DÜĞÜNDE
BÖYLE OYNANIR MI?
Celepçi
zeynime etti!
Geçimini çiftçilik ve hayvancılıktan
başka bir şeyle temin etmenin yolu yok muydu, bu onların kaderi miydi fakir-fukara,
bahtsız köylünün….
Bundan kırk-elli sene evvelki
çiftçilikle şimdiki çiftçilik aynı kefeye konur mu. Bugünkü çiftçiliğe
teknoloji her türlü kolaylığı sağlamış, en modern traktörler, biçerdöverler,
araç ve gereçlerle tarlalar beş on günde ekiliyor, beş on günde de biçilip
hasat tamamlanmış oluyor.
Tarlalar önceleri karasabanla veya
pulluklarla ekilip tırpanlarla biçilerek harman yerinde dövenle sürülürken
at-öküz veya eşeklerden faydalanılıyor, haliyle de verim ve iş kaybı oluyordu.
Tınaslar yabayla savrulacağı zaman
eğer rüzgar esmez ise vay çiftçinin haline. Üstelik bir de yağmur yağıp üzerine
çil düştü mü çık işin içinden çıkabilirsen.
Eskiden köylere sürüler halinde
öküzler gelir, “celepçi” denen sahipleri bunları köylüye para olmadığı için ‘ önümüzdeki güze
ödemeye’ senet karşılığı satış yaparlar, ödeme günü gelinceye kadar bir daha da
o köye uğramazlardı.
Harman ortadan kalktıktan sonra
öküzleri besleyecek durumda olmayan kişiler bunları ucuz fiyata satarlar. "Öküzleri ucuz fiyata düşürdüm" diye sevinip satın alan kişilerde kendileri gibi fakir
olduğundan kuru samana talim eden öküzler baharı görmeden ölürler, yerine tekrar
öküz satın almak zorunda kalan çiftçi maddi külfete girer bir daha da iki yakası bir
araya gelmezdi.
Mucur Dalakçı köyünden Topal Halil’de köylülerine
özenerek beş-on dönüm tarlasını ekip biçmek için celepçi’den bir çift öküz alıp
ahırına çektiğinde neşesine diyecek yoktu. Onları iştahla tımar ediyor,
suluyor, besliyor ama ilerde başına örülecek çoraptan habersiz yaşamına devam
ediyordu. Gün oldu, devran döndü, öküzlerin borç ödeme günü yaklaştıkça içini
bir korku bir telaş aldı ki yatak yorgan diken oldu da batanları gövdesinden
çıkaran olmadı.
Tarladan çıkan mahsule baktı, bir
daha bir daha baktı. Bununla ne yapacaktı. Öküzlere, ineğe, danaya, eşeğe yem
mi ayırsın, unluk, bulgurluk, tekrar tarlaya ekilecek tohumluk için kime gitsin
ne yapsın. Bir sigara sarıp içip efkar dağıtayım dedi tabakadaki tütün dersen
oda kalmamıştı…
Öfkeyle bir sağa bir sola havlunun
içinde olta atıp dolaşırken kapıda celepçinin sıfatı belirmez mi. Nereden geldi,
nasıl geldi bilinmez, gövdesini bir hararet sardı ki eli ayağı pide fırını gibi
yanarken alnından akan terinden dolayı gözleri acışmış önünü göremiyor, sanki kör
oluyordu.
Birer kase ayran içildikten sonra celepçi
cebinde taşıdığı eski senedi çıkarıp yırtarken yenisini fazlasıyla yazarak Topal
Halil’e imzalatmada gecikmedi.
Halil o yıl Celepçi'yi atlattı. Başka
yıllarda da üstüne kat kat ekleterek atlattı. Üst üste üç yıl atlattı. Sayılı
günler çabuk geçiyor, istemese de ödeme günü kendiliğinden gelip yaklaşıyordu.
Mahsulünü ofise satıp cebi paralanan
köylü düğün dernek hazırlığına başlıyordu. O yıllarda düğünler şimdi ki gibi üç
saatliğine kiralanan düğün salonlarında yapılanlardan değildi. Düğün yapacak
kimse önce etliğini alır, sonra da düğün çalacak aptalların kaporasını ödeyip onları ayarlar, üç gün sürecek düğünün eksiğini, gediğini tekrar tekrar gözden
geçirirdi. Herhangi bir aksaklık yapmadan ele-güne karşı rezil olmamaya dikkat
ederlerdi
Hatırı sayılır, kalabalığı çok olan düğün
sahibinin çevre köylere saldığı okuyuntu Dalakçı köyünde Topal
Halil ve birkaç kişiye de ulaşmıştı.
Topal Halil ve davetliler öğle
namazından sonra yapılan ve çok çekişmeli geçen kelle atımı törenine katıldılar. Köyün sokaklarında
akşama değin dolaşıp gezdikten sonra kurulan düğün sofralarını herhangi birinde
yerlerini aldılar. O yıllarda şimdiki gibi düğünlerde masa sandalye
olmadığından, akşamları da güz soğuğu düşmesinden dolayı odalarda kurulan yer
sofralarında yenilir içilir eğlenilirdi.
Düğün Celepçiye olan borcundan
dolayı morali bozuk olan Topal Halil’e adeta bir ilaç gibi gelmişti.
Kendilerine tahsis edilen oda köyün yüksek bir konağındaydı.
Sofrada sadece kuşun sütü eksikti. Karınlarını güzelce doyurduktan sonra ortaya düğün sahibinin ikramı olan içki ve mezesi
kondu. Sakinin “şerefinize arkadaşlar” demesiyle içi aslan sütü dolu olan bardaklar
havada tokuştuktan sonra ard arda dudaklarla sonrasında da mideyle buluştu.
Abdallar oda oda dolaşıp içenleri eğlendirdikten
sonra onların sofrasına gelmişler, “iyi muhabbetler arkadaşlar” deyip selam vererek
kendilerine ayrılan yerlere oturmuşlardı.
Önce ince sazla çalmaya başladılar,
arkasından birkaç türkü, devamında bir bozlak havası çalarken köçek sıranın
kendisine geldiğini bildiğinden ağır ağır hazırlığa başlamıştı bile.
Meret şişede durduğu gibi
durmuyordu. Kimi ortada oynayan köçeğe para atarken kimisi de ona eşlik ederek
oynuyordu. Genelde bunlar köçeğe atacak parası olmayan gariban köy
delikanlılarıydı.
Düğün sahibinin ortaya diktiği büyük
rakı biterken adete uyan köyün gençleri yanında getirdiği rakı şişelerini ortaya
dikiyorlardı.
Vakit epey ilerlemiş odadaki sigara
dumanından göz gözü neredeyse göremeyecek hale gelmişti
Hafif
çakır keyif olanlar yanında getirdikleri tabancaları tavana ateşlerlerken
haliyle ‘hezenler deliniyor’, evin toprakla ortülü damından sofraya tozlar
üğünüyordu.
Köçek iştahla oynarken bir yandan da
yerlere atılan kağıt paraları toparlayıp çalgıcılardan birinin kucağına atmayı
ihmal etmiyordu. Aradan geçen zaman içerisinde yorulmuş terin suyun içerisinde
kalmıştı. Müsaade isteyerek dinlenmek için yerine otururken saki onun eline içki
bardağını vermekle meşguldü.
Köçeğin oturduğunu görenler “biraz
da biz oynayalım, ustalar siz çalmaya devam edin” diyerek oyuna
durduklarında, arkadaşları da kendilerine alkışlarla tempo tutuyorlardı.
Ustalar oyun havası çalarken sofradaki
cebine güvenenlerde oyun oynamaya ortaya çıkanların üstlerine paraları
saçıyorlar Köçek Metin’de paralar çiğnenmesin diye toplamanın telaşına düşüyordu.
Topal Halil her türlü oyun havasına vücudunu uydurup kendinden geçer, adeta köçeklere taş çıkarırcasına oyun oynardı. Bunu bilen arkadaşları onu zor da olsa oyuna kaldırmayı başardılar. Halil arkadaşlarını kırmamış oyuna durmuştu ama eski Halil nerede şimdiki Halil nerede. Oyun oynamıyor adeta arkadaşlarıyla dalga geçercesine yapmacık hareketlerde bulunuyordu. Sanki ortada oynayan Halil değilde onun yerine gelen maskotuydu.
Sofrada bulunan ve kendisini çok iyi
tanıyan bir arkadaşı onun oyununa eşlik etmek bahanesiyle yanına gelerek sitemle
karışık yarı öfke bir ifadeyle “o ne Halil, yoksa bizleri mi beğenmedin, dalga
geçercesine oynuyorsun, yaptığın ayıp değil mi, bu sana yakışır mı.”
Halil’de işin farkındaydı ama o
günlerdir kafasını kemiren celepçinin derdindeydi. Ondan başka düşündüğü bir
şey yoktu ki…
Çalgıcılara durun işareti yaptıktan
sonra “arkadaşlar, sizleri sevip saymasam benim burada işim olur mu, benim günlerdir
aklım fikrim celepçi denen o dürzü de, sizin de aklınız oynaşta, yoksa ben
oynamayı bilmiyom mu, CELEPÇİ ZEYNİMİN ORTASINA ETTİ “ derken sanki
ağlamaklıydı.
Öykünün
konusuna uygun önceden yazdığım HEZENLER DELİSİN adlı şiirimden iki kıta ekledim.
Ağustos
sıcağında köy düğünündeyiz
Muhabbetiniz şen olsun arkadaşlar
Hafif
çakır keyif ama çok neşeliyiz Kalksın kadehler içelim
arkadaşlar
Bir
konakta ağırladılar birlik beraberiz Gelinle damadın şerefine arkadaşlar
İçelim
arkadaşlar hezenler delisin Çekin silahları hezenler
delinsin
ERDOĞAN
ÇALIŞKAN 07 05 2012 KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR.