Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 14.01.2020
Okunma Sayısı : 777
Yorum Sayısı : 0

Kölelik sistemi binlerce yıldır insanlık tarihinin kara lekelerinden birisidir.Tarih ve Medeniyet Dergisinin Ocak 1995 sayısında Ekrem Şerifoğlu’nun yazdığına göre Kölelik’ İnsanlardan bir kısmının diğer bir kısmına,muayyen bazı sebeplerle hizmet etmesi olarak’ tanımlanmaktadır.Kuvvetlinin kuvvetsize hükmetmesinden doğmuş ve tarihin en eksi devirlerinden beri devam ede gelmiştir.

Tarihteki bütün yerleşik kavimlerde kölelik vardı ve bu statüdeki köleler her türlü haktan mahrum olarak en ağır işlerde çalıştırılmaktaydılar.İnsanlık tarihinin ilk devirlerinden itibaren bulunan ve yerel kavimlerin kurallarına göre işletilen kölelik sistemi,sosyal ve iktisadi sebeplerle kaldırılması mümkün olmadığı için, İslamiyet bu sistemi hukuki,sosyal ve iktisadi düzenlemelerle ıslah etmiş ve kaldırılması için bir takım kat’i tedbirler almıştır.Nitekim Peygamber Efendimiz(asv)in Fars’ın(İran) efendisi olarak övdüğü Hz.Selman yaşlılığı sebebiyle azat edilmiş bir köle iken,Habeş’in Efendisi olarak Efendimiz(asv)tarafından övülen Hz.Bilal Hz.Ebu Bekir tarafından satın alınarak azat edilmiş bir köleydi.Peygamber Efendimiz(asv)in evlatlığı Zeyd (Ra) de azatlı köle idi.

Kölelik sisteminin kaldırılmasına yönelik olarak yapılan en güzel uygulama Peygamber Efendimiz(asv)in yaptığıdır ve koyduğu kuraldır.Hz. Peygamberin istifrâş hakkı olan cariyelerinden Mariye, oğlu İbrahim'i doğurunca ümm-i veled olmuş ve Resûlüllah da şöyle buyurmuştu: "O'nu çocuğu azad eyledi.Artık o ümm-i veleddir; satılamaz,hibe edilemez ve efendisi vefat edince hür olur.Cariyenin ümm-i veled olmasının iki önemli hukukî sonucu vardır:Birincisi, efendisinden doğan çocuk hür olarak doğar.İkincisi, çocuk doğurduktan sonra efendisi kendisini azad etmese bile, efendisi vefat edince başka bir işleme gerek kalmadan çocuğun annesi olan cariye de hürriyetine kavuşur.Bu hürriyete kavuşma hadisesi, vefat eden efendi'nin bütün terekesini bağlar.Vefat edinceye kadar eş gibi yaşamaya devam eder.A.Akgündüz İslam Hukukunda Kölelik ve Cariyelik)

İslamiyet kölelere ilim öğrenme hakkı vermiş(Bedir savaşı esirlerinin fidyesi ayrım yapılmadan 10 Müslüman’a okuma yazma öğretmek)ti.Hicretten yaklaşık bir asır sonra İslamiyet’in yayıldığı yerlerin en meşhur ve kudretli alimlerinin tamamı köle asıllıydı. (Hasan Basri,Ata bin Ebi Rebah,Mücahid,Said bin Cübeyre,Mekhul,Tavus,Nafi,İbrahim En Nehai, Malik bin Dinar,Eyyubi Sahtiyani İmamı Azam ve hocası Hammad,Ameş ve İbni İshak vb.Tarih ve Medeniyet Ocak 1995)

Diğer kavimlerde pek çok sebebe bağlı olarak işletilen kölelik İslam hukukuyla sadece savaş esirlerine uygulanmış ve köle hakları insan haklarına uygun bir hukuka bağlanmıştır.Tabi ki bu hukuki düzenleme İslam Hukukunun uygulandığı ülke ve toplumlar için geçerli ve bağlayıcı olmaktadır.

Kölelik sisteminin Uygar! Batı devletlerindeki uygulamaları hakkındaki ilk alıntımız Tarih ve Medeniyet Dergisinin Aralık 1994 sayısından:Hayrettin Turan’ın yazdığına göre Fransa’nın denizaşırı sömürgelerindeki kölelerin statülerini düzenlemek amacıyla 1685 tarihinde bir kanun çıkartılmıştır.Kanunun ikinci maddesine göre köleler vaftiz edilemezdi.(Hristiyan olamazlardı)17-18.Maddelerle üretimlerini pazarda satmaları yasaklanırken hiçbir şeye sahip olamayacakları belirtilmişti.Hür kişilere karşı işlenen suçların cezası ölümdü.Kaçmaya teşebbüs edenlerin kulakları kesiliyor,omuzlarına leylak dövmesi vuruluyordu.Silah taşımaları,gece veya gündüz bir araya toplanmaları yasaktı.42 maddeye göre ise beyaz efendi kölelerini zincirleyebilir,gerektiğinde ise onları sopalarla ve kırbaçla dövebilirdi.Bu kanuna göre kölelik statüsünde bulunanların hiçbir insani hakkı yoktur.Üstelik bu ve benzeri kanunlar savaş esiri kölelere değil,Afrika’dan veya başka yerlerden kaçırılan veya tüccarlardan para ile satın alınarak köle statüsüne sokulan insanlar için uygulanmaktadır.

İlginç bir bilgiyi de NTV tarih dergisinin 1.(Şubat 2009) sayısından aktarmak istiyorum:Beyaz Saray inşaatında çalışan siyah kölelerin ücretleri,kendilerine değil sahiplerine ödeniyordu. O dönemden kalan bir maaş bordrosunda,sadece ilk adlarının kullanılmasından dolayı köle oldukları anlaşılan”Tom,Peter,Ben,Harry ve Daniel” için ödenen miktarlar yer alıyordu.Bu kölelerden üçü baş mimar James Hoban’a aitti.Siyah kölelere beyaz işçilerden daha az maaş ödendiği ve yılda 60 ABD Doları civarındaki bu paranın da köle sahiplerine verildiği anlaşılıyordu.Ümit Enginsoy,NTV Tarih 1)

Hayrettin Turan Tarih ve Medeniyet Dergisinin aynı sayısında(Aralık 1994)Gore adasından bahsetmektedir.Yazdığına göre Portekizliler tarafından köle ticaretinin üssü alarak kullanılan Gore adası Senegal’in başkenti Dakar yakınlarında küçük bir adadır ve Portekiz,Hollanda,İngiltere , Fransa arasında el değiştirmiş,1960 yılına kadar Fransa hakimiyetinde kalmıştır.Gore adasından, kayıtlara göre 1450-1550 yılları arasında 150 bin esir pazarlanmıştır. XVII yüzyılda Avrupa’ya götürülen esir sayısı 1,5 milyondur.Bir rivayete göre Avrupa’ya kaçırılan köle sayısı 60 milyondur. Anlaşılacağı üzere bu kölelerin hiç birisi savaş esiri değildir.

Afrika’dan kabile reislerine verilen para veya kumaş karşılığı köleleştirdikleri insanların emekleri ve canları üzerine bugünkü zenginliklerine ulaşan Uygar! Batı toplumlarının sömürgecilik tarihlerini tarihçi Yılmaz Öztuna Temmuz 1965 tarihli Hayat Tarih Mecmuasında günümüzdeki sömürgeler isimli yazısında gayet net bir şekilde anlatmış.” Eski tabirle müstemleke kelimesinde olsun,şimdi kullanılan sömürge kelimesinde olsun kötü,yakışıksız,adeta insan haysiyetine aykırı bir anlam gizlidir…

Fakat eski imparatorluklar mesela bunların en azametli ikisi Roma ve Türk-Osmanlı imparatorlukları birer milletler camiası halindeydiler…Modern sömürgecilik XVI. Asırda Avrupa milletlerinin Avrupa dışı topraklara musallat olmasıyla doğdu.İlk büyük sömürgeciler İspanya ile Portekiz’di.XVII asırdan başlayarak bunlara Hollanda,İngiltere,Fransa ve Rusya katıldı.Bu arada ve sonradan Almanya,İtalya,Belçika,Danimarka,İsveç gibi devletlerde az çok sömürge sahibi oldular

İngiltere,Rusya,Fransa,Hollanda sonradan Almanya,İtalya ve Belçika ile Japonya önemli sömürge imparatorlukları kurdular…Avrupalılar önce Kızılderililer’le Zencilerin oturdukları ülkeleri koloni haline getirdiler.Sonra Sarı Irklar’ın oturduğu ülkelere de el attılar.Nihayet Esmer Irklar’a ve en sonunda Hıristiyan dininden olmayan Beyaz Irklar’a musallat oldular…En iyi sömürgeci sayılan İngiltere ve Belçika gibi devletler bile bazen çok gayri insani davranıyorlar,katliamlardan çekinmiyorlar,yerli halkın en basit haklarını çiğniyorlardı.Fakat Avrupa devletlerinin hemen hepsi sömürgeleri birer Pazar ve sömürülmeye mahsus topraklar ve insanlar olarak görüyorlardı.Bu insanlar sömürülmeye razı oldukları müddetçe,onların doğrudan doğruya hayatlarına bir kasıtları yoktu…

Şimdi sömürgeciliğin zirve yılı olarak ele aldığım 1918 yılı ile 1965’i mukayese edeceğim.1965’te dünyamızın nüfusu 3.296.580.000’dir.1918’de sömürge olan ülkelerde bu gün 1.425.904.000 nüfus yaşamaktadır.Demek ki yeryüzündeki her 2.5 insanın 1’i hatta daha fazlası esirdi,hürriyetlerinden mahrumdu,sömürülüyordu,pek çok şey veriyor pek az şey elde ediyordu…(1965 yılında) Yani şu anda yer yüzündeki her 8.5 insandan biri esirdir,hürriyetlerinden mahrumdur,insafsızca sömürülmektedir…Diğer bir deyişle her İngiliz veya her Hollandalı,dünya nüfusundan 10 kişiyi sömürüyordu.(Yılmaz Öztuna,Hayat Tarih Mecmuası 1965,6)

Osmanlı Devleti bütün dünyada kölelik sisteminin uygulandığı bir zaman diliminde kuruldu,devletleşti ve imparatorluk oldu.Merhum tarihçi Halil İnalcık’ın Osmanlı toplumundaki köle emeği isimli makalesinden öğreniyoruz ki;(Köle emeği,İslam toplumunda mukataba olarak bilinen,sınırlı hizmet sözleşmesi sistemi altında örgütlenmişti...Bu tür bir mukataba gerçekte kölenin kurtulmalık vererek kendini esaretten kurtarabilmesi için,bağımsız olarak çalışmak ve kendi kazancına sahip olmak gibi belirli hakları kullanmasına izin vermek anlamına geliyordu.Bir başka tür de işi belirtmeksizin belirli bir zaman diliminde çalışmış olmak karşılığında özgürlüğe izin veriyordu...Kadı sicillerinin gösterdiği gibi mukataba Osmanlı imparatorluğunda yaygın biçimde uygulanmıştır.Kuran tarafından tavsiye edilmektedir.İki tarafın anlaştığı bir para miktarının ödenmesi karşılığında sahibin kölesine özgürlüğünü bağışlamasından ibarettir.Bazı hukukçulara göre bu,kölenin kendisi için ödediği kurtulmalıktır.İlginç bir tarihsel örnek olarak Fatih Sultan Mehmed’in Rum savaş esirlerinin özgürlüklerine karşılık kurtulmalık olarak İstanbul surlarının onarımında çalışmalarına izin vermesinden bahsedilebilir.Mukataba’ya tabi olan kişi ancak ödemeleri tamamlandığında özgür olabilir.Tabii ki,ödemelerin tamamlanmasına yakın,bir indirimde anlaşılırdı.H.İnalcık Makaleler II)

Yine makalenin ilerleyen sayfalarında okuyoruz ki:Osmanlı Devletinde köleler çoklukla yönetici ve askeri sınıf tarafından asker(Yeniçeri veya Cebelü)bürokrat,Kapı kulu(saray hizmetkarı) sivil zenginler tarafından da el sanatları ve tarım kesiminde istihdam ediliyorlardı. Bazen de kurulan yeni köy ve çiftliklerin geliştirilmesi için köylere yerleştiriliyorlardı. Osmanlı devletinde devşirme ve kölelerin bir takım imtiyazlarla Müslümanlaştırılıp eğitilerek devlet katında istihdam edilmelerinin bir sebebi de kölelik hukukudur.Devşirme sistemindeki köleler Devletin manevi şahsiyetini temsil eden padişahın kölesi durumunda oldukları için ihanete meyletmeyecekleri düşünülmüş olmalıdır.Ancak zaman ilerledikçe eğitim ve insana bağlı dejenerasyona bağlı olarak en büyük hainler devşirmelerin arasından çıkmıştır.

Önceki sayfalarda Batı Toplumlarında kölelerin durumunu az çok öğrendik.Peki Osmanlı toplumunda kölelerin durumu nasıldı:Osmanlı Devleti uyguladığı şer’i hukukun gereği olarak kölelere iyi muamelede bulunan ,onların hürriyetlerine kavuşmaları için en çok kolaylık gösteren millet olduğu,bilhassa yabancı seyyah ve tarihçilerin beyanlarıyla sabittir. gereği Kölelere tam bir dini hürriyet sağlanmıştı. Onların Müslüman olma mecburiyetleri yoktu;kendi dindaşları gibi giyinebilirler,ibadette bulunabilirlerdi. Çok iyi bakılır,ev hizmetleri haricinde çalıştırılamazlardı.,alacakları nafakanın asgari haddi fermanla tespit edilirdi ki 19.asrın ikinci yarısında çıkarılan İhtisap Ağalığı nizamnamesinde(bugünkü belediye kanunu)bu miktar altmış para civarında tespit edilmişti.20.asrın ilk senelerinde kabul edilen nafaka kanunu da,kölelerin nafakalarını sıkı sıkıya hükme bağlamıştı.Nafakaların yeterince ve zamanında verilmediği hususunda esirciler kethüdası mesuldü

Osmanlı cemiyet hayatında çoğu zaman kölelerin evlat edinildiği bunların çok yüksek mevkilere gelebildiği görülmektedir.Cemiyet menşe’leri sebebiyle asla aşağılamamaktadır. Köleler, bilhassa cariyeler belirli bir yaşa geldikten sonra evlenme çağı geçmeden ailenin itimat ettiği kimselerle evlendirilir,kendilerine yüklü bir cihaz(çeyiz) ve birde evceğiz verilirdi.Buna çırak etme denirdi.Çırak edilen köle ile irtibat kesilmez, ailenin ev dışında bir ferdi gibi kendisiyle görüşülür ve himaye edilirdi.Ekrem Şerifoğlu Tarih ve Medeniyet Ocak 1995)

Devşirme sistemi iki bölüm halinde incelenebilir.Bir kere devşirme sistemine alınan çocukların tamamı değil bir kısmı savaş esiridir.İçlerinde Müslüman ahalinin sanat erbabı çocukları da vardır(Mimar Sinan ve Boşnaklar bu iddiamızın örneğidir.)Bir kısmı ise vergi muafiyeti sebebiyle ailelerinin devlete verdikleri çocuklardır.İnsana dayalı her sistemde olacağı üzere devşirme toplanmasında da bir takım suiistimaller mutlaka olmuştur.Çünkü ilerleyen zamanda taşradaki idarecilerin devşirme toplaması iptal edilerek merkeze alındı.Kaynaklarda Sokollu Mehmet Paşa’nın ailesinin rızası dışında zorla devşirildiğine dair bilgi mevcut(Murat Belge)

Devşirme sisteminde Müslüman yapılan ve Türk ailelerin yanında Türk İslam kültürünü öğrenen bu gençler durumlarına göre ya asker olarak Yeniçeri ocağına ve ya devlet kadrosu için yetiştirilmek ve çalışmak üzere Saray mektebine(Enderun Fatih zamanında kuruldu.) alınırdı. (Hacı İvaz Paşa’nın ve Çandarlı İbrahim Paşa’nın bu eğitimlerin verildiği Edirne’de,İskender Çelebi’nin İstanbul’da eğitim için kullanılan sarayları vardı.)Kuruluş ve gelişme döneminde devşirme vezirlerin sayısı fazla değildi.Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren devşirmeler vezirliği neredeyse tamamen ele geçirdiler.Fatih Sultan Mehmed’in devşirme vezirlere yönelmesinin sebebi elbette ki Türk düşmanlığı değildi.Çandarlı ailesinin Yeniçeriler üzerindeki nüfuzu ve Çandarlı Halil Paşa’nın iki kere,şehzade Mehmed’i tahttan indirmesi bunda mutlaka etkili olmuştur.Fatih’in yakında bulunan devşirme bürokratlar sadakat konusunda güven sağladıkları için doğal olarak devşirme vezirlerin önü açıldı.Yeterli güveni elde eden devşirme vezirlerin sisteme soktukları yanlış uygulamalar çoğu zaman bu devşirme vezirlerin canına mal oldu.Devşirme vezirler hakkında İsmail Hami Danişmend İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi’nde ilginç bilgiler kaydeder ki bunlar devşirmelerde ki dejenerasyonun anlaşılması açısından önemlidir:

(“Fatih Silifke havalisinin işgaline devşirme vezir Gedik-Ahmed Paşa’yı memur etmiştir.Bu seferde İçel kalelerinin bir kısmı evvelce Uzun Hasan’a ilticâ etmiş olan Karaman prenslerinin aileleri tarafından teslim edilmiş ve bir kısmı da hücumla zaptolunmuştur: Bu suretle ele geçen kalelerin en mühimleri Silifke, Gorgos ve Mokan’dır; Gedik-Ahmed,Karaman hanedanından buralarda bulduklarını İstanbul’a göndermiş ve fırsattan istifade ederek o havali Türklerine bir çok zulümler yapmıştır...1469=874 vukuatının birinci fıkrasında gördüğümüz Karaman seferini yapan Rum Mehmet Paşa gibi bu Rum yahut Arnavut Gedik Ahmed Paşa da salâhiyetini suiistimal ederek Türk halkını ezmek suretiyle ırkî ve cibilli temayüllerini tatmine kalkışmıştır; gerek o Rum-Mehmet, gerek bu Gedik-Ahmed hakkında tarihin çok feci notları vardır;meselâ Âşık-Paşa-zade, bundan evvel de bahsi geçen Rum Mehmet Paşa hakkında:

-Bu Rum veziri İstanbul’un intikamın almağa gayet müştak idi kim ehl-i İslâm incideydi! dedikten sonra bu Türk düşmanının Anadolu’daki cinayetlerini şöyle tasvir etmektedir:«Rum Mehmet yörüdü, Larende’ye vardu; mescidlerün ve medreselerün yıktu; şehrün avretini ve oğlanunu soydurdu, uryân ittirdü; ve Larende’den vardu, Ereğli’ye çıktu, Ereğli’nün vilâyetünü harâb ittü, ol vilâyetün halku ayıttu:[Bu Allah Resulünün vakfudur, imdi sen bunu böyle harâb ittün, sen Allahun Resûlüne ne cevab virürsün?] didiler; bunun gibi söz diyenlerü öldürdü».

Müneccim-başı» da şair Nedim ’in terceme ettiği tarihinde bu dönme veziri şöyle anlatır:«Bir zâlim adem olmağla ol memalik pençe-i gadrine giriftar oldukda maldâr olan kimseleri zulmen müsâdere etmekle çok şey tahsil eyledi ve dönüp gelürken Varsak beylerinden Uyuz Bey nâm kimse Varsak taifesinden bir mıkdar yaya asker ile bir dar derbendde Mehmed Paşa’nın yolunu basup ekser-i etbâını ve tahsîl ettiği mâl-i habisi elinden ahzeyledi; kendüsü hezar meşakkat ile halas oldu».

Kemal-Paşa-zâde tarihinde bu hain Rum dönmesinin şöyle bir sözü vardır:-Pâdişahun bizüm vatanumuz hakkunda ittüğü hasaretün intikamunu ben de Larende ve Karaman ölkesünde icraya muvaffak olayum !

Solak-zâde de Rum yahut Arnavut Gedik-Ahmed Paşa’nın bu seferki Silifke seferinde işgal ettiği kalelerdeki Türk zabitlerini«balay-ı burcdan perran» ettiğini anlatır!İsmail Hami Danişmend İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi)

( Büyük Osmanlı-kölelik Cariyelik-devşirmelik başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 14.01.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.