‘’Benim sevgi nesnesi olmaktan çok
üretmek için yalnızlığa ihtiyacım var. Fiziksel ve ruhsal yalnızlığa ve
sessizliğe. Yazar yalnızlığı bu ve ben onu yalnız yazarak dolduruyorum.’’
(Alıntı)
Kırk seneyi aşkın bir süreç
oyalandığıma dair artık kendimi kandırmaktan vazgeçtiğim miladımdır ne zamanki
kalemin dokusundaki yumuşaklığı keşfettim ve mizacımdaki boşluğu artık nasıl
dolduracağıma kesin gözüyle baktığım öylesine unutulmaz bir andır ki
hayallerimi bir ömür muhafaza ettiğimi de düşünecek olursam kendimle
yüzleşeceğime dair katıksız inancımla baş başa kaldığım kuşku götürmez bir
gerçek olarak işledi hücrelerime bir kez.
Miadı dolan düşlerime gelecek olursam
mazinin ardından yas tutmak nasıl ki sağlıksız ve hastalıklı bir tutum önümdeki
engelleri nasıl aşmam gerektiğidir payıma düşen.
Yaftaların meşrebi ve uçurumun
kıyısından son anda döndüğüm üstelik defalarca üstelik en yakınlarımın bile
farkında olmadığı bir kulvarda yola yenik olarak devam etmektense bu hırpani
hayata bir son vermem gerektiği düşüncesi zihnimde milyonlarca kez
yankılanırken.
Sözcükler ne zehirli ne de terk
edilmiş ki asıl benim terk edilmiş olan ve lafı dolandırmadan itiraf ediyorum
bunu üstelik cinsiyeti olmayan binlerce insan ve yüreğimle rükû ettiğim.
Gölgesiz bir boylam.
Geniş ağızlı bir kuyu.
Düşmekle uçmak arasında bir seçim
yapmam gerekirse ikisini de göz ardı edip sonsuzluğa uzanmak adına tüm
hanelerini yuvarlayan nihayetinde kendine sıfırlamaya kararlı bir hayalet olma
vazifesini kendime meşrep ediniyorum.
Yıllardan yıl beğeniyorum.
Mesleklerden meslek ve de.
Bir çıkarım yapacaksam hayatta ve
aradığım tek suçlu yine benim: endamlı bir enkaz olmanın hacminde yüzükoyun
yere serilmişliğim ve iç bükey, dış bükey tüm aynalardan taşan firarım elbette
kenetlendiğim nice acı ve sıkıntı.
Çıt kırıldım yüreğim.
Mizacım ise illa ki hassasiyetin
sığınağı.
Yüzümde açan güller nihayetinde
ismimle müsemma bir gül bahçesi olmak söylendi bana ve o gül bahçesinde kendime
dikenlerden bir mezar inşa ediyorum ve mezar taşıma yazılacaklar dün gibi aklımda.
Yorgun mevsim, kibirli yaftalar ve
sergüzeşt söylemler hani neredeyse azılı bir katil gibi linç edileceğim ve ben
suskunluğumla, saygın olmanın verdiği haz ve ön güven ile sadece içime akıyorum
ama içime akıttığım sadece gözyaşı değil bilakis hayallerimi- üretim fazlası
nihayetinde her birinin son kullanma tarihi geçiyor…
Menşei, duygularım ve beynim olan
binlerce hayal ve bire bir paylaştığım sevdiklerimle belki de sevgi mağduru bir
bellek benimki ve ne zamanki açsam içimi anında dışımdaki hüzün bulutları
tepeme konuşlanıyor ne de olsa her birinin çalınması an meselesi ve bir süre
sonra görüyorum ki; hayallerimi ve sahip olduklarımı çoktan sahiplenmiş
birileri üstelik kardeşim kadar sevdiğim mevsimler ve rüzgârlar çalmış
hayallerimi…
Her şey iyi hoş buraya kadar ne de
olsa çürüyen bir hayatın kahramanıyım ben ve elimden kayan hayatın sadece
kırıntılarından nasipleniyorum.
Sevginin mağdur kıldığı bir iklim
olmamı mademki kader sundu elbette başım gözüm üstüne lakin farkındalık
kazanmam için de bayağı yanmalıymış canım.
Bir imgenin taarruzu ise içimde
bastırdığım isyan ve bir sözcüğe eş düşüyorsam sadece hayatı ve tüm hayalleri
sonsuza kadar askıya alıp baskı mağduru bir gölge olmanın da maruzatı iken
içime kapanmışlığım…
Ne ıslah evinde büyüdüm ne de yolum
mahkemeye ya da hapishaneye düştü lakin içimin parmaklıkların tek şahidi yine
bendim ve kendime koyduğum kurallar ve su geçirmez hücremde nihayetinde sele
kapılıp kendimi zor attım dışarı.
Dün gibiyim bazen.
Bazense hüznün ta kendisi.
Aslında afaki bir mutluluk taşkın
mizacımda illa ki sevgiden medet umduğum üstelik karşılık bulmak adına da asla
kendimi zorlamadığım ne de olsa içimden gelen bir duygu…
Meşrebim sadece sevgi ve çağlayan
duygular ve işte hidayet basamaklarını tek tek tırmanıyorum aslında kelime
kelime keşfediyorum içimdeki saklı aşkı.
Nüktedan bir aşk bu ve çok hüzünlü ve
aşkla sırdaş bir imgeyim ben ve tek maruzatım sevmek: ah, bir de kendimi
sevmeme fırsat verseler.
Dikişleri sökülen kalbim: iyi de ben
bu yaşımda iğne tutmayı bile bilmezken nasıl dikeceğim onca söküğü.
Oysaki bacak kadar boyumla aşkın
anlamının peşine düşmüş ve nasıl da kıstırmıştım annemi sorularımın arasına…
‘’Sahi, aşk nedir anne?’’
Dün gibi aklımda şaşkınlığı ve kem
küm edip izah ediyor sonunda:
‘’Nasıl ki ben ve baban seni bu kadar
çok seviyoruz ve sen de bizi…’’
Yalpaladığım ve kanaat getirdiğim bir
o kadar da utanılması gereken bir duygu olduğuna inandırıp kendimi aşk ile
aramda kurduğum o özel b/ağ.
Ve ilk aşkım: rahmetli babaannem ki
kadının kendine hayrı yok ben çığlıklarımla onu sindirip de aşkımı ilan
ederken.
Hayaller kurduğum ve salonun
ortasında ilk aşkımla piknik yaptığım… bu da yetmemiş olacak ki; kendime hayali
kahramanlar yaratıp yüzlerce çocuğu olan bir anne rolünü benimseyip kendimi çok
genç bir anne olarak tahayyül ettiğim artık nasıl oluyorsa yüzlerce çocuğu bir
batında doğurmuşsam…
Nice gel-git.
Sözcükler.
Platonik sevgiler bazen okyanuslar,
coğrafyalar ötesi sevdiğim ve haberleri dahi olmazken sonra gitgide pekişen
insan sevgim ve dans eden hayallerimin hız kesmediği.
Şen olduğum günler.
Hüsran ise sır gibi gizli ve içimden
firar etmek adına bekleyişte.
Çocukluğumu nasıl yaşadımsa belki de
asla yaşamadığım ve yaşamayacağım özgürlüğe yazarak nail olduğum.
Ebegümeci heceler.
Karambolde geçen yıllar.
Nice safsata ve tantana.
Bir düşün bekçisi iken düştüğüm
pencereden ve nihayetinde salonda duran yastığı sokağa fırlatıp ilk isyan
ettiğim gün elbette çocukluğumda sokağa çıkıp oynamam dahi yasakken ben çocuk
aklımla özgürlüğümü beyan ve de ilan etmek adına çılgın gibi haykırdığım.
Sözcükler hırpalayan hele ki en çok
sevdiklerinizden asla beklemediğiniz sözcükler yüreğinizi tırmalarken…
Sözcükler iyileştiren hele ki
kitaplarla olan dostluğunuzla tüm yalnızlığınızı sayısız yazarla paylaşırken.
Sözcükler ve de…
Sözcükler yaramın merhemi hatta
yaralarımın ve aşkla ördüğüm yazılar ve şiirler asla da metazori olmadan
hırpani yüreğimin coşkusuna eşlik eden kalem.
Gıyabında aşk ve insan sevgim.
Sevilmediğim tarafınca kim ise
üstelik yakın çevremde ve asla da engel teşkil etmezken daha çok insanı daha
çok sevmeme.
Ve kendimle olan kavgamda hız
kesmeyen duygularım hala da iyileşmeyen yaralarım üstelik kendi ellerimle
kendimde açtığım yaralar.
Kimse beni ben gibi yaralayamaz madem
ve de kimse ben gibi kimi zaman benden bu kadar nefret edemez…
Kendimi sevmeme daha çok zaman var bu
yüzden daha çok insan sevip daha çok yazmalıyım.
Tefekkürde geçen ve geçecek bir ömrün
de tahayyülü ile sırtlandığım nice acı ve aşk dolu bir mizaç kendine olan
mesafesini ve yabancılığını da aşmak adına.
İzin verin lütfen kendimi bir gün
sevmeme ve o güne kadar daha çok insanı sevmem ve daha çok da yazmam lazım
mademki…
Tek maruzatım sevgiden firar eden
yürekler belki de kendimden firar ettiğim zamanları telafi etmek adına yazıyor
ve seviyorum ve evet, benim tek maruzatım var: o da sevmek…
Sevginin gücü ile aşılmayacak ne
kaldıysa üstelik ben sizlerin yerine sizi de sevebilirken ta ki kendimle
uzlaşana kadar…