Bam Telinden Dökülenler

               
 
Ömrüm boyunca beni en çok yoran, en çok üzen, en çok uğraştıran, en çok yıpratan şeylerden birisi de hiç kuşkusuz insanların önyargıları olmuştur. Önyargılar temeli cehalete dayanan ve aslen cehaletten başka hiçbir dayanağı olmayan; sahiplerini yanılgı ve yanlışa sürükleyen düşüncelerdir. Önyargılardan empati kurarak ve öğrenerek kurtulmak mümkündür. Ancak çoğu insan bunu yapamayacak kadar kalp gözlerini kör etmiş, zihinlerini iptal etmiş ve vicdanlarını törpülemişlerdir.
 
                Küçük bir çocukken bile insanların önyargılarına maruz kalmış bir insan olarak bu konuda söyleyecek birkaç cümlem olabileceğine yürekten inanıyorum. Şöyle ki ailem toplumun sosyoekonomik sınıflar skalasında varoş olarak adlandırılabilecek yoksul ve imkânları oldukça kısıtlı bir aileydi. İşsizlik ve yoksulluk hat safhadaydı. Bu durumlarda toplumda akıl veren çok olur ama maalesef para ve iş veren hiç olmaz. Kim ne derse desin insanlar birbirlerini görünüşlerine ve ekonomik durumlarına göre sınıflandırarak davranırlar. İlkokulda bile öğretmenlerin ilk sorduğu; çocuğun babasının ne iş yaptığıdır. Bu bilgi öğrenildikten sonra çiftçi çocuklarına ayrı, memur çocuklarına ayrı, işsiz çocuklarına ayrı davranılır. Yaşadığınız yerleşim biriminin üst tabakası olabilecek memur ve yönetici sınıfının çocuklarına ise apayrı davranılır. Bu konu da mübalağa yapmıyorum. Çünkü ben ilkokuldayken bunu bizzat yaşadım. Benim sınıfımda ilçenin banka müdürünün oğlu vardı ve yalnızca sınıfın değil okulun da göz bebeğiydi. Benim gibi annesi babası olmayan, amcaları işsiz olan ve dedesi tarafından büyütülen öksüz ve yetim bir yoksul için ise durum pek de iç açıcı değildi. Tabi o yaşlarda ben bunun farkında değildim. Ancak sonraki zamanlarda da bizzat yaşayarak öğrendim ki hayattan alıp alabileceğim yalnızca bu dışlanma ve ön yargılardır. Hâlbuki ne ben ne de ailem hiç kimseden hiçbir şey istemedik, dilencilik yapmadık. Yalnızca eşitlik istiyorduk. Ancak şunu öğrendim ki eşitlik diye bir şey yoktu ve hiç olmamıştı. Bu dünyaya gelmeyi ben seçmedim, yoksul bir ailede doğmayı da ben seçmedim ayrıca anne ve babamın boşanarak beni terk etmelerini de ben seçmedim. Ama seçmediğim ve sahip olduğum bu seçenekler için tüm çileyi ve tüm sıkıntıyı ben çektim. Şartlar eşit olmasa da toplum kuralları eşit olmayan şartlara sahip olan insanları eşit sınavlara eşit yükümlülüklere tabi tutarlar ve buna eşitlik adını verirler. Sonra da size başarı notları verirler. İşte toplumun size sunduğu budur. Birilerinin vicdanına kalırsınız ve birilerinin önyargısında boğulursunuz. Yoksul, okumamış ve işsiz bir ailenin çocuğu olmanın ağırlığını yalnızca ilkokulda değil tüm eğitim hayatım boyunca sırtımda taşıdım. Bu hiç hoş bir duygu değildi. Birilerinin başları babalarının mesleği ve statüsü dolayısıyla her zaman okşanırken ben istenmeyen ve sevimsiz çocuk oldum her zaman. İnsanların gözlerindeki ve bazen de sözlerindeki şu başımızdan gitse de kurtulsak cümlesini her daim hissettim. O zamanlar farkında değildim belki de adlandıramıyordum bu durumu. Şaşırıyordum çocuk aklımla neden ben sevilmiyorum diye soruyordum kendi kendime ve suçu kendimde arıyordum. Muhakkak ben insanlar hoş olmayan bir şeyler yapmıştım ki o yüzden beni sevmiyorlar ve benden hoşlanmıyorlardı. Bu yüzden karakterden karaktere bürünüyordum, kendimin dışında birileri olmaya çalışıyordum ama yine de başaramıyordum. Başaramayacaktım da çünkü suç bende değildi, suçlu olan ben değildim. Bu yüzden çok üzüldüğümü ve sık sık depresyona girdiğimi hatırlıyorum. Öfkeleniyorum da şimdi. Ama elimden başkaca da bir şey gelmiyor. Sırf banka müdürünün oğlu gibi beni de sevsinler diye ilkokulda el yazımı onunkine benzetmeye çalışırdım. Ben normalde el yazısını sağa yatık harflerle yazıyordum ama banka müdürünün oğlu sola yatık olarak yazıyordu. Bende onun gibi sevilmek ve takdir edilmek için sola yatık olarak yazmaya başladım ama olmadı. Annem yanımda değildi, babam da yanımda değildi. Dedem yaşam mücadelesinin içinde karnımızı doyurmaya çalışıyordu. Benim için kötü yıllardı. Nice zaman sonra vazgeçtim kendimi sevdirmeye çalışmaktan çünkü işe yaramıyordu. İnsanlar sevmekten çok ya tiksiniyorlar ya da acıyorlardı. Acıdıkları için mi tiksiniyorlardı yoksa tiksindikleri için mi acıyorlardı bilmiyorum. Bildiğim beni yanlarında ve çevrelerinde istemedikleriydi. Bende kendimi o zaman için kütüphanelere vermiştim. Ne de olsa tek başınaydım. Birçok yazar ve şairler ortaokul ve lise yıllarımda tanıştım. Onlar da eserlerinde sevgiden bahsediyorlardı. Benim hiçbir zaman sahip olamadığım sevgi ve aidiyet duygularından. Belki de yalnızca kitaplardaki ütopik olgulardı bunlar bilemiyorum. Ama gözlerim vardı insanları görüyordum, kulaklarım vardı insanları duyuyordum. İnsanlar birbirlerini seviyorlardı, insanlar birbirlerine sevgi sözcükleri söylüyorlardı. Bayramlarda insanların akrabalarıyla nasıl vakit geçirdiklerini görüyordum, düğünlerde nasıl vakit geçirdiklerini görüyordum. Ben bunların hiç birisine sahip değildim. O zamanlar bunun için insanları suçlamıyordum. Onlardan birisi olmaya çalışıyordum. Ama bir türlü oyuna alınmayan bir çocuk gibi hep dışarıda kalıp onları izliyordum. Aslında bu hiç değişmedi. Biraz ağır bir kelime ama ben hep bir şeylere haymatlos kaldım. Bir yere ne zaman aidiyet hissetmek istesem en sert şekilde dışlandım. Oysa ne kadar da açtım bir aileye, bir gruba, bir topluluğa ait olmaya… Bu uğurda en çok fedakârlık yapan kişi de ben olabilirdim ama olmadı. Olduramadım.  Önyargılar beni benden etti.
 
                İnsan doğduğu yeri seçemez ama doğduğu yer ile ömrünün sonuna kadar yaftalanır. Aslına bakılırsa ben doğduğum yere hiçbir zaman dâhil olamadım. En büyük yaralarımı doğduğum yerden ve doğduğum yerdeki insanlardan aldım. Ancak ne zaman doğduğum yerin dışına çıksam doğduğum yerdeki insanlara benzemekle suçlandım ve doğduğum yerin ağırlığı altında ezildim. Benim doğduğum andan beri savaşım hayatta kalma ve yoksullukla mücadele etme savaşıydı. Bu sebepten hiçbir siyasi, ideolojik ve dini görüş beni ilgilendirmiyordu. Fakat insanlar beni doğduğum yerin siyasi, ideolojik ve dini görüşleriyle yaftaladılar. Asla aşamadığım önyargılardan birisi de bu oldu ömrüm boyunca. Ekonomi de meşhur Maslow’un İhtiyaçlar basamağı vardır. Bu basamağın en altında yeme içme ve barınma ihtiyacı (fizyolojik ihtiyaçlar) vardır ve ardından Güvenlik İhtiyacı, Ait Olma Sevme-Sevilme İhtiyacı, Saygı-Saygınlık İhtiyacı, Bilme-Anlama İhtiyacı, Estetik İhtiyacı, Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı gelir. Bir alt basamaktaki ihtiyacı karşılanamayan bir üst basamaktaki ihtiyacı bilemez ve algılayamaz. Ben en temel fizyolojik ihtiyaçlarımı bile karşılayamazken siyasi, ideolojik ve dini görüş taraf olma durumunu nasıl bilecek ve nasıl algılayacaktım? Bu elbette mümkün değildi. Ama herkes karşısındaki insanı kendisi gibi görüyor ve kendi imkânlarına sahip olduğunu zannediyordu. Hayır! kesinlikle eşit değildik ve hatta denk bile sayılmazdık. Ben de üniversite sınavlarına girdim, bende üniversite okudum ama yaşıtlarımla ne denk ne de eşittim. Öyle eğitimde fırsat eşitliği filan da yoktu. Ne test kitapları, ne sınav çalışma kitapları ne de özel ders ne de dershane imkânlarım vardı. Olsaydı elbette her şey daha farklı olurdu. Kendime ait bir odam da yoktu, bir ders çalışma ortamım da yoktu. Ben okuduğum bölümü tam zamanında bitirdim, uzatmadım, dersten kalmadım. Şimdi düşünüyorum da imkânım olsaydı daha statüsü ve imkânları yüksek bir iş sahibi olabilirdim ama olmadı. Yokluk ve yoksulluk nedir çok iyi bilirim. Cahillik nedir herkesten daha iyi bilirim.  
 
                Şimdilerde ise ben artık vazgeçtim. Vazgeçmiş bir insanın umursamazlığı var hayatımda. Bir aralar çok uğraştım, çabaladım ama olmadı; olduramadım. Bu yüzden artık ben istemiyorum insanları, uzak olmak istiyorum insanlardan. Yalnızlığımı seviyorum, tek başınalığımın müptelasıyım. İnsanlar ve önyargıları benden uzak olsun istiyorum. Öyle ki ömrümü tek kişilik bir hücrede yalnızca kitaplarla ve yazarak tamamlayabileceğime inanıyorum. Aslında ben bu değildim ama beni bu hale insanlar getirdi. Ben bu satırları yazarken bile birçok benim durumumdaki insanın diğerlerinin önyargıları altında ezildiklerini biliyorum. Söyleyeceğim boş verin diğerlerini. İnsanlar yalnız yaşayamaz derler, yanılıyorlar. İnsanlar önyargılarla ve empati yoksunluğuyla yaşayamaz. Bıraktım artık…
 
Mesut ÇİFTCİ
 
 

( Bam Telinden Dökülenler başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 23.12.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.