MEKÂNIN CENNET OLSUN MUHSİN BAŞKAN…

... Bu yazıyı yazarken; hem büyük bir “acı” ve “üzüntü” içindeyim, hem de “öfke”den tir tir titriyorum... Üzüntülüyüm, çünkü Türkiye “adam gibi bir adam”ını kaybetti... Üzüntülüyüm, çünkü Türkiye “Muhsin Başkan”ını kaybetti... Üzüntülüyüm, çünkü 25 yıl önce; “Güneşimi kapatmayın... Beton çok soğuk, üşüyorum” diyen bir adam, “karlar altında” can verdi...
Üzüntülüyüm, çünkü nice “darbe”lere, nice “işkence”lere maruz kalmış, buna rağmen “boyun” eğmemiş, “dik” durmayı başarmış, hep “yerli” kalmış, bu topraklara ve bu toprağın insanına hep “sevgi” beslemiş, “sevda” derecesinde gönül vermiş bir “gönül adamı”nı kaybettik... O, hiçbir zaman bir “siyaset adamı” değildi benim gözümde... O, bir “dâvâ adamı”ydı... Son nefesini de “dâvâ”sı yolunda verdi... İsmine “kara”lar sürmedi, hiç “karanlık adam” olmadı, hiç bir Müslüman’a “kara çalmadığı” gibi; hiçbir Müslüman da onda “kara bir leke” görmedi... Sonunda, “beyaz bir ölüm”le ayrıldı aramızdan... “Bembeyaz kar”lar, beyaz bir “kefen” gibi sardı bedenini...
Üzüntülüyüm... “Değer”lerimizin değerini sağlıklarında anlayamadığımız için üzüntülüyüm... “Anadolu’nun bağrından çıkan delikanlılar”ı zamanında bağrımıza basamadığımız için üzüntülüyüm... Uzun lâfın kısası, üzüntülüyüm işte... Hasan KARAKAYA

HEY GİDİ MUHSİN BAŞKAN HEY...

Gençlik hatıralarımı çağırıyorum; onu hep bulunduğu mekânda, insanların ilgi odağı ve çekim merkezi halinde hatırlıyorum. İnsanlara güven, ümit ve cesaret telkin ediyor. Orada Muhsin Yazıcıoğlu varsa nefislere itimat duygusu gelip yerleşiyor.

Saat on beşe geliyor; bakanlar açıklama üstüne açıklama yapıyorlar. Helikopter sinyal vermiyormuş.
Kelimeler... Ne işe yararsınız siz? Kanat olabilir misiniz kanat? Kar araçlarına takılan demir palet olabilir misiniz icabında? Elinde minicik ilkyardım çantasıyla bir doktor, bir hemşire...
Veya bir Allah'ın kulu olsun da, sırtından pardesüsünü çıkarıp yirmi dört saatten beri kar altında, tipi altında hayatla ölüm arasında gidip gelen kazazedelere ümit versin, su versin, söz olsun... Ne işe yarıyor ki kelimeler?... Ahmet Turan ALKAN

BİR GARİP ÖLMÜŞ DİYELER…

O gerçek ve mutlak iktidar sahibinin yanına gitti… Dünya sürgünü bitti onun için… Hepimizin gideceği yere, bizden önce gitti… “Ben sonsuzluğu düşünüyorum/Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum…” Güle güle git! Biz ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz… Çoğu gitti, azı kaldı… Selametle… Selam söyle bizden, bizden önce gidenlere… Halimizi arz eyle, Resulü Kibriyaya… Abdurrahman DİLİPAK

MAKAMLARI ELİNİN TERSİYLE İTTİ, ALLAH’INA KAVUŞTU!..

Ölüm hak… Önemli olan, arkamızdan “İyi insandı” dedirtebilmek… Kimsenin maddi veya manevi hakkını, üzerimizde taşıyarak son nefesi vermemek. Evet önemli olan; dünya menfaatleri uğruna, kişiliğimizi, kimliğimizi tartışılır hale düşürmemek.
“Muhsin Yazıcıoğlu’nu nasıl bilirsiniz?” sorusuna, “İyi biliriz”den başka bir cevap verecek insan, tahayyül edemiyorum.
Laf olsun diye değil… Her harfinin hakkını vererek, herkesin vereceği cevap aynı: “İyi biliriz…” İyi bilirdik Muhsin beyi… Üç kuruşluk makamlara, kişiliğini satmadı… Hiçbir zaman, tehditlere boyun eğmedi… Hep “dik” durdu… Ali KARAHASANOĞLU

“YAŞAMASAM NE OLUR Kİ?..”

Acımız büyük… Sen rahatladın. Üşüyordun, şimdi ısındın. “Ben sonsuzluğu düşünüyorum, Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum!..” diyordun... Ulaştın!.. Şimdi, “Güvercinler ülkesinde” dolaşıyorsun!.. Büyük dâvâ adamı; Mekânın cennet olsun. Serdar ARSEVEN

MUHSİN YAZICIOĞLU…

Kimdi o? Çok tarifler yapılabilir. Bence gerçekten iyi bir Türkiye'liydi. Onda politikacı ahlâkı değil, İslâm ahlâkı vardı. Doğruydu dürüsttü, faziletliydi, şeffaf ve temiz bir siyasetçiydi. O zaten siyasete benlik, şöhret, ikbal ve servet için girmemişti. İnançları ve ideallerine hizmet için giymişti o ateşten gömleği.
Ahlâklı, faziletli, değerli bir kimseydi ama büyük bir kusuru vardı: Parasızdı. Siyaset çarkının parayla döndüğü bir ülkede bu ne demektir bilir misiniz? Sadece siyaset değirmeni mi parayla dönüyor?.. Para her şeyin muharrik gücü...
İnançlı ve doğru bir Müslümandı, ibadet vazifelerini yerine getirirdi. Bunlardan bir rant elde etmeyi aklının köşesinden geçirmezdi. Ahlâklı ve faziletli yaşadı ve öyle öldü. Garik-i deryâ-yı rahmet olsun. Mehmet Şevket EYGİ

5,5 YILI HÜCREDE, 7,5 YIL HAPİS ÇİLESİ...

Kıymeti bilindi mi?
Böylesine çilekeş, idealist, imanlı, ahlâklı, karakterli, faziletli bir vatan evlâdına hizmet imkânı verildi mi?
Baht utansın... Ülkemizde bu millete, bu vatana, bu devlete hizmet edecek nice değerler var ki, her biri bir köşede unutulmuştur.
Sadece siyaset sahasını kastetmiyorum. Düşünce, eğitim, gazetecilik, kültür, sanat, her dalda çok hizmet edecek kimselere hizmet imkânı verilmiyor.
Ülkemizde demokrasi var, halk serbest seçimlerle istediğini seçiyor diyenler çıkacaktır. Seçimler serbest de, tercihler isabetli mi?
Toplumlar, ne haldeyseler öyle idare olunurlarmış.
Acaba Muhsin beye hukuk dışı bu kadar ağır cezalar niçin verilmişti?
Ondan neyin hıncını ve intikamını almak istemişlerdi?
Onu kim veya kimler ezmek, bitirmek istemişlerdi?
Gerekçeleri nelerdi?
Ne korkunç kin, ne dehşetli vefasızlık. Mehmet Şevket EYGİ

MUHSİN YAZICIOĞLU…

İnsanlar "hasbî" ve "hesabî" olmak üzere iki sınıfa ayrılır. Siyasetçilerin kahir ekseriyeti hesabîdir. Yazıcıoğlu ise bu sınıftan bir insan değildi. Görüşlerini beğenmeyebilirsiniz, ama onun mert, dürüst, açık yürekli, cesur, fedakâr ve samimi bir insan olmadığını söyleyemezsiniz. İdeal politiği reel politiğin önünde tutan bir Anadolu delikanlısıydı.

Muhsin Yazıcıoğlu, 'Sonsuzluğun Sahibi'ne giderken bu gök kubbede hoş bir seda bıraktı. İla rahmetillah!.. Ali BULAÇ

O ARTIK ÜŞÜMÜYOR…

Türk siyaseti Muhsin Bey’ini kaybetti. Son ana kadar hepimiz içimizde bir ümit kıvılcımı taşıyarak, karların arasından çıkıp gelmesini bekledik... İnsan bir Lidere kolay, kolay ölümü yakıştırmıyor. Hele bu insan herkesin, kendi ailesinin bir ferdi gibi gördüğü, mütevazı, cana yakın, omurgalı bir insansa.

O şimdi yok. Yıllar önce yazdığı şiir üşüyorum diye bitiyordu. Dün bir televizyon kanalında, onu rüyada gördüğünü söyleyen bir hanımefendi, Peygamber efendimizin onu kucakladığını gördüm demişti. Evet, o bu dünyada çok üşüdü. Zindanlarda üşüdü, meydanlarda üşüdü, seçimlerde üşüdü, biz dostlarından üşüdü. Ama eminim bu kutlu kucaklayıştan sonra artık üşümüyordur. Ruhu şad olsun, Türk milletinin başı sağ olsun. İrfan SÖNMEZ

KAR MELEKLERİ...

Her kar tanesini bir melek yaparmış gökyüzünde. Çocukken böyle anlatılırdı bize. Her kar tanesini yeryüzüne indirene kadar onun bekçiliğini yapan bir melek varmış, kar tanesi yeryüzüne değdiğinde, bekçisi olan güzel melek görevini yapmanın huzuruyla secdeye kapanır ve sonsuza kadar şükredermiş… Biz bu yüzden, kar yağdığı zaman, meleklerin yeryüzüne indiğine inanırdık. Hatta bundan hiç şüphe de duymazdık. Çocukken insanın şüphe duyacağı o kadar az şey vardır ki. İnanmak, neredeyse tüm çocukluğumuzu kaplar… Kar sevinç, kar sürpriz, kar gökten hediye gibi gelirdi çocuklukta.

Erimek… Çocukluktan çıkışta, bundan sonraki hayatımızın her adımında yoğunluğunu giderek hissettiğimiz o büyük anlam! Hayat, orta yaşlarda artık erimektir… Avuçlarımızdan geçen her dakika eriyen bir kartopu hüznüyle, yakıyor, büyütüyor hepimizi… Erimek, halden hale geçişimize, bu dünyanın ölümlü kalımlı, gelimli gidimli oluşuna bir nazire gibidir artık. Erimek, fena bulmak, sırlı kapıyı aşmak, aynanın öteki yüzüne geçmek demek belki de… Erimek, ermek… Eriyen her şey bir anlamda muradına da eriyor.
Muhsin Yazıcıoğlu Bey’in karlı dumanlı dağlar başında hâlâ bulunamamış oluşu, içimde karlı fırtınalar estiriyor. İnsanın elinin kolunun bağlı kalışı, teknolojinin bu kadar ileri olduğu bir çağda doğa güçlerine karşı yaşadığımız çaresizlik, hem hayret hem de hüsrana düşürüyor insanı… Çocuklukta sevinç çığlıklarıyla karşıladığımız kar taneleri, betondan bir duvara dönüşüyor şimdi.
Kar yolları, kar vicdanları kesip kapatıyor. İçimden dualar geçiyor. İçimden hayaller kuruyorum. İçimden mucizeler bekliyorum. Ama hepsi de hayatın acı gerçekleriyle çarpışınca buz tutuyor, buz kesiyor. Ak renkli bir dişi kurt çıksa gelse mesela, çocukken çokça dinlediğimiz o efsanedeki gibi… Veya Leyla ile Mecnun mesnevisinde âşıklar her dara düştüğünde onlara nasihat eden ermiş, aniden peydah olsa… Musa Peygamber’e var oluşun hakikatinden dersler veren ak saçlı Hızır gelse yetişse… Her biri hücum ediyor zihnime. Sonra Ayetel Kürsi’ye koşuyorum çarnaçar, kalabalıkta yolunu kaybetmiş bir çocuğun, annesini arayışı gibi… Ayetel Kürsi beline sarıldığım annem oluyor… İçimdeki tüm yol kesen karlar hızla eriyor onu okudukça. Hızla eriyor. Altından meleklerle şehitler çıkıyor.
Hepsi de gülümsüyor gibi. Hiç üşümüyor gibi… Allah, yakınlarına, sevenlerine, hepimize sabır cemil ihsan eylesin… …
“Buzlar Çözülmeden” piyesindeki gibi, Muhsin Yazıcıoğlu karlı dağların başında, uzanıverdiği yerden hepimize, hayatın hakikatini fısıldıyor… Haktan, doğrudan yana olmak için, ülke ve vatan sevgisi için, adaletli bir toplum düzeni için belki de ‘delicesine’ bir ‘adanmışlık’ gerekiyor. Dışarıdan bakanların ‘aklını kaybetmiş bu adam galiba’ demesi gerekiyor belki de… Yozlaşma, sömürü ve adaletsizlik o kadar normal karşılanır olmuş, o kadar yaygınlaşmış ki; haktan yana söz açanlara deli muamelesi reva görülüyor. Yolsuzlukların mide bulandırıcı düzeye eriştiği bu vakitlerde, kibir ve böbürlenmenin göklere dayandığı şu günlerde, haramzade akıllılardan olmaktansa, haktan yana delilerden olmak evladır, onurdur, haysiyettir diyor insan… Ve ölüm! Ölüm sanki hiç değmeyecektir bize…
“Ölmeden Önce Ölünüz” diyen ermişler vardı eskiden okuduğumuz kitaplarda… Hani böylesi divaneleri işitip de ağzının tadını kaçıran kaldı mı?..
Muhsin Yazıcıoğlu’nun dağa düşerken hepimize hatırlattığı en çok da bu oldu sanırım… Dünyanın eğreti olduğunu, yalan dünya olduğunu, hesap gününün gelip çatmakta olduğunu söylüyor hepimize… İçimden bir ses, onun karlı dağların başında uzanıp kaldığı yerde, göğsüne değip de eriyen her kar tanesini meleğiyle birlikte buyur ettiğini söylüyor, kalbine. Kalbinin tam içine konuyor kar melekleri… Ayetel Kürsi’den bir çit örüyorum dağda kalmış altı arkadaşa... Sibel ERASLAN

BERİT DAĞLARI’NI DUMAN BÜRÜMÜŞ…
Hayat hepimiz için bir hediye kuşkusuz. Ama bazılarımız için nice ölüme ramak kala tecrübelerden sonra, hayat daha da bir bağış’mış gibi durur. Muhsin Yazıcıoğlu, ilk gençlik günlerinden beri önce sırtını sıyırıp geçen nice kurşunlardan, ardından uzun ve gündüzsüz nice işkence günlerinden sonra ve atlattığı onca suikastın ardından, yakınları tarafından hep hayata yeniden “bağışlanmış” bir kişi olarak tanınıyor.

Sekiz yıla yakın uzun mahpusluk günlerinden yeni kurtulmuştu Muhsin Bey, ben o zaman üniversitede ikinci sınıf öğrencisiydim. Bizden öncekilerin büyük bir kısmı zaten vurulmuştu, diğerleri yani vurulmayanlarsa hapisteydiler. Sağcısı solcusu ile sönen bir gençliğin, kana batık defteri dürülmüş, ölenleri gömülmüş, kalanları ya asılmış ya işkenceyle çökertilmişti... Bizden önce genç olanların hiçbiri kalmamıştı anlayacağınız. Hapishanelerden nice yıl sonra çıkanlarınaysa “genç” demeye bin şahit isterdi. 12 Eylül dönemi, öncesi ve darbe geçidiyle tam anlamıyla bir filizkıran fırtınası yaşatmıştı bu ülkeye... Bir mermer gibi gül bahçesinin üzerine düşmüş, sağcısı solcusu ile ezip geçmişti gençleri o günler... Muhsin Yazıcıoğlu’nun parti amblemindeki gül’ü hep naif, kırılgan bu yönüyle siyasete uygunsuz bir figür olarak görürdüm... Ama şu saatlerde, üzerinden buldozer geçirilmiş bir gençliğin simgesiymiş gibi geliyor bana aynı gül... Muhsin Bey, buldozer paletleri altından sağ salim çıkmayı başaran gençlerin simgesiydi, tıpkı amblemindeki gül gibi...
Aralarından sağ kalabilenleri, hatta vaktiyle birbirleriyle hasım olanları bile, bir konuda anlaşmış gibiydiler. “Konuşmamak”... Hem sağdan hem soldan o şiddet günlerini birebir yaşamış pek çok kişiyle görüştüm bir gazeteci olarak. Bu işin sırrını çözemedim. Niçin konuşmuyorlardı? Niçin? Sanki ortak bir arkadaşlık yemini etmiş gibiydiler. “Beni kaç kere dövdüler, adını söylemedim” nakaratında olduğu gibi, inandıkları davanın delisiydiler belki de, hiç konuşmadılar...
Bizden öncekiler böyleydi... Benim neslimse, uzatmaya gerek yok, okuyorsunuz, seyrediyorsunuz, tam tersi bir görünürlük sevdasındadır. Başımız ağrısa içtiğimiz hapın ismini yazıyoruz ertesi gün. Sır sepet hak getire hepimizde. Sırrı kalmamış bir gençlik türetildi 12 Eylül sonrasında. Darbe aracılığıyla yaygınlaştırılan toplumsal terapi, hepimizi tek tek “itirafçı” sandalyesine oturtuyordu. Biz sürekli itiraf ederek, sürekli özür dileyerek, sürekli özeleştiri yaparak çok okunan, çok dinlenen, kayda değer vatandaşlar olacağımızı öğrenerek büyüdük. Hiçbir şey, uğrunda ölümü göze alacak kadar değerli olamazdı. Hiçbir şeye yemin edemez, hiçbir şeye sadık kalamaz, hiçbir şeye ila nihaye inanamazdık. 12 Eylül’ün uzun mezar tarlaları, yağlı urganları ve futbol arenalarına kurulu mahkemeleri, Mamak’tan Diyarbakır’a kadar başıkabak tutukluları bize öğretmişti ki: Dünyada inanılacak hiçbir değer yoktu...
İşte Muhsin Yazıcıoğlu’nun; en sağından en soluna kadar, tüm değerler dünyasını berhava eden bu darbe koridorundan çıktıktan sonra sergilediği siyasal mücadele, bu yüzden çok anlamlıdır benim için. Yani destekler veya desteklemezsiniz bu siyasal misyonu o ayrı konu. Ama ölümlerden ölüm beğendirilerek apolitik eyyamcılığa mahkûm edilen, idealsizleştirilen gençliğe “iradenin davası”nı yeniden ve azimle hatırlatması, onun hayatının en büyük başarılarındandır kanımca... Ardında sermaye ve medya ittifakları olmadan, dini ya da etnik cemaat yapısına yaslanmadan ve çoğu kez de koca mecliste tek başına ve “bağımsız” kalmayı göze alabilecek bir iradedir onunkisi...
En son geçen yıl Saray Bosna’da karşılaşmıştık kendisiyle. Ayvaz Dede Dağı’nda ata binerken karşılaşmış, fotoğrafını çekmiştim. Masal gibi bir hayat. Ölümü sürekli sırtında taşıdığı bir ceket gibi bunca yıl giyinmiş bu adam, bir sırra erer gibi hep çok sevdiği dumanlı dağların başında gözden kayboluyor... Elinde bir karanfille çıkıp inecekmiş gibi geliyor bana karlı dağların başından. Her seferinde dönecek, her seferinde gelecek gibi... Yasin Sûresi’nde anlatılan adam gibi... Şehrin bir ucundan koşarak gelecek, en sonunda yetişerek gelecek ve “bu adamlar doğruyu söylüyorlar” diye şahitlik edecekmiş gibi geliyor... Sibel ERASLAN

HEPİNİZİ ALLAH'A EMANET EDİYORUM…

Bir düş gördüm... Her taraf bembeyazdı... Bir yandan beyaz kanatlı kelebekler, göç mevsimindeymiş gibi sürüler halinde uçuşuyor, bir yandan lapa lapa kar yağıyordu. Ve tuhaftır, hiçbir kar tanesi, hiçbir kelebeğe temas etmiyordu. Hava soğuktu.
* * *
Az önce helikopterimiz ağır hava şartlarına mağlûp olmuştu. Düşme tehlikesi yaşamıştık... Ah bu dağlar, bu tipi, bu kar ve bu kelebekler... Her taraf bembeyaz... Uyku bastırıyor...
* * *
Gözlerimi araladığımda, Beyaz sakallı pîri fâni bir ihtiyar bizi kurtardı ve az ileride bulunan kulübesine götürdü. Saçı sakalı birbirine karışmış, iri yarı biriydi...
* * *
Pişirdiği tarhana çorbasını bize ikram etti. İçimiz ısındı, kendimize geldik. Yaralarımızı sardı... Pek konuşkan biri sayılmazdı sakalı ağarmış ihtiyar. Çok teşekkür ettik. Gelmeseydiniz donardık dedik. Müsaade istedik. Bırakmadı. Bu havada yola çıkamazsınız dedi. Kaybolursunuz, yolu bulamazsınız dedi…
* * *
Bizi merak etmişlerdir dedik. Arıyorlardır, endişeye düşerler dedik. Bırak arasınlar dedi. Kıymetinizi anlasınlar biraz dedi. Ocağa birkaç kütük daha attı…
Madem öyle diyorsun, o halde bir çay demleyelim dedik. Burada sadece bitki çayı var dedi; dışı isten simsiyah olmuş çaydanlığı ocaktaki ateşin üstüne astı. Bu bitkileri şu koca dağların yamaçlarından toplarım dedi. Dağ başındaki kulübesinde tek başına yaşayan bir ihtiyardı. Kim bilir ne zaman, hangi sebeple buraya gelip yerleşmişti…
* * *
Muhsin Başkan gitmemiz gerektiği konusunda ısrar ediyor, yapacak işlerimiz var diyordu. Daha hayallerimin çeyreğini bile gerçekleştiremedim diyordu Muhsin Başkan.
İhtiyar, sen dedi çok şey yaptın. Temiz siyaset nasıl yapılır onu gösterdin. Dürüst adam ne demektir, onu öğrettin. Sana verdikleri yılın siyasetçisi ödülünü fazlasıyla hak ettin... Şimdi yatın uyuyun, dinlenin... Sabah olunca hep beraber yola çıkarız dedi.
* * *
Dağ başındaki ihtiyar her şeyden haberdardı. Muhsin Başkan, ödül veriyorlar fakat oy vermiyorlar deyince ihtiyar gülümsedi. Dışarıda kar devam ediyordu… Mehmet ŞEKER

BİR YILDIZ DAHA KAYDI…

Örnek bir muhalefet lideriydi.
Keşke ötekiler de Muhsin Bey gibi muhalefet yapsalar.
Güzel insanlar güzel atlara binip gittiler.
Bu güzel insan da siyaset arenasındaki kavgayı, gürültüyü bıçakla keser gibi kesip gitti.

Helikopter kazasını duyduğum andan beri keyfim kaçtı. Öz kardeşimi kaybetmiş gibiyim, canım acıyor, üzülüyorum, dua ediyorum.
İnançlı bir insandı. İyi bir insandı. Güzel bir insandı. Yiğit bir insandı.
Yakınlarına sabr-ı cemil, ecr-i azım niyaz ediyorum.
Allah rahmetiyle muamele buyursun. Türkiye'nin başı sağ olsun. Resul TOSUN

DAYANMAK ZOR AMA...

Elden uçup gidiş var, tutamayış var, "Gitti gelmez bahar yeli..." duyguları var...
Saatler geçiyor ve ona (onlara) ulaşamıyorsunuz.
Çağ, mağ diyorsunuz.
Uydu muydu diyorsunuz.
Teknoloji diyorsunuz.
Ama onlar orada, karın altındalar ve helikopterden sağ kurtulup, eksi 15'te donup kalmak var.
O dayanıklıdır.
"Benim yiğidim bunu da aşar!" Anne veya eş, böyle söylemiş.
Ne çileleri aşmıştır o. Ne zulümleri. Ne işkenceleri...
Ama işte, zaman uzuyor. Umut, ah umut!
Ah sis. Ah tipi. Ah fırtına. Ah gece...

Bir dostun yanınızdan kopup gidivermesinin verdiği acı anlatılamaz. Kaç kere yaşadım bu duyguyu. Böyle... Bir mücadelenin akışı içinde yan yana duranlar, gönül gönüle konuşanlar, buluşanlar, sevişenler, bir kopuş noktasına geldiklerinde taa yüreklerinden vurulurlar.
Şimdi sorun yüreklerinize, Muhsin Bey ne idi?
Maalesef, kayıp duygularına sürüklenince anlıyoruz insanları...
Onlara ne kadar yakın olduğumuzu, onların ne kadar bizim yüreğimizin bir parçası olduğunu, onları ne kadar sevdiğimizi, onlarsız olmanın ne kadar zor olduğunu...

"Birbirinizin yüzüne bakamayacak şeyler söylemeyin" demiş.
Bir muhabbet adamının, bir kalp adamının, yaşından öte bir sekinet dünyasından süzülmüş sözleri bunlar.
Siyaset boğuşması içinde kolay anlaşılır değil ama işte, böylesine dramatik bir yolculuğun öncesinde söylenince, herkesin kulağına küpe olacak kadar da, anlamlı...
Muhsin Başkan... Bunca yıldır siyaset yaptı. Oy oranı çok yükseklere çıkmadı. Ama, işte bir seçimin en vurucu etkilerinin yapılacağı günlerde, sandığa iki gün kala... Bütün siyasi partilere siyaseti bıraktıracak kadar derin bir hamleye imza attı. Bu, siyasetteki derin insani birikimin meyvesi oldu. Demek ki, bu topraklara verilen emek boşa gitmemiş. Yaradan bir yerlerde saklamış emeğinizi ve acıların, hüzünlerin en yoğun olduğu zamanda gün yüzüne çıkarmış onları...
Kim bilir daha geride ne ödüller var. Ebediyyet planında neler var. Güzel yaşamak, ebediyyete güzel yol almak... İnanç adamları bunu isterler.
Muhsin Bey, bir inanç ve dava adamıdır. İnancı ve davası uğrunda yol alırken karşılaştığı zorluklardan dolayı kederlendiğini düşünmem.
Dağlar yolları keser ama yolculuk bitmez. Yolculuk hep ebediyyet yolculuğudur. Ne mutlu o yolculuğu yüz akı ile yapabilene... Ahmet TAŞGETİREN

GARİP GELDİ GARİP GİTTİ…
O daha çocukluğunda bozkırın ortasından yükselen o berrak seslerin peşlerine düşerek… Girmişti bu yollara, yalın ayak, boynu bükük ve çarnaçar... Kahramanmaraş’ın yaylalarında gururlu pozlar veriyordu arkadaşları gülümseyerek...
Henüz anlamadan olup biteni baharında daldı derin hücrelere...
Görüş günü yoktu, bahar gelince görüşmeciden gelen yeşil soğanda...
O hücrelerde kendisini terbiye eden Rabbi ile nice yılları olmuştu...
Kalbinde sonsuzluk özleminin huzur ve esenliği...
Sonra Yusufiye'ye şöyle bir bakmıştı yıllar sonra dışardan...

Seni hep hayırla yâd edeceğiz Ey Güzel Adam. Mekânın Cennet Olsun. Yalçın ÖZDEMİR

MUHSİN YAZICIOĞLU VEYA ER KİŞİ NİYETİNE…
Bir gün, Muhsin Yazıcıoğlu arkasından iplik iplik gözyaşı dökeceğim hiç aklıma gelmedi. Çünkü ben ondan yirmi yaş daha büyüktüm. Ama Rabbimiz, onu, benden önce sonsuzluk âlemine aldı.
Aynı şehrin çocuklarıydık. Aynı türkülerle büyüdük. Mayamız aynı hamurdandı. Ve daha önemlisi, aynı fikrin mensupları, aynı sevdanın mahkûmlarıydık.
Onu, delikanlı çağlarından itibaren tanıdım. Orta halli bir ailenin çocuğuydu. Ama çok zengin bir şahsiyete sahipti. Kim söylemişse çok doğru söylemiş, aklımda hep o doğru tespit var: “Namuslu bir adam, Allah’ın en soylu eserlerinden biridir!” denilmiş. O gerçekten de, Allah’ın soylu eserlerinden biriydi. “Emrolunduğu gibi dosdoğru olmaya çalışanlar” ordusundandı. Peygamber ahlâkıyla yaşayanlardandı. Vatanımızı, milletimizi, dilimizi, bayrağımızı, ordumuzu ve bütün mukaddeslerimizi sevmek, onun en büyük özelliklerindendi.

Doğruluktan ayrılmayan, hak bildiği yolda tek başına bile kalsa yürümekten vaz geçmeyen bir yiğit kişiydi. Yavuz Bülent BAKİLER

MUHSİN YAZICIOĞLU İÇİN…
O, gerçek bir “başkan” idi... Partizanlık sebebiyle uzağında duranlar bile, saygılı şekilde, samimi olarak “Muhsin Başkan” derlerdi...
Hakkında: “Yanlış yapıyor... İyi bir adam değildir” diyene rastlamadım.
Ayağa dolaşan ıvır/zıvır başkanlardan olmadı asla...
Takva sahibiydi, tevazu sahibiydi, sabır ve teenni sahibiydi...
Kendisi gönüllerde taht kurdu amma, kurduğu parti rağbet görmedi...
Çünkü o, yalan vaatlerle halkı aldatmadı... Tatlandırılmış yalan şerbeti içirmedi kimseye... Aksine kendi çektiği çilelerin saf iklimine çağırdı herkesi...

Helikopter kazası, karlı ve hırçın bir dağ zirvesinde takdiri ilahi buluşmasıdır...

Yazıcıoğlu ve arkadaşlarına Allah’tan rahmet diler, sevenlerine de başsağlığı temennisinde bulunurum...
Her iki hadisede benzerlikler gördüğüm için Dadaloğlu’nun şiirini buraya alıyorum...
Elde değil, elem çöktü gönlüme
Akar çeşmim yaşı çağlar ne deyim...
Sağ selamet ayrıldığım Binboğa
Sual eder bana dağlar ne deyim?

Daha çok yazılar, şiirler yazılacaktır Muhsin Başkan adına... Bana gelenleri ilerde kısmet olursa değerlendireceğim... Dostluğun gereğidir vefa göstermek... Hele de Muhsin Başkan olunca...
Biri Dost’a kavuşur, biri hasret delisi
Hakk der çağırır biri, biri hayret delisi
Ya Rab sevdiklerini bizlere arkadaş et
Yapma iki cihanda garip/gurbet delisi... Abdurrahim KARAKOÇ

'GARDAŞ...'
Muhsin Başkan'ın, muhatabına hitap şekli buydu. Koyu bir Orta Anadolu vurgusuyla ve sıcak bir ses tonuyla karşısındaki ile muhabbete "gardaş..." diye başlardı. Duygu ortaklığını bu kelime ile yakalar ve sık sık tekrarlayarak sürdürürdü. "Duygudaşlık"... "Fikirdaşlık" değil. Galiba fikrin pek önemi de yoktu.

Muhsin Başkan'ın "gardaş" hitabı, size benzeyenlerle sırt sırta vererek üzerinize düşmanca gelen her şeye karşı direnme çağrısıydı. Düşmanca olan sol ideolojiler değil, şehirlerin soğuk yüzüydü. Batı Anadolu'dan, Trakya'dan gelen ve dağarcığında "gardaş" kelimesi bulunmayan arkadaşlarımızın da, kestirmeden bu frekansa geçmesi, bu kelimedeki duygudaşlık yükünün eseriydi.

Muhsin Başkan'ı sevenlere Türkiye'den kaçarak hayatını Meksika'da sürdüren bir sosyalistten aldığım mektuptaki şu "gardaş"ça satırları aktarıyorum: "Liderinizin, ideolojik olarak hemen hiçbir şey paylaşmadığım Sayın Yazıcıoğlu'nun üzüntü verici şekilde yitirilmiş olmasına içtenlikle üzülen bir sosyalistten duygudaşça bir gönderi almak belki kederinizi bir nebze olsun azaltır düşünce ve umuduyla yazıyorum bu sözcükleri. Akıllarını ve vicdanlarını ideolojinin körleştirici kuyularında yitirmemiş olanlar, tutarlığından, ilkelerinden, yiğitlikten ödün vermeyen insanların varlığını yadsımazlar -böylesi erdemlere sahip olan insan düşünce bazında kendilerinden çok çok uzak da olsa. Sayın Yazıcıoğlu tutarlı, ilkeli, yiğit bir insandı, buna kuşkum yok, üzüntüm bundan, üzüntüm içten. Mümtaz'er TÜRKÖNE

KALUBELADAN KIYAMETE YOLCULUK…
Hayat sürekli bir yolculuktur desem bu bayatlamış sözü niçin söylediğim merak konusu olur. Bu cümleyi belki hayat sürekli bir muhatara işidir diye de kurabilirim. Aslında ikisi de aynı kapıya çıkar. O kapı nereye açılır? O kapı, yolculuğun başladığı noktadır. Yani muhataranın...
Biz, bir yolculuğu çoğunca oturduğumuz eve elveda deyip menzildeki yuvamıza merhaba demek için çıkarız.
Ama her yolculuk aynı zamanda bir muhataranın da başlangıcıdır. Menzildeki yuvaya asla merhaba diyememek her zaman söz konusudur.
Hiçbir yolculuk kesintisiz değildir. Her yolculuğun mutlaka kesintileri, mola yerleri, durup etrafı kolaçan etmeye insanı mecbur bırakan momentleri bulunur. Elveda noktasıyla merhaba noktası arasında yaşanan ara yolculukların sayısını kimse bilemez. Ne ki, her ara yolculuk yeni bir muhataranın üstlenildiği bir başlangıca işaret eder. Ve her defasında insan kendini yenilemiş olarak bir kez daha karşısında görür.

Yolculuk sonunda bakılır, o değerli eylemin hakkı verilebilmiş midir, verilememiş midir? Yolculuk kimi zaman çorak çöl kumlarından başlar. Yolculuğa oradan başlayan biri, bakarsınız bütün bir çöl sahrasını verimli vahalar haline getirmiş. Ya da tersine gül bahçelerinden buğday tarlalarından, oraların gümrah toprağından başlayan yolculuk bizim yolcumuzun ayakları altında çorak topraklara dönüşmüş!
Öyleyse durumu neye yoralım?
Yolculuk insana verilmiş bir vediadır. O vedia çoraklaştırılabilir de, bereketli de kılınabilir. Herkes kendi kalubelasının ve kendi kıyametinin sahibidir. Onu ondan başka kimse tasarruf edemez.
Kalubela kimi zaman Çağlayancerit'ten başlar. Yerköy'de ikmal edileceği düşünülür. Ama yolculuk bu… Bakarsınız Yerköy hedefi, yani kıyamet alanı arzın bilinmedik bir yerinde birden tecelli edivermiş. Hiç önemli değil. Önemli olan o iki menzil arası mesafenin kıymetinin ne ölçüde bilindiğidir.
Bazen mesafe kısa görünür ama alabildiğine bereketlidir, bazen de uzun gibi görünen mesafe kısır, kışır bir neticeye müncer olur. Marifet o mesafenin uzunluğunda değil, o mesafeyi kullanan kişinin tasarruf yeteneğindedir. Rasim ÖZDENÖREN

BİR ALPEREN HAKKA YÜRÜDÜ...
Mostar’da, Buna nehrinin doğduğu sarp, yalçın kayaların üstünde Bulagay Tekkesi vardır. Tekke’nin üst katındaki bir oda Alperen Sarı Saltuk’un türbesine tahsis edilmiştir. Huşû içerisinde türbeyi ziyaret ederken oğlum, ‘Günümüzde de alperenler yaşıyor mu?’ diye sordu. ‘Elbette Mustafa’ diye cevap verdim; ‘Muhsin Yazıcıoğlu amcan var ya...’
Firûze ile Furkan babalarını, oğlum Mustafa ile kızım Elif, Muhsin Amcalarını, bense arkadaşımı, dostumu, kardeşimi kaybettim...
Bir alperen Hakka yürüdü, ardında Türk Milleti’ni öksüz bırakarak...
O, Türkiye’nin en çok sevilen kişilerinden biriydi. Milliyetçiler, vatanseverler, inançlı milyonlar ve dürüstlüğüne hayran değişik görüşteki insanımız, O’nun sözü edilince sevgiyle gülümser ve hep güzel şeyler söylerlerdi. Zira O, hiç ayırım yapmaksızın herkesi kucaklamaya çalışırdı.
***
Muhsin Yazıcıoğlu, açıkçası bu devrin adamı değildi. O ’na her bakışımda, Ahmet YesevÎ’den el almış, kılıcını kuşanmış, atının üzerinde Anadolu’yu aydınlatmak üzere mücahade eden alperenleri, Kara Mürselleri, Sarı Saltukları, Akça Kocaları görür gibi olurdum.
Nasıl görmeyeyim ki... O, 15 asırlık bir medeniyetin, bu toprakları 1000 yıllık kültürüyle âbâd eden bir milletin gerçek temsilcisiydi.
Benim derviş gönüllü Muhsin Gardaşım, hiçbir engel tanımadan beş vakit namazını edâ etmiş bir gönül eri, Türk tarihini omuzlarında taşıyacak kadar heyecanlı ve şuurlu bir vatansever, bir milliyetçiydi.
***
O, bir çile adamıydı. Soğuk Savaş yıllarının zor şartlarında, daha çocuk yaştayken mücadeleye atılmış. Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış; o hay huy içerisinde Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi’ni bitirip veteriner hekim olmuştu.
***
Sivas’lı bu tertemiz 26 yaşındaki genç adam, tam 7,5 sene, hakkında hiçbir yargı kararı olmadan ‘tutuklu’ olarak zindanlarda yattı. Üstelik bunun da 5,5 senesini 2,5 metrekarelik bir hücrede geçirdi. Bu durum, Türkiye’deki yargının en büyük haksızlığıdır. Lâkin, bir alperene uygulandığı için, ne yazık ki kimsenin umurunda olmamıştır. Bu haksızlık, eğer solcu ya da liberal geçinen birilerinin başına gelseydi, herhalde kıyametler koparılırdı.
Ağlayarak dinlediğimiz hapishane hatıralarında, en fazla abdest alıp namaz kılmakta zorlandığı için üzüldüğünü söylemişti. Bir de gülerek, gözlerini bozulmaktan nasıl koruduğunu anlattığını hatırlıyorum. Fırsat buldukça birkaç bağ maydanoz aldırır, bunları yatağına dizer ve uzun uzun yeşil rengine bakarak gözünü dinlendirirmiş...
***
Muhsin Yazıcıoğlu bir dâva adamıydı. Kısa süren ömründe dinini, imanını, vatanını, milletini, bayrağını herşeyin önünde tuttu. Güzel ahlâk numûnesi, tertemiz, dürüst ve namuslu bir insandı. Gani gönüllü, kâmil bir mümin ve Müslümandı ama asla tutucu olmamıştır. Milliyetçi ve vatanseverdi ama asla ayrımcı ve ırkçı olmamıştır.
Tâvizsiz bir demokrat ve millÎ irade taraftarıydı. Mevküfiyeti ve mücadelesi sebebiyle biraz geç evlendi. Her bakımdan uyuştuğu çileli bir eş buldu. Gözü gibi sevdiği Firûzesi ve Furkânı oldu. Onları en iyi şekilde yetiştirdi.
***
Benim canım, sevgili kardeşim, aziz dostum artık uçmağa vardı; Hakka yürüdü. Çok sevdiği Allah’ına kavuştu. İçimden bir ses bana O’nun şehit olduğunu söylüyor, İnşaallah Allah’ın indinde de öyledir.
Allah rahmet eylesin, ruhun şâd olsun... Rahat uyu, yetiştirdiğin Alperenler ve çocukların dâvanı devam ettireceklerdir. Hasan Celal GÜZEL

AĞLADIM SABAHA KADAR ÇOCUKLAR GİBİ…
İnsanın bir dostunun, arkadaşının, başkanının arkasından yazı yazması çok zor. Türk siyasetinin beyefendisi, gülen yüzüydü o.

Herkes onunla ilgili bir şeyler söylüyor. Ama herhalde onun en önemli vasfı, beyefendiliği, insani yönü ve milli duyarlılıkları idi. Şimdiye kadar kimsede tanık olmadığım bir sabra sahipti. Zorluklar karşısında asla geri adım atmaz, doğru bildiği yolda yürürdü.
Hayatının uzun bir bölümü hapishanelerde geçti. Her türlü çileyi, zorluğu yaşadı. Her türlü sınavdan alnının akıyla çıktı. Hiçbir lider onun aldığı oy oranıyla ayakta kalamaz, varlığını sürdüremezdi. O hem ayakta kaldı hem milletine küsmedi. Biz seferle görevliyiz diyerek durup dinlenmeden çalıştı, hep ayakta kaldı.
Kaç gündür TV ekranlarına yansıyan şiirinde "üşüyorum" diyor. Gerçekten de hayatı üşümekle geçti, kendisi üşüdü ama başkalarını üşütmedi. Dostluğu sıcaklığı ile kuşattı. İnsan böyle bir insanın ansızın aramızdan ayrılıp gitmesine üzülüyor. Bu filmin finali böyle olmamalıydı. Bu ülkede onun kalitesinde olmayan birçok insan önemli yerlere geldiler, o çok çalışmasına rağmen gönüllerden sandığa yansıyamadı. Biz maalesef insanlarımızın değerini musalla taşında hatırlıyoruz. Keşke daha erken onun hakkını verebilsek, onun değerini anlayabilseydik.
Bazı insanlar vardır, hayatlarında da toplumu bölerler, ölürken de bölerler. Ölümleri de hayatları gibi fitne saçar. Bazıları ise hayatlarında da birleştirirler, ölürken de birleştirirler. Kaç gündür tüm partilerin birden bire Muhsin Yazıcıoğlu’nun çaldığı düdükle suskunluğa bürünmesi, herkesin bir anda insanlığı hatırlaması, birlik ve beraberlik içinde olması manidar değil mi? Çok arzuladığı birliği ölürken gerçekleştirdi.
Yazıcıoğlu’nun en önemli özelliklerinden biri de derviş Lider kişiliği idi. Herkesi dinler, her arkadaşının söz ve düşüncelerine itibar ederdi. Asla burnundan kıl aldırmayan liderlerden değildi. Sorar, dinler, araştırırdı. Dostlarına hayır demesini bilmezdi. Onun için çok yoruldu, çok yorduruldu. İnanıyorum ki bundan sonra peygamberin nur etekleri dibinde dinlenecektir. Ruhu şad, makamı cennet olsun. O asla unutulmayacaktır. Selçuk ÖZDAĞ

HELALLEŞME...
Muhsin Yazıcıoğlu ile hiçbir gün yüz yüze gelmedim. Bizzat tanışıklığımız ve merhabalaşmışlığımız da yok... Kendisi hakkında tek bildiğim, mevcut diğerlerine benzemediğidir... Farklılığını bozmadan bozdurtmadan da Çağıran’ın davetine icabet etti.
Haklarında bir tek kelimecikle olsun, olumsuz kanaat serdetmedim... Benim var ise tüm haklarım helal olsun. Efendimiz Peygamberimizin şemsiyesinin gölgesindedir, İnşallah... Atilla ÖZDÜR

MUHSİN YAZICIOĞLU HEM GAZİ HEM DE ŞEHİTTİR…
Allah rahmet eylesin. İyi niyetli her Müslüman gibi ben de şahitlik ediyorum ki, Muhsin Yazıcıoğlu, şu anda Cennet bahçelerinde huzur içerisindedir. Çok bekledim müjdeli bir yazı yazabilmek için. Acele etmedim, hemen bir şeyler yazıp duygularımı dile getirmek istemedim. Ne yazsam onu anlatmaya yetmeyecekti.
Bekledim, beklemek istedim. Umudumu kaybetmedim, kaybetmek istemedim. Gözyaşlarıma engel oldum, olmak istedim. Kaç gündür hiç yere bakarak yürümedim, oturmadım, konuşmadım ve düşünmedim.
Çünkü yere her baktığımda aklıma toprak geldi. Toprağın altı geldi. Elbet toprağın altına girecek olan cansız bedendi, ruh Hak katındaydı. Lakin olsundu, kimse sevdiğini oraya koymak istemez, ben de istemiyordum.
Babamı kaybettiğimde bu kadar yıkılmamıştım. Tabii ki, babamı da çok seviyordum ve hâlâ çok seviyorum. Her gün ruhuna Fatiha okumaya gayret ediyorum. Yalnız Gazi ve Şehit Muhsin Yazıcıoğlu’nun acısı babamınkinden yeğin geldi.
Çok bekledim ve çok hayaller kurdum, hatta hayallerimi yanımdakilerle paylaşarak onları da güçlü kılmaya ve hayallerime inandırmaya çalıştım. Belki inanmıyorlardı ama inanmış gibi yaparak birbirimize destek veriyorduk.
“Muhsin Bey her türlü hava şartlarına alışkındır, eğer yaralı bile kurtulsa o bir yolunu bulur, kendisini ve yanındakileri sağ salim bize kavuşturur” diyor ve hayalimin gerçekleşmesini istiyordum. Enkaz bulununcaya kadar da bu inancımı sürdürdüm.
Lakin bir şeyi hesap etmiyordum. Onu bizden daha çok seven Allah yanına almak istemişti ve aldı. Müslümanlık inancına göre biz böyle düşünürüz. Bir iki küçük azınlık hariç, bütün Türk ve İslâm dünyası, Muhsin Yazıcıoğlu’nu böylesine seviyorsa, elbet Allah hepimizden daha çok seviyor demektir. Samimi kulların sevdiğini Allah daha fazla sever.
Kazanın oluş şekli maddi olarak bize böyle gözüküyor olabilir. Onların ruhunu nasıl teslim ettiklerini Allah’tan başka kimse bilemez. Yine şahsen inanıyorum ki, Muhsin Bey bize gözüken kaza şeklinden en ufak bir acı hissetmeyerek Yüce Allah’a kavuşmuştur.
Dava arkadaşları başta olmak üzere kaç gündür dünyada ve Türkiye’de milyonlarca iyi niyetli insanımız, Muhsin Yazıcıoğlu’nun “Gül Adam” olduğuna şahitlik ediyor ve duaların ardı arkası kesilmiyor. Allah bu şahitlikleri ve duaları, “Gül Adamla” birlikte Cennetinde tutuyor.
Bu sebeple derim ki, Muhsin Yazıcıoğlu hem Gazi hem Şehittir. Evet, bütün kalbimle inanıyorum ki, böyledir. “Şehittir” derken onu çok sevdiğim ve canım böyle istediği için söylemiyorum. Bir teselliye değil, gerçeğe sığınıyorum.
İslâm fıkhı konusunda otorite sahibi insanlarla konuşuyor ve tam bu meseleyi soracakken onlar Muhsin Yazıcıoğlu’nun Şehit olduğunu söylüyor. Ayrıca yine her kul, böyle bir sonla Rahmeti Rahman’a kavuşan insanların şehit olacağına inanır ve ifade eder.
Gazi meselesine gelince. Evet, Muhsin Yazıcıoğlu bir Gazidir. Çünkü 12 Eylül döneminde gördüğü işkenceler, hiçbir savaş esirine yapılmamış işkencelerdir. O işkencelerden kurtulan biri elbet Gazi’dir. Acımız çok taze olduğu için o günlere dönmek istemiyorum.
Ülkesinin geleceği ve milletinin aydınlık yarınları adına, devletin gülen yüzünün “hazırcılara,” gülmeyen yüzünün de millete dönük olmasını istemediği için başkaldırmış ve işkence görmüştür. Kendi nefsi adına asla bir fiske yememiştir.
Devleti ve milleti adına katlandığı işkencelere sıradan bir kişinin tahammül etmesi imkânsızdır. Milletin sırtından kazanç elde edip, milletin imkânları ile alınan silahların millete doğrultulmaması için mücadele etmiş, karşılığında teşekkür alması gerekirken, işkencelere maruz kalmıştır. Muhsin Bey kimlerden ne adına işkence görmüştür. Gazi değil de nedir?
Ben de dava arkadaşları gibi yüzünü görmeden veya olay mahallinden bedeni gelmeden yazmayacağım diye karar almıştım ama daha fazla dayanamadım. Yazıyı kaleme aldığım sırada hâlâ bölgeden gelmemişlerdi. Allah ailesine ve bu acıyı yüreğinde hisseden herkese yardımcı olsun. Sabırdan başka çıkar yolumuz yok. Dua ve sabır yoldaşımız olmalı. Hüseyin ÖZTÜRK

“EY SONSUZLUĞUN SAHİBİ, SANA ULAŞMAK İSTİYORUM…”
İmanlı bir kalp sahibinin dilinden dökülebilecek bir cümle bu. Allah’a inanıp, Yüce Kudret’i bilen; O’na muhabbetin lezzetine erip, O’na kavuşma arzusu duyan izzetli bir rûhun ulvî bir talebi yahut.
Muhsin Bey, tam da böyle bir rûha sahipti; Allah mekânını cennet eylesin, yakınlarına ve tüm halkımıza sabırlar versin.
Karanlık odakların elinde mazlûmiyetin ve mağduriyetin her türlüsünü yaşayan ama duruşunu ve vakarını hiç bozmayan ‘hakîkî vatanperver’ Yazıcıoğlu, yerel seçim çalışmaları çerçevesinde gittiği Karaman’da ölümü hatırlatarak şöyle demişti: “Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiçbirimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil.”
“Ecel gelince kargı zırhı deler” der Mevlânâ Hazretleri. Bununla birlikte, birkaç gündür sorgulanıyor, daha da konuşulacak elbette; teknik yetersizlikler, ihmaller elbet masaya yatırılacak, varsa sorumlular hesap da verecek. Tüm bunlar bir yana ‘ölüm’ dersini hepimiz alacağız bu vesileyle.
Sıkça ölümle irtibat kuran “masum Anadolu’nun saf çocuğu” Muhsin Yazıcıoğlu, bu sefer tüm Anadolu’ya, hem de tepeden tırnağa, râbıta-i mevt yaptırdı. Ruhları dengesizleştirip huzursuz eden seçim tantanasının zirveye çıktığı gürültülü ortamda, tüm ülkenin ölümün sessizliğine bürünmesine vesîle oldu. “Üşüyorum!” dedi; tipi ve fırtına altındaki, zâhiren soğuk, hakîkatte ise sımsıcak vuslat yolculuğu ile tüm Türkiye’ye lâhûtî mesajlar gönderdi.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, Anadolu Gençlik Dergisi’ne Kutlu Doğum münâsebetiyle yazılı bir mülâkat vermiş. Dergi mensupları kaza haberinden saatler önce aldıkları cevapları gözyaşlarıyla okumuşlar. Nisan ayında yayınlanacak mülâkatın bir kısmını timeturk.com sitesinden naklen burada neşretmek istiyorum.
“Peygamber Efendimiz’ in (s.a.v) ismini duyduğunuzda hissettikleriniz nelerdir?” sorusuna Muhsin Beyin cevabı şu olmuş: “Hüzünleniyorum... Görevini yerine getiremeyen bir kölenin hicabı. Onun arkasında bıraktığı mirasa, onun istediği gibi sahip çıkamadık. Onu anlatamadık, çünkü onu anlayamadık. Onun adını duyduğumda bu nedenlerle hüzünleniyorum. Tüm peygamberlerin şahitlik yapacağı yargı gününde onun ümmetinden olma şerefini ve liyakatini inşallah taşırım. Allah onun şefaatinden bizleri mahrum etmesin.”
“Peygamber Efendimiz`in (s.a.v) sizi en çok etkileyen yönü nedir?” sorusunun cevabı ise yine çok samîmî: “Allah Resulü mükemmeldi. Bu cümleden hareketle, onun bütün güzellikleri karakterine dercettiğini düşünüyorum; o harika bir liderdi. Mütevaziydi, hoşgörülüydü, müşfikti, aydındı, çile adamıydı, kısacası muhteşemdi. Bütün bunlara rağmen o bir insandı. Onun, ilahi kelamda çokça zikredilen beşeri vasfını arka plana iterek onu dünyamızdan uzaklaştırdık ve aslında kendimize kötülük yaptık. Peygamber efendimiz bir insandı, onun en etkileyici tarafı her yönüyle “güzel insan” sıfatına sahip olmasıydı…”
“Günümüzde toplum olarak onun hangi özelliğine ihtiyaç duyuyoruz? Onu hangi beşeri vasfı ile özlüyorsunuz?” sorusunun ibret dolu cevabı ise dikkatle okunmalı: “O İlahi mesajı en iyi anlayan ve özümseyen kişiydi. Bütün beşeri vasıflarını özlüyoruz, hepsine ihtiyacımız var. Hepsini kaybettik, hepsinden uzaklaştık. Adalet, muhabbet, şefkat, özgüven, tefekkür, vefa, güven, dürüstlük, samimiyet... Allah Resulü, “Bir elime ayı, diğer elime de güneşi verseniz yine davamdan vazgeçmem!” cümlesini sadece diliyle ikrar etmedi. O böyle düşündü, böyle inandı, böyle konuştu ve böyle yaşadı... “Gerçekten inanıyorsanız üstünsünüz” ilahi düsturunu hayatının her anında ve her türlü şartta duruşuyla mücadelesiyle ispatladı.
Ölüm, mü’min için yokluk değil; ebedî bir âlemin kapısı, asıl vatana yolculuğun başlangıcı, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprü...
Ölümün büyüklüğü büyüklerin ölümü ile çok daha iyi hissediliyor. Ne zaman herkesin sevdiği bir zât hayata vedâ ediyor, işte o vakit bize küçük ve sıradan bir hadise gibi gelen ölümün büyük ve herkesin sevgisine mazhar olan sıradışı bir zâtı bizden alıp götürdüğünden irkilerek büyüklüğünü ve herkesi içine alan muazzam bir hakikat olduğunu farkediyoruz.
Hz. Ali’nin (r.a) “Hangi iki günümden; takdir olunan günümde mi?/ Takdir olunmayan günümde mi ölümden kaçayım” dediği gibi ölümden kaçmak imkânsız; korkmak ise mânâsız...
Allah, hepimize rızasına uygun hayatlar ve güzel ve hayırlı ölümler nasîp etsin. Amîn. Muhsin MERİÇ


*** ŞEHİTLERİMİZİN RUHLARI İÇİN BİR FATİHA ÜÇ İHLÂS***

( Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na Yazılanlardan Bir Demet… başlıklı yazı Ali ÖZKANLI tarafından 30.03.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.