‘’ Baharı saklar avuçlarında tabiat. Ne zaman hüzne kapılsa, avuçlarını açıp bakmak için.’’

3 Ay sonra

İlkbahar gelip çatmıştı. Yerde çimler daha bir belirginleşmişti. Sarıçiçekler, papatyalar açmıştı. Tabiatta bir şenlik vardı. Kuşlar göçten dönüyordu. Evsiz barksız değildi artık hiçbir hayvan. Daha bir huzurluydu insanlar bahar aylarında.

Aşkın mevsimi derler ilkbahara. Aşkı belki de en güzel şekilde nakşediştir toprağa. Baharda açan çiçekler, yeni gelin olmuş kızlar gibi. Etrafa neşe saçan, hayattan bir beklentisi olan…

Yunus çok heyecanlıydı. Cüneyt de eve gelmişti. Müşfik Amca eş, dost, akrabalarıyla minibüse binmiş dağ evine gelmişti. Yunus son hazırlıkları yapıyordu. Damla birkaç gün öncesinden baba evine gitmişti. Yunus Damla’nın yokluğunu hissediyordu. Sanki yıllardır kavuşamamıştı sevdiğine. Oysa daha gideli bir hafta bile olmamıştı. Cüneyt Damla gidince dağ evine gelmişti. Yunus bir an bile yalnız kalmamıştı. Yine de içinde bitmeyen bir özlemle Damla’yı arıyordu gözleri.

Ekip minibüse binmiş Yunus’u bekliyordu. Yunus gelince hareket ettiler. Yol boyunca arkadaşlar çocukluk anılarına, okuldaki yaramazlıklarına gülüyorlardı. Müşfik’in nasihatleri ile yollarına devam ediyorlardı.

Damla kına gecesi için ne gerekiyorsa yapılması için kardeşine ikazda bulunuyordu. Dilara, Damla’nın isteklerini olabildiğince yerine getirilmesi için mücadele ediyordu.

Yarın kına gecesi vardı. Minibüs çoktan yolu yarılamıştı. Yunus içindeki sevgi kelebekleri için bir gün daha ömür istiyordu Allah’tan. Kelebekler, görebilsin diye kına gecesinde sevdiğini. Kına gecesi bayanların kâh ağlamaklı, kâh mütebessim oldukları merasimdi. Erkekler o gün, ev ahalisindeki erkekler ile başka bir yerde kalacaklardı.

Minibüs yalnızca namaz vakitlerinde, zaruri ihtiyaçlar olduğu zaman mola veriyordu. Onun dışında tam gaz yola devam ediyordu. Yiyecekleri yemekleri bile mecburi molalarda alıyorlardı. Kazasız belasız lakin bir an önce varmak istiyorlardı kız evine.

Necip’in sesi güzel olduğu için yol boyunca türküler söyledi. Araçtakilerde türkülere iştirak ediyordu. Müşfik’in bağlaması, Necip’in yanık sesi yolculuğa şenlik katmıştı.

Bursa’dan Gaziantep’e giderken yol boyunca baharın toprakla ahengi görülmeye değerdi. Yunus, arabasını dağ evinde bırakmıştı. Kına gecesinin ardından düğün için Balıkesir’e gideceklerdi. Yasin kendi aracını düğün arabası yapmak istiyordu. Yunus da, düğün öncesi kızına son görevini yapmak isteyen babasını kıramamıştı.

İlkbahar kuşların nağmeleriyle, bülbülün güle serenadıyla, yağmurun o yumuşak nefesiyle daha bir yaşanır kılıyordu hayatı. Toprağın can bulup meyve vermesi, insanın hüzünden kurtulup sevinçle tabiata gülümsemesi mucize değil de nedir?

Yunus, yol boyunca Damla’yı düşündü. O an minibüste kimse yok gibiydi. Yunus ve sevdiği vardı bir tek. Yunus eliyle sevdiğinin saçlarını okşuyordu. Damla sevdiğinin elini öpüyordu. Kuşlar gelip konuyordu minibüsün penceresine. Pencereyi açıyorlardı. Kuşlar doluşuyorlardı araca. Dışarıdan rayihana kokular yayılıyordu. Çiçekler, en bakir halleriyle yeşeriyordu. Ağaçlar yol boyunca bir şeyler fısıldıyorlardı. Rüzgârın ağaç dallarıyla sevişmesi insanda gayri iradi bir neşe oluyordu.

Aracın sabah namazı için durduğu sırada Yunus birden sıyrılmıştı hayal âleminden. Sabah namazını yirmi kişilik bir cemaat eli eda ettiler. Yarım saatlik bir mola verdiler. Sabahın gün doğumuna ümitler yetiştirdiği o vakitte, çorba içmeye gittiler. İki saatlik bir yol kalmıştı. İki saat sonra sevdiğiyle aynı şehirde, aynı havayı soluyacaktı.

Minibüse bindikten sonra kaldıkları yerden devam ettiler yola. Yunus içinde bitmeyen bir heyecan ile ikide bir kolundaki saate bakıyordu. Yunus’un bu komik hareketleri, minibüste olan herkesi eğlendirmişti. Yunus da kendindeki hal ve hareketlere gülüyordu.

Gaziantep’e vardıklarında, Yasin onları bekliyordu. Yunus Yasin’i görünce el salladı. Umut aracı müsait bir yere çekti. Araçtan inip Yasin ile selamlaştılar. Yunus müstakbel kayınbabasının elini öptü. Yunus kayınbabasının aracına bindi. Arkadaşları kendi aralarında kıkırdıyorlardı. Yunus boncuk boncuk ter döküyordu.

Yasin aracıyla önde gidiyor diğerleri de onu takip ediyordu. Eve gitmeden önce Yasin ekibi aile ahbabı olan bir mekâna götürdü. Yunus arabadan iner inmez İnsanın içine huzur veren bir mekâna geldiğini hisseti. Çay bahçesine daha çok gençler geliyordu. Mekânın iç bölümünde divanda oranın ileri gelenleri oturuyorlardı.

İç bölüme geçtiklerinde, duvarda ‘’Allah ve Muhammed’’ yazılı tablolar vardı. İçinde ilahi ezgilerin nağmesini hissettiren süs havuzu vardı. Yasin’i gören mekân sahibi Derviş, onlara öncesinden hazırladığı yere geçmelerini söyledi. Onlar oturup sohbet ettikleri sırada Derviş çalışanlarına masayı donatmalarını söyledi. Masaya birçok yöresel lezzet gelmişti. Onlar arasında baklava olmazsa olmazdı.

Eve gitmeden önceki son molalarıydı. Mekândan çıkarken, Derviş kapıya kadar onlara eşlik ediyordu. Yasin, Müşfik ve yanında bulunanlar Derviş’e ayrı ayrı teşekkür ettiler.

Yola çıktıklarında Damla’nın heyecandan kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Dilara, Aysun ve Lara Damla’nın yanında duruyorlardı. Damla’nın ailesi iki katlı müstakil bir evde oturuyorlardı. Müstakil yapıya bakan daha ilk bakışta o yöreye ait olduğunu anlardı.

Mahalle’de hep müstakil evler vardı. Damda koşturan çocuklar, yıldızları yakından izlemek isteyen âşıklar ve insana kendi memleketindeymiş hissini veren esnaflar insanı bu şehre hayran bırakıyordu.

Yasin evin bulunduğu mahalleye girdiğinde sokakta ip atlayan kızlar, misket oynayan çocuklar kenara çekildiler. Evlerinin balkonundan, pencerelerinden bakan kadınlar peçeleriyle yüzlerini örtüler.

Yasin aracı park ettiğinde minibüstekiler de dışarı çıktı. Onları mahalledeki eş, dost, akraba ve oranın ileri gelenleri karşıladı. Hepsiyle tek tek selamlaştıktan sonra erkek tarafının kalacağı eve geçtiler. Yasin, bir isteklerinin olup olmadığını sordu. Her türlü ihtiyaçlarının karşılandığından iyice emin olduktan sonra dinlenmeleri için onları yalnız bıraktı.

Damla Yunus’u telefonla arayıp halini hatırını sordu. Yunus’un halinden memnun olduğunu öğrenen Damla çok mesuttu. Ve akşam için oldukça heyecanlıydı. Kınaya şehirden, şehir dışından birçok tanıdıklar geliyordu. Suzan gelen misafirlerle ilgileniyordu.

Cüneyt abisinin bu mutlu gününde her şeyin en güzel şekilde sürüp ilerlemesi için elinden geleni yapıyordu. Kardeşi olduğu kadar sağdıcı da olmuştu. Gerçi fahri sağdıcı Necip’ti ama olsundu. Abisi için kardeş de olurdu sağdıç da olurdu.


Cüneyt kendisini dışarı attı. O anda Lara’da ailesiyle sakin bir yerde görüşebilmek için dışarı çıkmıştı. Telefon görüşmesi bittiğinde Cüneyt’i gördü. Lara Cüneyt’i selamladı. Cüneyt de aynı nezaketle onu selamladı. Lara geri içeri girmişti.

Cüneyt yürümeye devam etti. O anda aklında milyon kadar kelime vardı. Hiçbirini bir araya getirip cümle edemediğine üzülüyordu. Hala deli gibi seviyordu Lara’yı. Çekip gitmek bir insanı unutmaya yetmiyordu. Bir insan başka bir şehirde de karşılayabilirdi sabahı. Mühim olan hangi şehirde olduğun değildi. Hele ki o doğan sabaha âşıksan nerede olduğunun, güneşin hangi şehirde doğduğunun hiçbir önemi olmuyordu. Cüneyt kalbinin hala o ilk günkü heyecanla attığını görünce gitmekle ne büyük hata ettiğini anlamıştı. Sevmek kimi için yalnızca altı harften ibaretti. Belki de bu yüzden bu kadar çabuk unutabiliyorlardı. Oysa Cüneyt için sevmek altı harften fazlasıydı.  Dünyanın merkezi neresi diye sorsalar yârin olduğu yer derdi. Yarsiz kalmak nasıl bir duygu deselerdi. Ölümden beter derdi. Biliyordu ki, hayat her zaman aşkı karşısına çıkarmazdı. Aşk gelince bir yağmur damlası gibi ona şemsiye tutmamalıydı. Islanmalıydı o yağmurda. Toprağa karışmalıydı her damlasında, yeniden yeşerip canlanmak için.

Cüneyt nereye gitse adımları onu hep Lara’nın bulunduğu yere getiriyordu. O yüzden yarıda kesti yürümeyi. En iyisi abisinin kına gecesiyle meşgul olmaktı. Yoksa işin içinden çıkılacak gibi değildi.

Akşam olduğunda kına gecesi başlamıştı. Damla bindallı içinde garip hissetmişti kendisini. Kınaya gelen herkes gelinin ağlaması için türküler söylüyorlardı. Damla annesine baktığında gözyaşlarını tutamadı. Suzan’ın kızına bir bakışı vardı ki, o anda orada bulunan herkes ağlamıştı. Suzan erken salmıştı kendisini. Birden toparlandı. Kızının bu mutlu gününde daha fazla hüzünlenmemeliydi. Damla’da kına gecesinin yalnızca kadınlar arasında olduğunu bildiği için makyaj yapmıştı. Biraz daha ağlasa makyajı hepten bozulacak diye korkuyordu.

Kına gecesi bittiğinde herkes evlerine dağılmıştı. Yunus Damlayı aradı. Damla telefonu açtığında çok heyecanlıydı. Çift bıraksalar sabaha kadar hiç uyumadan konuşacaklardı. Yunus Dilara’yı göndermesini, mektubunu almasını istedi. Damla’da telefonu kapayıp Dilara’yı Yunus’un yanına gönderdi.  Dilara kimseye görünmeden mektubu alıp ablasına iletti.

Damla odasına çekildi. Çocukluğunun geçtiği oda da, hala kız kardeşiyle saç düzleştiricisi için kavga ederken buluyordu kendisini. Tuvalete önce kim girecek kavgası, erkek kardeşiyle tutuştuğu bilek güreşi...

Damla artık bu eve geldiğimde evli bir insan olarak geleceğim diye düşündü. Bu yatakta yalnız uyuyamayacağım. Dilara her zaman yanımda yatamayacak. Canım her istediğinde çıkıp gelemeyeceğim. Aklından geçenleri bir an olsun bir kenara bırakıp mektubu okumak istedi.

Babasının kapıyı çalıp içeri girmesiyle, mektubu yastığının altına gizledi. Baba kız hasret giderdiler. Yasin, kızının yanında ilk kez böylesine biçare halde konuşuyordu. Yemeyip yedirdiği, giymeyip giydirdiği kızı yarın kuş olup uçuşuyordu yuvadan. Ve Yasin’in elinden hiçbir şey gelmiyordu. Tıpkı Suzan ile evlenirken kayınbabasının elinden hiçbir şeyin gelmediği gibi…

Yasin, kızını uyuması için yalnız bıraktı. Damla babası odadan çıkınca yastığının altından mektubu çıkardı. Okumaya başladı.

’Merhaba Ömrümün İlkbaharı,

Seninle bir günümüz kaldı. Aynı yastığa baş koyacağız. Dilimde yaratana en bakir şükürler. Kalbimde bir tek ben okuyabileyim diye saklı tuttuğum mektubumsun.

İçimde biriken ne kadar özlem varsa yarın son bulsun istemiyorum. Bizimkisi sade bir kavuşma olmasın. Aynı durakta iki yolcu olalım seninle. Aynı yere giden iki yolcu…

Kavuşunca biter derler aşklar. Bizimkisinin adı kavuşmak değil de, yâre teslim edeceğim canımız alınıncaya dek yol arkadaşlığı olsun. Ve ruhlarımız o günde buluşsunlar. Hiçbir şeyin bitmeyeceği, her şeyin her an yeni bir anlam ifade edeceği o günde…

Nasıl bitimsiz bir şeysin ki, virgüllere boğuyorum o aşk mektubunu. O al eşarbın yok mu, hani herkesin saçını rüzgâra bıraktığı zamanda bile, senin kendinden bile gizlercesine Allah’tan korkuşun yok mu? İşte ben en çokta ona vuruldum. Her gün saçlarını öpüp koklayacağım, okşayacağım günün hayalini kuruyorum.

Sen kabul olunmuş duamsın. Nasıl bir iyilik ettim de sen çıktın karşıma. Hangi yetimin başını okşadım. Hangi hayvanı kış günlerinde aç susuz bırakmadım da sen çıktın karşıma.

Bıraksalar hiç bitmesin isterim bu mektup. Lakin yarın düşeceğiz yollara. Balıkesir’de düğünümüz var.

Sana her an bıkmadan söyleyeceğim o iki kelime ile veda etmek istiyorum. Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni…’’

 Devam Edecek...

 

 


( Benimle Aşık Konuş-20 başlıklı yazı Mecaz Adam tarafından 25.09.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.