…
Nihal’in kızgınlığı geçiyordu, ama kırgınlığına çare bulamıyordu. Korkut’a mesaj atmıştı. “Sana ulaşamıyorum. Gönlümü kırıyorsun!”
Uzun bir süre Korkut’un mesaja bakmasını
bekledi ama o mesaja bile bakmamıştı veya bakamamıştı.
Ardından irtibat kopmuştu. Pazar günü
Türkiye’de sakin geçerken, Berlin’e gelen Cumhurbaşkanını binlerce Türk
sevgiyle karşıladı. On bir ülkenin devlet başkanı veya başbakanı Berlin’e
geliyordu. Güvenlik had safhadaydı. Erdoğan Cezayir Cumhurbaşkanı Tebbun, Libya UMH başkanı Serrac, Rusya devlet
başkanı Putin ile görüşme yapmıştı.
Görüşme sonrası Putin; “Türkiye ile
diyaloğumuz tüm alanlarda kolay sürdürülmese de, uygun ortak noktalar bulmayı
ve uzlaşmayı öğrendik. İlişkilerimiz iki komşu arasında olabilecek işbirliğinin
parlak örneğidir,” diye açıklamalarda bulunuyordu.
Hafter’in arkasında yedi düvel, yedi
düvelin karşısında Serrac ve Türkiye, bir masanın etrafında tiyatro oynar gibi
toplanılıyordu. Yedi düvel ve köpekleri Hafter, savaşta ulaşamadığı
hedeflerini, masa başında almaya geliyordu.
Perde gerisinden yedi düveli yöneten Siyonist
yapı nezdinde Türkiye, İsrail güvenlik yapılanmasının artık tehdit olarak
konumlandırdığı bir devlettir. Türkiye, özellikle Libya Anlaşması ile İsrail’in
doğrudan ayağına basmış, İsrail’in EastMed boru hattı güzergâhına demir perde
örmüş oluyordu. Hafter’in arkasında tüm gücüyle yer alan İsrail, beklemediği
çok büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu.
ABD yaşanan sorunlar nedeniyle
Türkiye’nin kendine yeni stratejik ortaklıklar kurmasından, ABD’den ve NATO’dan
tamamen kopmasından ve kendine yeni bir dünya kurmasından fena halde ürküyordu.
Korkut; “Ben hiç taş atmadım ki gönül
kırayım. Sen de bilirsin ki, kopan gül dalda durmaz, kırılan kalp onarılmaz.
Yoksa orada dalından kopan bir gül mü vardır?”
Nihal; “Sen de bilirsin ki, kalbi
kırmaya bir söz yeter. Kırılan kalbi tamir etmeye ne özür, ne de ömür yeter?”
Korkut “Kırık olduğu halde yine de
çalışmaya devam eden, insan kalbi değil midir? Merak etme kırık kalpler de
çalışır.”
Kelimler cam kırıkları gibiydi. Sussa
acıtıyor, konuşsa kanatıyordu. “Bak sana Üstad Necip Fazıl’ın yaşadığı bir
meseleyi anlatayım. Üstada sormuşlar; Kırılan kalp yine sever mi? Üstada “Evet”
demiş. Yine sormuşlar “Üstadım siz hiç kırılan bir bardaktan su içtiniz mi?
Üstad yine cevap vermiş. “Peki, sen hiç bardak kırıldı diye su içmekten
vazgeçtin mi?” demiş.”
Nihal bir süre üstadın cevabını düşündü.
Düşüncelerinden sıyrılarak “Gönül taş ile kırılmaz, ama ya ses tonuyla ya da
söz tonuyla kırılır,” diye cevap yazmıştı.
Korkut; “Seviyorum derken gözlerinin içi
gülüyorsa, kırgınlıklar da geçer, dargınlıklar da… Çinliler; ‘Sen yine de kalbinde bir yeşil ağaç
bulundur, belki şarkı söyleyen bir kuş gelip konar,’ der.
Nihal;
“Nerede o günler?”
Korkut; “Ben ne yapayım? Kalem eğri
dilli, mürekkep siyah, kâğıt ikiyüzlü! Şimdi kalkıp arzuhalimi yazmaya kimi
mahrem kılayım ki? Yunus; ‘Sen yine de kırma dostun kalbini, onaracak ustası
yok. Soldurma gönlün çiçeğini, sulamaya ibrik yok. İnsan iyiliği kadar
taşlanır, merhameti kadar dışlanır, kulluğu kadar da sınanır,’” der.
“Neredesin?”
“Berlin…”
“Hayrola ne zaman gittin?
“Dün…”
“Pazar günü cumhurbaşkanımız gelecek.
Güvenlik için oradayız.”
“Hava nasıl?”
“Parçalı bulutlu, altı derece, hafif rüzgârlı…
Ama yarın yağmurlu gözüküyor.”
“Sen nasılsın?”
“Ben de Berlin gibi parçalı bulutluyum. Biliyorum
ki, sen yine ben gitmeden birkaç güzel söz istiyorsun. Sana bir şey söyleyeyim mi? Her veda da üç
söz iste!
Bir ‘Yüreğini yakan şeyler varsa, elbet
yangını söndürecek mucizeler de vardır. İki “Kaleme bile sırrını verme, gider
kâğıda yazar… Üç “Hayatının kalitesini, hayatındaki insanların kalitesi
belirler. Seni Allah’a emanet ediyorum.”
…