Deprem olmuş, tayfun gelmiş, yanardağ patlamış… Asırlar öncesi öyle zengin medeniyetlerin eserleri toprak altında kalmış, kazıyla ortaya çıkartılınca varlığı ortaya çıkmış… Var olan zenginlikleri gün gelmiş sona ermiş, bedenleri çürümüş, kemikleri bile görünmez olmuş… Öylesi zenginlikleri, güvendikleri, gösterişleri, Allah’ı tanımamızlıkları neymiş, akıbet neymiş görmüş! Hani dünyaya sahip olsa, en kıymetli elmasları saklasa, oh be garanti ve lüks yaşıyorum dese, nihayet bir ömür, nihayet 1000 sene … Sonra kimse tanımıyor, kimsesi kalmıyor, unutulup, tüm anı ve hatıralarıyla tarih oluyor işte… Kazıyor sonra arkeologlar, yaşadığı hayatını hayal ediyor, yazdıkça hakkında yazılacak ne kadar çok şey buluyorlar! Bu hayatı yaşamamanın kıskançlığı içinde, tarih oluşuna aldırmadan gerçek olmuşun hayalini kuruyorlar. Sanki aynıları yaşasalar, onlara farklı bir dünya vereceklermiş gibi, sanki aynıları başına gelmeyecekmiş gibi, bu seferde beyinlerini kazıyorlar!


Bu dünyada insanlara akıllı, elektronik, uzay gezi araçları verilebilir, hatta yapay zeka ve ötesi her şey hayatını kolaylaştıracak düzeyde değişebilir, insana oyuncak gibi bahşedilebilir ama zenginlik, lüks yaşam ve hayatı garanti altına almak hissi yok olmaz, günah ve sevap arasında sürekli gidip gelir, Allah inancı ve onun yüceliği hep vardır. Hani kendini beğenmiş şu zamane, mağara adamı gericiydi, yarı çıplak, vahşi sesiyle ve kullandığı araçları  ile ne iğrenç gürünümlüydü diyebilir. Bunu diyene sorulmaz mı? sen hala yağmur yağdıramıyorsun, sen hala depremin ne zaman olacağını bilemiyorsun, sen hala tayfun geldiğinde evlerin yıkılmasını, ölen insanları önleyemiyorsun, sen hala havaya muhtaçsın, sen su olmazsa yaşayamıyorsun, sen mevsimleri durduramıyorsun, sen ölümü de sonlandıramıyorsun… haydi söyle o mağarada yaşayan adam senden ne gibi farklı bir doğa ve ihtiyaçları vardı? sen aynı insansın, üstelik gülmeye, kızmaya, yalan söylemeye, kin duymaya, iftira ve gıybet etmeye… Daha bir çok şeye aynı duyarlıklıkta ihtiyaç duyuyorsun… Senin ondan farkın, lüksünde… O da herkeste olmuyor. Oysa doğanın içinde ki mağaralar herkese eşit düzeyde ve aynı imkanı sunmaktaydı. Mağara insanında toplumsal aykırılıklar bulunmuyordu.


Geçmişi olmayanın geleceği olur mu? Herkes kendi zamanının lüksünü ve farkındalığını yaşar. Hikayelerin konuları hep aynıdır. Bu yüzden çocuklara bu yaşanmış hikayeler okunur, uyuması için. Hem uyutur ve hemde rüyasını görür huzur içinde. Kim bilir ne kadar az çocuk bu yaşanmış hikayeleri yaşamaya şahit olacaktır. Leyla’nın aşkından çöle düşmez Mecnun ama böyle bir zihniyette ki babadan dolayı Mecnun dağlara düşebilir, uzak diyarlara gidebilir. aşk aynıdır. Kavuşmamak da aynıdır. Belki başlık parası yoktur ama o zengin kızı memnun etmek için o başlık parasından çok daha fazla paraya ihtiyaç duyar damat. Nitelikler aynı ama ayrıntı değişiyor, konum, insanlar, ihtiyaçlar…


Olimpiyatla gündeme gelen yunan tarihi, aslında Türk’ün Orta Asya’dan beri gelen müsabakalarla tohumunu attığını kimse iddia etmez, yapılan güreşler, ok ve mızrak atmalar, at ve deve yarışları, bilek güreşleri… Türk insanının yarıştıkları branşlardır. Tıpkı matematik ve tıbbın esasının Türklerde olmasına rağmen buna sahip çıkanın ecnebiler olduğu gibi… Fikir ve felsefenin kaynağının Müslümanlar olmasına rağmen, insanlara adaleti Kur’anın sağlamasına rağmen demokrasi adı altında, bize pazarlayan yine ecnebiler olmuştur. Konu neden buraya kadar geldi demeyin. Biz yaşadıklarımızı toprağa gömerken, o topraktan çıkartan ecnebiler olmuş, yine bunları bize pazarlamışlar. 


Gözümüzde büyülü hale gelen elmasların, pırlantaların, altınların varlığını ve ona doyumsuzca sunduğumuz arzımızı yine bize ecnebiler sunmuş… Biz İslam’ı yaşarken dünya nimetlerinin sadece araç olduğunu var ayarken, ecnebiler amaç olarak görmüş… İçimize bu fitneyi sokmuş, İslami yaşantıyı toprağa gömdüğümüzde, dışarı çıkan bu değerli madenler tutkumuz olmuş. Ona duyulan aşklar yüzünden Leyla’yı Mecnun’dan ayıran hain aşık, bunlar yüzünden Leyla’nın başını döndürmüş, adeta büyülemiş. Eğer bu topraktan çıkanlar gaye olmasaydı, gözümüzü boyamasaydı, yolumuz İslam, kalbimizde ki aşk Allah ve yaşam kuralımız Kur’an öğütleri olsaydı gözümüz topraktan çıkana değil, toprağın içine bakardı… Bizi büyüleyen ölüm sonrası ve sonsuz hayat olurdu. Ecnebinin yaşadığı, yaşattığı medeniyet, sahiplendiği zengin alt yapı ve refahı olmazdı. Onları övmek yerine yalnızca Allah’a hamd eder, onu överdik… Bir gün toprağa gireceğimizi ve içinden çıkanları değil içine girdiğimizde sahip olacaklarımızı merak ederdik. Belki de mağara insanı gibi yaşamak daha kolay hale getirirdi bu dediklerimi yaşamayı ama günümüzde yalnızca ayılar yaşıyor mağaralarda…


O medeniyetin izini bulduran ilham diyor ki, aklını başına al…


Saffet Kuramaz 

( Toprağın Altından Çıkan Göbeklitepe Gibi Medeniyetler Tesadüf Olabilir Mi başlıklı yazı safdeha tarafından 5.01.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.