ettiğim hürriyetime mazhar bir iklimdi aradığım.

 

Sefasını sürmekle de bir alakası yoktu hayatın ve koyu gözlerinde yenilginin ben erguvandım İstanbul’a sevdalı.

 

Şimdi noktayı koymadan iyice düşünüp virgülümü nerede kaybettiğimi de bulup üç noktalı acılarıma geçiş yapacağım ve kim ise sevgime geçiş hakkı tanımayan kara listeye filan da almayacağım hani çünkü kendimle barışmak adına daha çok sevmem gerekiyor evreni ve gözümün nuru tüm güzellikler de sandığımda saklı beklemede belki de bekleme yapan ağır vasıtanın arkasına takılıp kaykaylarımla uçacağım asi bir savunma bülteni de hazırlayacağım ne zamanki yolum düşse mahkemeye üç beş şahit bulup güncelleyeceğim kendimle ilintili davaları ve o güne kadar saklanacağım da bir ağacın kovuğuna haraç mezat inşa edeceğim yalnızlığımın iskelesini ve gün solmadan solmamak adına da elimden geleni yapacağım.

 

Muktedir olan hangi güçse ve de hangi duygu ağır basıyorsa…

 

Beklemedeyim gün düşmeden gözümden ve ben düşmeden gecenin yüzünden de düşen bin parça iken.

 

( Kağıttan Kayıklarım... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 20.01.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.