1990’lı
yılların başı, okuma alışkanlığımızı yeni yeni edinmeye başladığımız dönemler.
Kitapla ilgili yaşadığımız en büyük sıkıntıların başında kitaba ulaşmak olurdu.
Ailelerimizin maddi durumunun kötü olması dolayısıyla ders kitapları dışında
kitap satın aldığımız çok nadir olurdu. Aldıklarımızı da mutlaka
arkadaşlarımızla paylaşırdık. Paylaştığımız kitapların tekrar elimize geçtiği
vaki değildi.
Okuma
alışkanlığı edinmemizde çok önemli dönemeçler olmuştur. Bu dönemeçlerin başında
durup bizlere yol gösteren çok önemli rehberlerimiz vardı. Bu rehberler; dünümüzü,
bugünümüzü ve yarınımızı şekillendirmede bizlere hep yol göstermiştir.
Benim
için bu rehberlerin içinde iki tanesi çok önemli bir yere sahiptir. Birisi daha
önceki yazılarımda birkaç satırımda değinmiş olduğum, Adana İmam Hatip
Lisesi’nden fen bilgisi hocam Orhan DİKER’dir. Şu fani dünyada ölmeden görüp
ellerini öpmek istediğim kıymetli hocalarımdan Orhan DİKER hocam yaptıkları ile
benim hayatımda yer edinmiş, geri dönüp baktığımda ortaokul yıllarımdan,
anılarımda kalan birkaç nadir kişiden birisidir.
Belki
bu söylediğim hadise birçoğunuza basit gelebilir. Birçok eğitimci arkadaşın biz
de bunu yapıyoruz, dediklerini duyar gibiyim. Orhan Hocam o yıl fen bilgisi
dersimize giriyordu. Sınıf öğretmenimiz de değildi. Sınıf mevcudumuz 36
kişiydi. 36 ayrı kitap alıp 36’mıza dağıttı. Her hafta bu kitapları okuyup
değiştireceğiz, demişti. Her hafta düzenli bir şekilde de bunun takibini yaptı.
Her hafta kitapları herkes okuyor muydu, derseniz bilmiyorum. Belki herkes
okumuyordu. Ama ben okuyordum ve bu okumalar benim hayatımda dönüm noktası
oldu. Zaten bu konuda hep kullandığım bir cümle vardır. Eğitim ile ilgili
iyileştirmelerde yüzde yüz başarı beklemek insanda hayal kırıklıkları meydana
getirir. Bu nedenle ufak iyileştirmeler sizi hedefe götürür. Her yıl dersine
girdiğiniz 150 öğrenciden birinin kalbine dahi dokunuyorsanız ne mutlu size. 150
öğrenci ortalama 5 sınıf demek. Her sınıfta ortalama üçer beşer tane öğrenci ya
aileden kaynaklanan ya sizden önce bir öğretmenin kalbine dokunması nedeniyle
zaten okula neden geldiğinin farkında ve dolayısı ile bunların gelecekleri
zaten parlak.
Bir
de burada bir yanlış anlaşılma olmasın diye konuya açıklık getirmek istiyorum.
Kalbine dokunmaktan kastımız illa bir öğrencinin akademik başarısını arttırmak
illa onun üniversite okumasını sağlamak olarak algılanmamalı, bizim en temel
vazifelerimizden birisinin de iyi insanlar ve iyi vatandaşlar yetiştirmek
olduğu unutulmamalıdır.
Tekrar
konuya dönecek olursak o yıl Orhan Diker hocamın emekleri sonucunda 36 kitap
okudum. Hocamın seçtiği kitapların hepsinin de hikâye ve roman türünde okumayı
sevdiren, akıcılığı olan kitaplar olduğunu da ifade etmeliyim.
Yine
okuma alışkanlığı oluşturmamda ve hayatımda önemli dönemeçlerin birisinde
tamamen bir tevafuk sonucu tanıştığım çok kıymetli amcamız emekli öğretmen
Mehmet SAZLIDERE vardır. Babamın işlerinin bozulduğu bir dönemde yazın güç bela
bir kitap alacak para biriktirmiştim. Mahalleye de yeni taşındığımız dönemler
olduğu için etrafı da çok iyi bilmiyordum. Bir kitapçı bulmak amacıyla evimizin
yakınında bulunan M. Kemal Tuncel Lisesi’nin önüne gitmiştim. Sonra vitrininde
kitap bulunan ufak çay ocağı tarzı o şirin kulübeyi gördüm. Kitapları görünce
hemen daldım içeri. İçeride 45-50’li yaşlarında sakalları ağarmış güleç yüzlü
bir amca oturuyordu. Kitapları satıyor musunuz, dedim. Evet dedi satıyoruz.
Kitapları
incelemeye başladım. Beğendiğim birkaç kitabın fiyatını sordum. Pahalı gelince
geri yerine bıraktım. En sonunda bütçeme uygun bir kitap bulup satın aldım. Tam
kitabı aldım oradan çıkıyorum. Amca arkamdan seslendi. Evlat bir bakar mısın? Dedi.
Döndüm yanına gittim. Kitap okumayı seviyor musun? Dedi. Evet, dedim. Biz
burada kitap da kiraya veriyoruz, dedi. Nasıl yani? Dedim. Eğer bu kitabı
yıpratmadan getirirsen buradan bir kitap daha alıp okuyabilirsin. Verdiğin bu
paraya karşılık 20 kitap daha alıp okuyabilirsin. Bu şekilde yaklaşık 3 ay
içinde 20 kitap okudum. 20. Kitap okuyup geri getirdiğimde 21. Kitap alıp
kiralama bedelini verecekken bu kitapta benim sana hediyem olsun, buradan
taşınıyoruz, dedi.
Aklınıza
şu gelebilir. Adam bir misyonerlik ya da başka bir amaçla bu kitapları vermiş
olabilir. Ama 3 aylık süre içinde adam ne benim seçtiğim kitaplara müdahale
etti ne de buna dair herhangi bir sohbetimiz. Bu kişinin 7-8 yıl sonra Adana
Nizam-ı Alem Ocakları’ndan tanıdığım Mehmet SAZLIDERE olduğunu öğrendim. Düşünün
3 ay boyunca oraya gidip geliyorum o kadar muhatap oluyoruz ki adamın yüzünü
bile hatırlamıyorum. Kendisi ile daha sonra görüşüp bu olayı hatırlatınca hiç
hatırlamadığını bile söyledi.
İhtimaldir
ki, benim maddi durumumun farkına vardı ve bana yardımcı olmak amacıyla
kendince böyle bir sistem geliştirdi.
Cenab-ı
Allah Orhan DİKER ve Mehmet SAZLIDERE başta olmak üzere bu memleketin çocukları
uğruna kendilerinden ailelerinden fedakârlık yapan tüm öğretmenlerimizden razı
olsun.
Yazarın
Önceki Yazısı