Öğretmenliğimin en güzel yıllarını köylerde yaşadım.
Külebi’nin dediği gibi, “Yurdumuz uçsuz bucaksız, gökte yıldız kadar köylerimiz
var./ Ama uzak, ama harap, ama garipsi…” köydü çalıştığım köy. İnsanlar
geleneksel konukseverliğimizin nadide örneklerini sergilerdi.
Köyde
okul açılalı yıllar geçmişti. İlkokuldan sonra eğitimini sürdürenler bir elin
parmakları kadar bile değildi. Kızlarımızı ancak birkaç aile okutmuştu. Okuldan
kalan zamanlarımı köyün kırlarında dolaşmak, sonbahar ve güneşin ısıtmaya
başladığı ilkbahar günlerinde bir ağacın gölgesinde kitap okuyarak geçirirdim.
Öğretmen
olmak, köyün tüm sorunlarıyla ilgilenmeyi gerektirir. Köyün yol, su gereksimi
için muhtarı yönlendirme. İnsanların kişisel sorunlarını karınca kararınca
çözme…
Evimiz
boş kalmazdı. Akşamları komşular ziyaretimize gelir saatlerce sohbetler
yapardık. Sıkıntılarını ailesine bile anlatmakta çekimser kalan genç kızlar,
kadınlar da gelirdi lojman konutumuza. Sorunlarını eşimle dinler, makbul
çareler üretmeye çalışırdık mevcut sıkıntılara.
Köye
atandığım yıl henüz gelin olan genç bir hanımın anlattıkları bir öykü olacak
kadar ilginçti. Evleri okula yakındı. Uzun boylu, yay kaşlı, alımlı bir kızdı.
Okula giderken çeşme başında görmüştüm ilk kez. Zaman zaman karşılaştığımızda
bana selam verip, ivedilikle yoluna devam ederdi. Öz güvenli, ciddi
tavırlarıyla takdirimi kazanmıştı. Komşu bir köye gelin gitti. Onunla evlenen
gencin şanslı olduğunu düşündüm.
Zaman
su gibi aktı. İlkbaharlar geldi. Okullar tatile girdi. Öğrencilere karnelerimize
verdik. Yaz tatilimi ailemin yanında gittim. Uzun yaz çocuk ve ilk gençlik
yıllarımı yaşadığım köyde geçiririm. Eylül başında eşimle birlikte okuluma
dönerdim. Aynı köyde çalıştığımın ikinci yılı, okuluma, çalıştığım köye döndüm.
Öğrencilerim ve iyice tanışıp kaynaştığım köylülerle yeniden birlikte olmak güzeldi.
Köyde
fazla değişiklik yoktu. Köye döndüğümüzün daha ilk günleriydi. Eşim, bu gece
bir akşam sohbetine bir özel konuğumuzun olacağını söyledi. Sabah ola hayrola
denir ya. İç sesimle akşam ola hayrola deyip konuyu fazla irdelemedim.
Yemeğimizi
erken yiyip özel konuğu beklemeye başladık. Uzun sürmedi beklememiz. İlk kez
çeşme başında gördüğüm güzel kız kapıdan sessizce odamıza süzüldü. Üzgün,
sessiz bir hali vardı. Çaylarımızı içerken anlatmaya başladı. Önceleri utanarak
konuşuyordu. Konuştukça kendine güveni geldi.
Ruhunu
acıtan, kalbini yaralayan olaylar yaşadığı belliydi. Konuşmak, sıkıntılarından
kurtulmak istiyordu… Bize güvendiğini, sözlerinin aramızda kalacağını istedi.
“Bilmem
duydunuz mu? Ben artık dul bir kadınım. Sizleri kendime yakın buluyorum. Ne
güzel başlamıştı her şey. Gelin olup, her genç kız gibi yuva kurup mutlu
yaşamaktı tek dileğim. Ama olmadı…”
Bir
aile yıkıldığında gökler ağlar derler. Üzüldük komşu kızımızın yuvasının
yıkılmasına. Bizim sormamıza gerek yoktu. Genç, güzel insan anlatıyordu
sürekli.
“Hani
denir ya cicim ayları. O aylar güzel geçti. Eşim askerliğini bitirmiş
sorumluluk alacak yaştaydı. Önceleri bir büyük kente gidip iş bulacağı, kısa
süre içinde beni de yanına alacağını söylüyordu. Haftalar, aylar su gibi aktı.
Sabahleyin evden çıkıp akşamları geç saatlerde dönüyordu. Bir yıl geçti.
Aramızda tartışmalar başladı. Her gün beni sevdiğini söyleyen eşimden tatlı bir
söz duymaz olmuştum.
Değil
büyük bir kente gidip iş bulup çalışmak köyde bile eli hiçbir işe uzanmadı. Köy
kahvesinin değişmez müdavimlerinden bir oldu. Kayınpederim kumar oynadığını
söyledi. Aralarında sert tartışmalar yaşandı. Düğünümüzde elimize geçen
paraları bitirdi. Söz dinlemez olmuştu.
O evde
artık kalamazdım. Zararın neresinden dönersem kardır hesabı bir kara günde baba
evine döndüm. Anlaşmalı ayrıldık.” Bizim söz söylememize gerek yoktu. Genç,
masum bir insan vardı karşımızda. Onun dinlemek bir insanlık göreviydi.
Yaşadığı dramatik olayları anlattıkça ferahladığını hissediyorduk.
“Sizleri
fazlaca sıkmıyorum…” Diyerek sözlerini sürdürdü.
“Dul
bir kadın olmak baba evi bile olsa zordur. Dost bildiğim insanların hakkımda
dedikodu yapmaları çok üzdü beni. ‘Evlendiğim köyde yanıma adam almışım… daha
neler neler…’ Böyle sözleri çok duydum. Elin ağzı torba değil ki büzesin. Dul ve
genç bir kadın olmanın acıları beni yaşama azmimden alıkoymadı. İlk aylarda
dayanılmaz sıkıntılar yaşadım.
Namusuma
uzanmak istenen sözlere hazırlıklıydım. Her kem söz hayata daha sıkı tutulmamı
sağlıyordu. Kara kalpli insanlara inat daha güçlü olmanın yollarını aradım. İlkokul
yıllarında sınıfın en başarılı öğrencilerindendim. Okuma yarışmalarında
birincilikler almıştım.
Kitapların
büyülü dünyası biricik teselli kaynağım oldu. Atatürk’ün, “Hayat demek mücadele
demektir. Hayatı kazanmak için mücadeleyi kazanmak şarttır.” Sözü yaşam
manifestom oldu. Köyde bağ bahçe işlerinden kalan zamanlarımda çokça kitap
okuyorum…”
Genç
hanımın anlattıkları yaşanmış gerçek bir öyküydü… Uzun kış gecelerinde
köyümüzün genç yaşta yaşamın acılarını tadan bu genç insan zaman zaman
ziyaretimize geldi. Bazı geceler kendisinden küçük kız kardeşleriyle evimizi
şenlendirirlerdi. Bir ziyaretinde dinimizle ilgili tutumlarını da anlattı.
“Yalnızlığım
kitaplarla giderirken dini görevlerimi de hiç aksatmam. Namazımı huşu ile kılar
kalbimi Allah’a açarım. Her şeye karşı Allah’ın bizlere bahşettiği nimetler
için şükrederim. Sağlık ve afiyet dilerim hasta annem, kardeşlerime ve kendime.
Yıllar önce kaybettiğim babam için rahmet dilerim.”
Okulu
bitirip köyde kalan gençlere ilçeye gidip halk kütüphanesine üye olmalarını
kitap okumalarını salık verirdim. Aynı öneriyi öykümüzün kahramanına da
söyledim. Bu önerimin okumayı çok sevdiğini söyleyen eşinden ayrılmış genç
insanı çok mutlu etti. Gerek ilçeden edindiği bazen de benden alıp okuduğu
kitaplar hakkında da ara ara sohbetlerimiz oldu. Mesleğime il merkezlerinde
devam etmeye karar verdim. Tayin istedim.
Sonbahar
geldiğinde öğrenci mevcudu kalabalık bir okuldaydım. Yeni bir okul, kent
yaşamına intibak derken zamanın nasıl geçtiği fark edilemiyor. Birkaç yıl geçti
aradan. Eşim son çalıştığım köydeki komşu bayanlara mektuplaşır. Köyle
iletişimi sürdürdük. Günlerden bir gün köydeki yakın komşumuzdan mektup aldık.
Güzel dileklerle birlikte kendisi hakkında da şu satırları yazmıştı:
“…
Sizleri hiç unutmadım. Bir kış boyu yaptığımız sohbetler ne kadar hoştu.
İyiyim. Sosyal durumum değişmedi. Evlenme teklifleri aldım. Henüz yeni bir yuva
kurmaya hazır değilim. Kafamı dinliyorum. Yazacaklarıma sevinirsiniz umarım.
Bilgimi, görgümü artırmak için ilçemizde Halk Eğitimin kurslarına katıldım.
Başarı belgeleri aldım. İlçemizde iş buldum. Çalışıyorum. Ekonomik bağımsızlık
kazanmak ne büyük bir mutluluk. Kendime güvenim daha da arttı. İleriye daha bir
güvenle bakıyorum…”
Komşumuzun
iş bulup çalışmasını öğrenmek, güzel haberlerle bezeli mektubunu okumakla mutlu
olduk. Özellikle kadınlarımızın ekonomik bağımsızlığını kazanması için bir
öğretmen olarak hep mücadele ettim. Bir Türk kadınının, tanıdık eski bir
komşumuzun iş yaşamına katılmasını duymak O’nun kadar beni de çok mutlu etti.
Darısı çalışmak isteyen, iş arayan diğer kadınlarımızın başına…