Makale / Tarihsel Makaleler

Eklenme Tarihi : 10.01.2020
Okunma Sayısı : 815
Yorum Sayısı : 0

TARİH’LE HESAPLAŞAN NECİP FAZIL

Cumhuriyet nesilleri üzerinde en fazla etkiye sahip mütefekkirlerden birisi şüphesiz Necip Fazıl’dır dersek yanlış bir tespitte bulunmuş olmayız.Necip Fazıl hakkında getirdiği eleştiriler itibarıyla,eleştirmem bir mecburiyettir.Sonuçt Osmanlı’ya yapılan haksız eleştirilere cevap verme durumundayım.Necip Fazıl her zaman nev’i şahsına münhasır bir kişilik olmuştur.Cumhuriyet kadrolar ile her zaman kavgalı olması bir yana tarihle de , kendisine hesap sorma misyonu yükleyecek keder kavgalıdır.Necip Fazıl’ın Türkiye Muhafazakar gençliğinin üzerindeki emeğini ve nüfuzunu göz ardı etmek gibi bir niyetim yok elbette ki. Ama onun Osmanlı tarihine ve kişiliklerine getirdiği haksız eleştirileri de görmezden gelmek mümkün değil. Kitaplarında tarihçi olmadığını özellikle belirten Necip Fazıl maalesef ki II.Abdülhamid Han’a gösterdiği saygıyı Sultan Abdülaziz’e göstermez.Baltacı Mehmed Paşa’ya hiç göstermez.

Osmanlı Devletinin son dönemi zaten çok tartışmalı bir dönemdir.Cumhuriyet kadroları algı operasyonlarını gerileme ve çöküş dönemi üzerinden yürütmüşlerdir.Eğer savunma ve karalama sadece gerileme ve çöküş dönemi üzerinden yapılırsa,Osmanlı tarihinin geri kalan kısmına nereye yerleştireceğiz?Tarihin tamamıyla hesaplaşamazsınız.Böyle bir iddia tamamen temelsiz bir iddia olacağı gibi bu iddiayı ispatlamak zaten mümkün olmaz.

Merhum Necip Fazıl Yeniçeriler hakkında yazdıkları ilginç,ilginç olduğu kadar tarihi gerçeklerle uyumsuz aynı zamanda.Yeniçeri isimli kitabında Hacı Bektaş’ı Veli’nin Yeniçerilere dua ettiği efsanesine inandığı belli olan Necip Fazıl,acaba gerçekten Orhan Bey ile Hacı Bektaş Veli arasındaki uzun tarihsel zamandan habersiz miydi? Ki artık elimizdeki tarihi veriler Yeniçeri ocağının Orhan Bey zamanında değil I.Murad zamanıda kurulduğunu kesinleştirmiştir.

Necip Fazıl’ın ağır eleştirilerinden nasibini alan tarihi şahsiyetlerden birisi de Yıldırım Bayezid’dir.Yıldırım Bayezid’i içki müptelalığı ve kardeş katlini başlatmakla itham eder.Halbuki Yıldırım Bayezid zamanı,taht mücadelelerinde şehzadelerin katledilmesinin ilk örneği olmadığı gibi son örneği de olmamıştır.Babası I.Murad Hüdavendigar’a önce oğlu Savcı,ardından kardeşleri Halil ve İbrahim isyan etmişler isyanın bedelini de ödemişlerdi.Peki mesela Savcı Bey başarılı olsaydı I. Murad Hüdavendigar’a ne olacaktı? Veya ağabeyi Yıldırım Bayezid’in sultan seçilmesinden memnun olmayan şehzade Yakup bir darbeyle başarılı olsaydı Yıldırım Bayezid’in sonu nasıl olacaktı?Şehzade Mustafa başarılı olsaydı yeğeni II.Murad’ın yaşamasına izin verecek miydi? Büyük bir ihtimalle böyle bir şey mümkün olmayacaktı.Tahta her kim oturursa otursun rakibini/rakiplerini etkisiz hale getirecekti.

Necip Fazıl’ın Yıldırım Bayezid’e getirdiği bir başka eleştiri sultanın aşırı özgüveni sebebiyle Ankara savaşını kaybetmesidir.Kuruluş ve gelişme dönemindeki bütün Osmanlı sultanları bilhassa savaş konusunda aşırı özgüven içinde değiller miydi?Fatih Bizans elçilerine”Benim kudretimin ulaştığı yere İmparatorunuzun hayalleri bile ulaşamaz” derken özgüvenini ortaya koymuyor muydu?Farklı bir açıdan sorarsak Savcı Bey babası I.Murad’a isyan ederken bu özgüveniyle isyan etmemiş miydi?

Necip Fazıl’ın Yıldırım Bayezid’e yönelik içki içtiği yönünde ser eleştirileri vardır.Orhan Bey zamanından itibaren,gayri Müslimlerin kendi toplumları için içki ürettikleri ve sattıklarını biliyoruz.Yıldırım Bayezid veya başka sultanlar ve/veya şehzadeler içki içerler miydi?Bu soruya kesinlikle hayır veya evet cevabını vermek mantıksızlık olacaktır.Osmanlı tarihlerinde de bazı padişahların iş-ü işrete meraklı oldukları,hatta ayyaş oldukları yazılı.İş-ü işret ve ayyaş kelimelerini bu günkü anlamlarıyla düşünürsek yüzeysel bir yargıyla,başta Yıldırım Bayezid(Akgündüz Y.Bayezid’in Zeyniyye tarikatına intisabı olduğunu yamaktadır.)ve II.Murad olmak üzere sultanların içki müptelası olduklarını söyleyebiliriz.Ama İş-ü veya iyşü işret ve ayyaş kelimelerinin Arapça-Osmanlıca karşılıklarına göre düşünürsek içki müptelalığı yargısı boşlukta kalacaktır.Mesela ayyaş:Hayatını dolu dolu yaşayan demektir.-Peygamber Efendimiz(sav)in Ayyaş bin Rebi adında bir sahabesi vardır ve Peygamber Efendimiz(sav) bu sahabenin ismini değiştirmemiştir-(İnternette Osmanlıca-Türkçe sözlüklere bakabilirsiniz.)Dindar birinin hayatını dolu dolu yaşaması ile farklı bir hayat tarzı olan birinin hayatını dolu dolu yaşaması aynı manaya gelmez.Ahmet Akgündüz’ün Bilinmeyen Osmanlı kitabında yazdığına göre îş=yaşama, işret=keyifli hayat ve eğlence demektir.Kabul edersiniz ki bu da tamamen kişisel yorum ve hayat tarzına bağlıdır. Kaldı ki Osmanlı’da ulemanın ve Şeyhlerin sultanlar üzerindeki nüfuzları bilinirken bilhassa kuruluş ve gelişme döneminde sultanların içki müptelalığı bana mantıksız geliyor.

II.Murad hakkındaki iddia ise yabancı bir elçiye aittir.Bildiğim kadarıyla Osmanlı sultanlarının divan üyeleri dışındaki insanlarla yemek yemek gibi bir adetleri yoktu.Divan üyeleriyle yemek yeme adetini Fatih kaldırdı.Sultanların herkesle birlikte yemek yememeleri, genetik olarak Damla(nikris hastalığından muzdarip olmaları(damla hastalığının son evresi çok ağrılı geçer) yanlış yorumlanmış olabilir mi acaba?Osmanlı devletinin kendine özgü protokol kuralları vardır(Mesela II.Bayezid zamanında Rus elçisi temiz olmadığı,kötü koktuğu için sultanın huzuruna alınmadığı gibi ülkesine geri gönderilmiştir.) Protokol kuralları gereği yabancı elçilerin sultanla yemek yemeleri pek te mümkün değildir.Yukarıda yazdıklarımın tamamına göre bir düşünce tarzı geliştirirsek sultanların(şehzadelerin demiyorum, onların içkiye ulaşmaları veya bağımlı olmaları daha kolaydı.)içki müptelalığı bana mantıksız geliyor ama yine de olmaz olmaz deme,olmaz,olmaz diyerek bu konudaki cümlelerimi bağlamak istiyorum.

Göreceliğin reddi, mutlağın evine avdeti arzusuyla yanıp kavrulan Necip Fazıl bu yüzden ‘modern’dir ve Ahmed Cevdet Paşa gibi geleneğin kendi halindeki akışına tevekkülle katlanış ve onu diriltmek veya uyandırmak gibi kategoriler halinde formüle etmekten kaçınış şeklinde karşımıza çıkan ananevî ulema tavrından bir kopuşu temsil ettiği bariz bir fark olarak karşımıza çıkar.Necip Fazıl’ın bu tavrı bağlı olduğu tasavvuf ekolü itibarıyla da ilginçtir.Yukarı kısımlarda yazdığım gibi Ehl-i Sünnet tasavvufu öz itibarıyla mihaliftir,İslamı yaşama adına pek çok eziyete maruz kalsa da-İmamı Rabbani gibi) tarihinin hiçbir döneminde Necip Fazıl benzeri bir muhalefet sergilememiştir.Ne yaşadığı döneme nede tarihe karşı.Bağlı olduğu Seyyid Abdülhakim Arvasi’nin de Necip Fazıl benzeri bir muhalefeti olduğunu duymadığım gibi okumadım.

Necip Fazıl’ın aşağılamalarından Kanuni Mirasyedi,saltanat dönemi de çöküşün başlangıcı olarak nasibini alır.Kanuni dönemini eleştirirken aynı zamanda karşı çıktığı Resmi tarihle de bir şekilde örtüşmekte olan Necip Fazıl Derin Tarih dergisinin ilgili sayısında, Orhan Okay’ın ifadesiyle gerek yakın tarih olayları gerekse kişiler hakkında yanlış,kırıcı,zaman zaman birbiriyle çelişen olumlu,olumsuz değer yargıları olan(Derin Tarih 2016 Mayıs) ve kendisine Üstad diye hitap etmeyenlere kızacak kadar da ego sahibidir.(B.İbrahimhakkıoğlu,Derin Tarih)Eleştirileriyle Yalan Söyleyen Tarih gibi bir tez onun sayesinde vücut bulmuş ve halen de yaşamaktadır.


( Büyük Osmanlı-tarihle Hesaplaşan Necip Fazıl başlıklı yazı Mustafa ESER tarafından 10.01.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.