1
Mevsimin kibrine yenik düşen bir
vaveyla ve telaşlı bulutlarla çevreli rahmetin dokusundaki huzura nail olmak
adına dört dönenmiyoruz da ne de olsa beşeri arzuların mihrabı bile ötelediği
bir başkaldırı günle huzur arasına nifak sokan.
Semtinden kaçan sakinler ne de olsa aklıselim
değil isteklerimiz ve makul olmayan ne çok ölçekte rest çekiyoruz duygulara.
Duygunun minvalinde bir ötenazi
diliyor bellek ve elemin dokusunda hep hasret var illa ki kavuşulmazlığa derken
matador iklim kırmızı örtünün sihrine vakıf acıları boynuzluyor.
Şafak sökmeden ölümü de kapı dışarı
etmeli’nin meali işte yakamızdan düşmeyen korkular ve izafi bir eksende ekip
duruyoruz ümitleri ne de olsa sayacı kırık zihnin ve vicdanlarda kat izi.
Mağdur düşler ve mazlum beyitler
belki de sıdkı sıyrılmış insanların mizacına yenik düşen tanrısal kaçışların ki
aslında aymazlığında bunca gölgenin de artık birbiri ile ne alıp veremediği
varsa.
Mısralara konuyor kimi zaman alıcı
kuşlar ve kodaman hüzün bekçileri geceyi kolluyor bazen mezar sessizliğinde bir
öfkeyi azat edip de insanlığın hikmetine hala da vakıf olamazken.
Göğün temposuna eşlik ediyor sokak
çalgıcıları.
Ve uzandığım döşeğimden kalkıp kuş
bakışı b/akıyorum gerçek dünyaya.
Yorgun bir gün iken geride kalan ve
şiirlerim gecenin parmaklıklarına tırmanırken gözüm bir çocuğa ilişiyor.
Gök kaygısını bertaraf etmiş ve şehir
de gece de yağmura teslim.
Umarsız insanlar görüyorum acıları
olmayan.
Pişkin pişkin gülen kaçkın mizaçlar
ve safkan yalnızlığın da mimarı iken gece.
Çocuğa iliştiğimden beri gözüm
herkesi görüş alanımdan çıkarıyorum artık nasıl bir çıkarım yapacaksam geceyi
mimliyorum gece beni dinlerken.
Yağmura teslim olmuş asfalt yol ve
ağacın dibini mesken tutan on beş, on altı yaşlarında zayıf bir çocuk başında
kasketi uyukladığına tanığım ve az ileride kâğıt topladığı arabasına park etmiş
sözüm ona ve gelen geçen herkes söyleniyor ne de olsa o çocuğun yaşama ve mutlu
olma hakkı bir kez elinden alınmış.
Yorgun bedeni uyuşuk tıpkı yüreğimin
üşüdüğüne tanık bir hadis gibi içimdekini dışarıya vuramıyor ve yaşlarımı içeri
akıtıyorum elbette kimseler görmeden.
Bir koşu mutfağa gidiyorum artık
Allah ne verdiyse sonra da masaya koyduğum parayı sayıyorum sahi yeter mi,
diye.
Ve avazım çıktığı kadar bağırıyorum
el işareti yapıp da yanıma çağırıyorum yorgun savaşçıyı.
Ne mazlum ne mahzun ne de müdavim…
sıfatlar ve imgeler boğazıma takılıyor ve çocuk yattığı yerden irkilerek bana
bakıyor artık kaçıncı hakareti duyacağına emin değilken yüzümdeki kocaman
gülümsemeye de şaşkınlıkla bakıp kala kalıyor.
Yağmur şiddetini arttırmış ve üstü
başı sırılsıklam.
Pencerenin dibine yaklaşıyor ürkek
gözlerle.
Adını soruyorum ve utangaç bir dille
heceliyor kim bilir ben bu cehenneme nerden düştüm dercesine gerisin geri
kaçıyor.
Ve içi tıka basa yemek dolu kocaman
torbayı aşağıya fırlatıyorum ki bir avazda kucaklıyor ve bakışları değişmiş,
yüzünde pembeden bir tebessüm sonra da bir kâğıda sardığım parayı fırlatıyorum
pencereden yağmurun bile engel
olamadığı o güneşin doğuşuna sadece ikimiz tanıklık ediyoruz.
Adını tekrar soracağım ama ürkütmek
istemiyorum daha fazla.
Mahcup bir edayla teşekkür ediyorum
ve turist Ömer selamıyla mutlu bir şekilde uzaklaşıyor. Ne üstünün ıslaklığını
düşünüyor ne de… diyemem elbette çünkü bir ailesi olup olmadığını düşünüyorum
ve tam içeri kaçacakken dönüp yeniden bakıyor kapatmakta olduğum pencereye.
Şimdi bana mutluluğun ve huzurun
resmini yap deseler…
Rabbim tanık ve esefle bizler
birbirimizi kınarken sadece O değil mi bize sahip çıkan?