‘’ Sözün bittiği yerde, o yerde artık her
şey çok daha anlamlı…’’
Sabahın erken
saatleri, kuşlar koro halinde söylüyorlar aşk nağmelerini. Bahar geçip giden
yıllara rağmen ölümsüz aşk tanrıçası kimine göre. Kimine göreyse göz yanılgısı,
ölümün dahi öldüğü yerde, her şeyin yapay duracağı, o altından ırmaklar akan
cennetin, Allah’ın yeryüzünde insanlara fragman olarak sunduğu bir yer…
Damla,
gelinliğini giymiş evden çıkıyordu. Yunus, sevdiğini ata bindiriyor. Damla
araca kadar atla gidiyor. Savaş yıllarında cepheye mermi taşıyan kadınlar kadar
gururlu bugün. Yunus sevdiğini attan indirip araca bindiriyor. Suat, Dilara,
Aysun gelin arabasına bindiler. Suat aracı kullanıyordu.
Yasin eşi ile
akrabalarının bulunduğu araçlardan birine bindi. Müşfik amca ve diğerleri de
minibüse bindiler. Araçların hareket ettiği sırada oradaki komşular ellerindeki taslar ile su döküyorlardı arabaların arkasından. Arabalar korna çalıp
mahalleden çıkmaya çalışıyordu.
Çocuklar
öncesinden kurdukları plan ile düğün arabasının önünü kesiyorlar. Zarflar havada uçuşuyor. Bismillah deyip yola
çıktıklarında herkes düğün için hazırdı.
Cüneyt ve Lara
uçağa binip gideceklerdi. Cüneyt bir taksi çağırdı. Taksi geldiğinde
hava alanına gitmek için yola koyuldular. Takside Orhan Gencebay’ın ‘’Beni Böyle
Sev Seveceksin’’ parçası çalıyordu. Cüneyt, Lara’ya bakıyordu. Lara müzikten
rahatsız olmuş gibiydi. Cüneyt ile birlikte binmemiş olsalardı taksiye,
özellikle seçilmiş derdi bu şarkıya.
Cüneyt
sevdiğiyle aynı araçta olduğu için çok mutluydu. Taksici de muhabbet olsun diye
söylediği bir söz için pişman olmuşa benziyordu. Nereden bilebilirdi ki bu
çiftin sevgili olmadığını…
Hava alanına
vardıklarında, uçağın kalkmasına iki saat vardı. Cüneyt bir önceki hava alanına
gelişini düşündü. Sanki o an dünya durmuş gibiydi. Kıyamet kopmuş da sesi
boşlukta yankılanıyordu. Kimse duymuyor, onun gibi hissedemiyordu gönülden.
Lara, okula her
gidişinde Cüneyt’i düşünüyordu. Birlikte geçirdikleri o kısa zamanı. Ne çok şey
yaşamışlardı bu kısa sürede İkisi de ne yaşadıklarından habersiz.
Lara Doğu Anadolu'nun bir vilayetinde öğretmendi.
Yirmi kişilik bir sınıfı vardı. Köy halkı da onu çok seviyordu. Her akşam
mutlaka bir komşusu kapısını çalar ona pişirdiği yemekten bir kap getirirdi. O
da mahcup mahcup teşekkürlerini iletirdi.
Oysa ilk
mesleğe başladığı zaman, zor şartlar altında çalışmaya şimdide olduğu kadar
sabır gösteremiyordu. Hatta birkaç kez mesleği bırakmayı dahi düşündü. Onu
engelleyen başka bir iş bulamama korkusu değildi. Gözlerinin içine gitme diye
bakan öğrencilerinin okumaya olan aşklarıydı. Çoğu aile onun sayesinde çocuğunu
okula gönderiyordu. Belki de hayattan beklediği sevgiyi bulamadığı için
öğrenciler ile bir arada yaşıyordu. Ama hiçbir zaman onları sevgisiz
bırakmayacağım diye söz vermişti kendisine.
Uçağın
kalkmasına az bir süre vardı. Yolcular uçağa bindiler. Lara, Cüneyt de diğer yolcular
gibi, uçaktaki yerlerini aldılar.
Uçak pisten
kalktığı an, Lara sanki her an yere düşecekmiş korkusuyla koltuğuna gömülmüştü.
Cüneyt sevdiğine bakıp gülüyordu. Yine de güldüğü belli olmasın diye yüzünü
başka tarafa çeviriyordu.
Uçak Bursa havaalanına iniş yapmıştı. Lara ve Cüneyt dağ evine geçtiler. Lara bu gece Damla'nın evinde kalacaktı.
İkili bavulları
eve bırakıp dışarı çıktılar. İlkbaharın bu güzel gününde bir semaver çayı iyi
giderdi. Cüneyt bir semaver çayı yaptı. Çaylar içildikçe muhabbette
koyulaşıyordu. Konular birbirini açıyordu. Derken yeniden göz göze geldiler.
Lara bu kez kaçamamıştı aşktan. Lara Cüneyt’in aşkına teslim olmuştu.
Cüneyt sevinç
içinde sevdiğine sarıldı. O anda ikindi güneşi vuruyordu Lara'nın yüzüne. Lara
artık gizlemiyordu sevgisini. O da Cüneyt'e sarıldı. Öyle uzun sarıldılar ki,
gözyaşları oluk oluk akıyordu.
Lara: Biliyor
musun? Mektuplarının hepsini okudum. Senden vazgeçmek değildi niyetim. Ama ben
bir daha aynı hayal kırıklığını yaşamak istemiyorum. Bir daha terk edilmekten
korkuyordum.
Cüneyt: Ben
sensizliğe bile razıyken, şimdi yanımdasın. Nasıl olur da terk ederim seni.
Cüneyt abisinin
arabasını aldı. Sevdiğiyle Bursayı gezecekti. Paintball oynadıkları yere
gittiler. Her şey burada başlamıştı. Lara sevdiğine bakıyordu. Birkaç hatıra
fotoğrafı çektirip yeniden yola çıktılar.
Gece iki gibi
eve döndüler. İkisi de aşk sarhoşuydu. Baharda açan çiçekler gibi…
Yunus,
Damla'nın elini tutuyordu. Damla, ilk kez sevdiğine bu kadar yakındı. Artık
geride kalmıştı mesafeler. Beklemek sözcüğü kalkmıştı lügatlerinden.
Dilara,
kurulmuş saat gibi ara ara çiftin fotoğraflarını çekiyordu. O kadar
yakıştırıyordu ki onları birbirine. Nazar değdireceğinden korkuyordu. Arada
‘’Maşallah’’ demeyi ihmal etmiyordu.
Mola
vereceklerdi. En yakın dinlenme tesisine çektiler aracı. İnsanlar hep bir yere
yetişme telaşı içindeydi. Hoparlörlerden ‘’ Yarım saat mola, ya da yarım
saatlik molanın sonuna geldik’’ gibi ikaz cümleleri duyuluyordu.
Çift mola verdikleri bir sırada rahat
edebilecekleri bir kıyafet giydiler. Yunus sevdiğini araçtan indirmişti.
Yasin’in önerisiyle gelmişlerdi bu tesisse. Yasin ne zaman uzun yola çıksa hep
bu tesiste mola verirdi.
Hep birlikte
yemek salonuna geçtiler. Garsonlar ellerinde tabaklar ile adeta milli atletler
gibi oradan oraya koşturuyorlardı. Menüden yemek seçtiler. Yemekler yendikten
sonra tekrar yola koyuldular. Hoparlörlerden yine aynı sesler yükseliyordu…
Son cemre de
düşmüştü yeryüzüne. Havalar artık daha bir sıcaktı. Gece olmasına rağmen havada
gündüz sıcaklığını aratmayacak sıcaklık vardı. Damla, Dilara artık uykuya
teslim olmak üzereydi. Müsait bir yerde Cüneyt ön koltuğa geçti. İki kardeş
birbirine sarılıp uyurken, Yunus, Suat ile konuşuyordu. Uzun yoldaki bir
kuralda şoförü uyutmamaktı.
Yolda artık
sabah namazı dışında durulmadı. Tam gaz devam ettiler yola. Sabah dokuz gibi
vardılar Gönen'e.
Lara ve Cüneyt
de yola çıkmıştı. Bandırma’ya yetişmişti. Yarım saatlik bir yolları vardı.
Yarım saatin sonunda onlarda düğüne yetişmişlerdi.
Düğüne yerli
halkın yanında çevre illerden de gelenlerde olmuştu. Yunus bugün çok iyi
anlıyordu babasının neden dost biriktirdiğini. İşte böyle günler içindi.
Damla, gelinliğin içinde bir kuğu gibiydi. Bakan herkesi kendine hayran bırakacak bir
güzellikteydi. Yunus, damatlığın içinde kartal misali asildi. Görenler bu asilliğe
imreniyordu.
Damla, Cüneyt
ile Lara’yı birlikte görünce çok sevinmişti. Gözlerinin içi gülüyordu. Cüneyt
yengesine minnet ile bakıyordu. Hava bugün bir başka güzeldi.
Düğün faslı
bittiğinde, nikâh memuru çiftin nikâhını kıydı. Damla elindeki çiçeği havaya
attı. Çiçeği Lara kapmıştı. Damla gülümsüyordu. Havada aşk sarhoşu bir rüzgâr vardı.
Düğün bitmişti.
El öpme faslı da bittiğinde yola çıktılar. Dağ evine gidiyorlardı.
Her şey orada
başlamıştı. Ve şimdi her şey orada yeni bir anlam kazanacaktı. Kuşlar en güzel
güfteleriyle coşturacaktı tabiatı.
Dağ evine
vardıklarında daha öncesinde sıradan gelen her şey o anda bir başka güzel
görünüyordu. Dağ evine açılan kapı sanki masal dünyasına açılıyor gibiydi. Ve
onlar bu masal dünyasının en güzel ikilisiydi. Gül ve Bülbül’ün o baki
serüveniydi.
SON