altı çocuklu bir aile reisiydi
ne iş varsa yapardı
hiç yaşına başına bakmadan 
defalarca iner çıkardı birkaç kat iskeleden
espiriliydi, güleçti
herkesle şakalaşır,
gözlerinin içi her zaman ışıl ışıl parıldardı
çoğu zaman yürürdü,binmezdi minübüse.
belki de,
vereceği üç kuruşu düşünürdü
bir gün alıp gittiler onu
elma dallarına konan serçelere inat

hiç unutmadım
babamı unutanları
çocukluğumu ödünç verdiğim akrabaları
güneşimi çalıp götürdüler içimden
karanlıkta siren çalan bir trenim şu koca kentte
pıhtılaşmış kan damlası gibi

daha çok severdim onu
kur’an okuduğu zaman mübarek gecelerde
inanmış sesiyle büyülenirdik
daha küçülürdük odanın en uzak bir yerinde

sessiz sessiz yudumlardık nefesimizi
katlayıp koyardık akan gözyaşını mendilimize
solmasın diye 

kalbimizin buzları erirdi
cemreler düşerdi hayatın güneşsiz yanına
karışırdı erguvanlara dualarımız
buzları kırardı daha ilk adımda 
tebessümü çocuklarının canına can katardı 
guguk kuşları konardı saçaklarından maviler sarkan çatılara 

*

değişse de ağzında yarınları anlatan sözler 
yudum yudum içilse de dudaklarından umutlar
nefesin sıcaklığını demlerdi gönlünde
bölerdi kalbinin atışını hecelere
vedalaşmalar olacak 
yıldızlar kadar uzaklaşacağız elbet bir gün
sizi seviyorum derdi yüz bin kere 

taşlara tutunan yosun olmayın sakın
kusursuz, sorunsuz, dupduru kazaklar örün
renk renk giydirin sırtına ruhunuzun

kısa bir öyküdür hayat
zehir düşmesin diye uykularınıza
uçurtmalarını vurmayın çocukların
yorgun topraklara taze baharlar getirin 
çiçekli dağlardan
aziz bir su parçası gibi
kendiniz olmanın hazzını tadın 
koca bir ömür geçecek rüzgar gibi önünüzden

*

evin en öksüzü babalardır
en yalnız, en kimsesizi 
evin direği olurken kendisi direksizdir
dayanacağı kimsesi pek yoktur

babalar unutulur
evin dış kapı mandalı gibidir çoğu zaman 
ne sevdiğini gösterebilir 
ne de sevilmek istediğini

en acısı 
yıllarca gözünden bile koruduğu o güzeller güzeli kızını
gelir adamın biri alır elinden 
teslim eder bir başkasına elleriyle gözbebeğini 
yıllarca dışarıda deli gibi çalışırken, 
bebekken hiç büyümeyeceğini düşündüğü yavrularının değiştiğini bile fark edemez

*

şimdiye kadar sana duygularımı belli edemediğimi biliyorum 
böyle olmasını istemezdim
uzun zamandır sana hiç seni sevdiğimi söyleyemedim
sana sıkı sıkı sarılamadım
dizinin dibinde iki yabancı gibiydik
şimdi ne çok özlüyorum seni 

nasıl da hayat karmaşasının içine düştük 
eski bir hatıra gibi…
en yakın arkadaş olduğumuz zamanları deli gibi özlüyorum 
birlikte yaptığımız her şeyi 

şimdi tekrar küçülsem 
karşıdan karşıya geçerken ellerini tuttuğun çocuk olsam 
beni okula ilk yazdırdığın gün.
senden öğrendiğim o kadar çok şey var ki 
en güzeli iyi bir Müslüman olmayı sen öğrettin bana 

seni hep otuzüç yaşınla hayal ettim 
hiç yaşlanmadın, boyun hiç değişmedi
yaşadığımız tüm anıları hafızamda sakladım

küçükken her gece üzerimi örttükten sonra 
beni çok sevdiğini söyleyip giderdin 
bana çok güzel şeyler kazandırdın 
torunlarına da bakacağına söz vermiştin 
sözünü tutamadın 
yolunu gözler olduk
ama sen yoksun

*

ilk duyduğum anda kanım çekildi, 
nefesim kesildi, hayat durdu sanki 
bu asla olamazdı, sen gidemezdin hiçbir yere. 
o kadar güçlüydün ki hayatı hiç bırakamazdın çünkü 

eve geldiğimde seni balkonda ki sandalyende bulurdum 
dün eve uğradım sen balkonda değildin 
oysa ne de çok istemiştim seni son bir kez daha görebilmeyi
şimdi mezarının başına gelip senin için dua ediyorum 
seninle sohbet ediyorum havadan sudan
lakin sessizce ağlıyorum

sen koca bir çınar gibiydin 
bana güç verirdin, destek verirdin, 
sana teşekkür edebilmem imkansız şimdi
fakat yine de deneyeceğim
teşekkür ederim baba
seni çok seviyorum

*

inan bana, kendimi yalnız hissediyor
çok üşüyorum… 
aramızdaki mesafe ne kadar uzak olsa da 
dün de bugün de yarın da 
yüreğim kadar bana yakın olacaksın hep

namaz vakitlerinde elimden tutup beni camiye götürdüğün 
çocukluk günlerim tatlı bir hayal olarak zihnimde hep
kanından kan verdin
rızık temin ettin tüm zorluklara rağmen 
alın teri döktün yaban ellerde 
karadenizin en haşin dalgasıydın
evimize akıp gelen
gönül sahillerimizi okşayan

bir anda soldu her şey
bir anda sustu dudaklarda binlerce sözcük 
sinemiz bin parçaya bölündü 
sen gidince
öylesine kırılgan,
öylesine duygusallaştık

yedi nüfusu doyurmak için ekmeğini taştan çıkardın
ayakkabının altındaki delikler kime neydi? 
el açmadın kimseye, 
yemedin yedirdin, giymedin giydirdin

bir gece 
ağıtlar yürek parçaladı 
hıçkırıklar bıçak olup bağırları deldi
kuruyup dökülmesin diye yapraklar
kurup cinnetin saatini hep birlikte ağladık 

salına-büküle aktı suya güneşin aydınlığı
yüzleri yalayarak ötelere gitti rüzgar
senle beraber

ne liman kaldı sığınacak
ne de gemilerin yaslandığı dalgalar
artık bel bağlayacak eğreti sevdalar da kalmadı
gömleğe yaka, cekete düğme, masaya örtü kalmadı
ateşe tutulan demir oldu her şey
eriyip yok oldu 

eflatun akşamlar gölgelere büründü
vadiler öyle derin ovalar öyle genişti
insanın hasıydı 
yüreği güzel bir babaydı göç eden

cebinde ki her kuruşu paylaşırdı
ekmeğini yiyenler çok olmuştu
özünde duygusaldı
sanat müziği severdi 
gözleri dolu dolu olurdu dinlerken

yatıya kalan yağmurlar yüzünden hep ıslaktı 
gözyaşı serperdi ,su taşırdı solgun yanaklarına
çığlık olur mu rüzgarların sesi
elini öptüğüm dudaklarım söyleyin
bir baba daha yeniden büyür mü oralarda 
tertemiz kur’an surelerinden 
ezan seslerinden topladığınız tevhitleri de götürün ona 

torunların dedem diye koşmadan,
çekip gitmek var mıydı öyle? 
bak yetim kaldık
hasretin ile yandık kavrulduk

gözü yaşlı kaldı yetmiş yıllık eşin
bizi fena yıktı birden gidişin
ben kimlere diyeceğim artık 
bu benim babam
yolculuğun çok uzun sürdü, 
sen pek uzun yolculuklar sevmezdin
nerelerdesin 

telefonum çalar sen zannederim 
kapının zili çalar yine sen bilirim
sen vefasız değildin 
nerelerdesin

helalden harama dalmadın hiç
paraya pula kanmadın hiç 
hangi toprak okşar saçlarını
hangi taşlar öper ellerini şimdi

*
gökyüzünde ki bulut nasıl giderse dağlara doğru
insan nasıl düşerse yollara usulca 
anılar da öyle yol alır gönülde
eskimez düşler
insan eskise de
dünya eskise de
uzun seferlerde kaldı o yağız bahriyeli 
eski bir şarkı oldun şimdi

alageyiklerimi vurdular en kuytu yerde 
unutamadım 
yıldırımlara lehimlendi damarlarım
ışığım söndü camlarım kırıldı
çalmaz oldu en sevdiğin şarkılar
soğuk mavilere yükseldi soluğun
dalından düşen her kuru yaprak gibi
göçen her yıldız gibi 
kapatıp kapıları gittin

*

sıva kalfasıydı elinden düşmezdi malası
çalışıp didinirdi yoktu başka tasası
artık sensiz geçecek her bayram
yine gözümde yaşlar, yine içimde hüzün.
kimin elini öpeceğim
kime limonlu çay getireceğim

belki bir ses verirsin diye özleminle yanan gönlüme 
rüyalarıma gel de başımı okşa ne olur
çınlıyor hala kulağımda oğlum diye seslenişin
saplanıyor tarifsiz sancılar sol yanıma 
açılıyor dermansız yaralar bağrımda 
çıktığın son yolculuktan dönmedin
gündüzler hiç bu kadar uzun olmamıştı
geceler hiç bu kadar karanlık 

evin önüne geldiğinde ambulans
hiç direnmeden biniverdin
ne vardı öyle erkenden gidecek 

dün yine öğle namazından sonra
toprağını suladım
sana olan hasretimle suladım 
ellerini tutup
gözlerine bakabilseydim teşke
tekrar görüşürüz bile diyemedim ayrılırken

*

yine dizlerime koy başını 
aynı çocukluğumdaki gibi
haydi yine bayram sabahları olsun 
kapıya dizilelim elini öpmek için

bir ilkokul sessizliği yerleşiyor zihnime
tek ayak üstünde duruyorum saatlerce
kulağımı çekiyor sensizlik duygusu
çok isterdim dokunmayı o ak saçlarına
sarılıp koklamayı, öpmeyi o nur yüzünü
çok isterdim

hıçkırıklarım düğüm düğüm 
yutkunamıyorum, takıldın babam tam şurama
ve ben hala o dizinde uyuyan çocukmuşsun meğer

duvarda resmin
gözlerin gözlerime değiyor
arkanda bıraktığın emanetin annem
anneme baktıkça ne çok hissediyorum yokluğunu
ah bir yanımda olsaydın 
ne mal isterdim ne pul ne para 
bir gülüşün yeterdi her acımı dindirmeye

yokluğun yüreğimde alev alev 
vatan gibi bayrak gibi içimde tütüyorsun 

sırtımı dayadığım duvar olurdun
ulu çınarım derdim gölgende uyurdum
neler vermezdim uğruna 
sana bir kere daha baba diye sarılabilmek için
şu lal dilimle binlerce baba derdim, doymazdım hiç

giydiğinde havalara uçmak isterdim sevinçten
paltonu bir kere daha tutabilsem
öyle bir kucaklardın ki kollarınla 
hala onun sıcaklığıyla uyuyorum her gece
koca adam oldum 
ama hala çocuğum 
şimdi daha da çok ihtiyacım var sana 
dağ gibiydin babam
başı dumanlı
dağ gibi…

evin önünde, dört gözle gelmeni beklerdik
elin hiç boş olmazdı 
ya bir karpuz, ya bir kavun,
bir gün balık aldıysan,
ertesi gün,et getirirdin

koşar alırdım hemen elindekileri
yüzüne bakardım 
gözlerinin içi ışıldıyorsa,
nede güzel geçerdi öyle akşamlar

hep beraber yemeğimizi yedikten sonra
bir taraftan çaylarımızı yudumlar
senin yüzün gülsün diye
soytarılık yapardık
çocuklar gibi sevinirdin
boynumuz bükük şimdi
tükendi mutluluk masalları 

ilk kez görmüştüm gözyaşlarını tutamayışını 
bir akşam çayında limonlu çay içerken
bizlerin haberi olmadan ağlardın.
kim bilir ne derdin vardı.
bir yalnız adam gibi bekler dururdun sabahı
bekler dururdun işe gideceğin saati 

göçüp gitti istanbulun mavi bulutları 
esmerleşti akşamlar
bir bardak limonlu çayda koptu fırtınalar 
kahve fincanında çalkalandı akşam vakitleri
elma dalına konmaz oldu serçe kuşları 
günlerin rengi değişti
koca yürekli bir adam gelip geçti bu şehirden

redfer
( Acıdır Bu Memlekette Babaların Ölümü başlıklı yazı redfer tarafından 11.01.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.