Kotası dolan bir düş’ün satır arasındayım ve tembihliyim büyüklerimden az sonranın yaftalanacağının bilincinde azımsanmayacak bir açlıkla yönümü sabitledim.

 

Abaza kuşlardan…

 

Yanık tenli mevsimden…

 

Bir de dünün öfkesinden arındım da geldim ve makul bir dilde birleştirici olmasını bekliyorum sözcüklerimin ve dibi yanan çaydanlıktan havaya süzülen buhar ile güzellik maskesi yapıyorum düşlerime.

 

Düşe kaldığımı kim söyledi? Sadece bir varsayım ve atıl yüreğimin de limit aşımı bir düş’üm demliyorum az sonra nemli saçlarımı kökünden kazıyacağım ve eşlik edeceğim tüm hastalara.

 

Hasta addedilen…

 

Ya bizler? Normal ve hastalıklı bir düzlem ve çok ince bir çizgi normalliğin yaftalandığı ve kök hücresi olmaya adayım ben: hem sarı benizli ölüm meleğinin hem de şiir addedilen kalpazan düşlerin.

 

Şiirlere minnet ediyorum bir de 29 harfe ve otuzuncunun peşindeyim çünkü ekin döneminde bana tahsis edilen o yazın tarlası asla yetmiyor ve boşluğa her dokunduğumda rimeli akıyor imgelerin ve ben sağalttığım tüm acıları bir kapta eritip ertesi günün menüsünü şimdiden hazır ediyorum.

 

Hırpalandığım doğru tıpkı herkes gibi.

 

Herkes olmadığım da doğru çünkü kimsecik olmaya özenmiyor her serbest atışta ıskaladığım lakin kendimi hedef aldığımda on ikiden vurduğum.

 

Vurucu bir imge olmanın özlemini duyuyorum belki de…

 

Belki de ölüme hazırlıksız yakılan kadınların güncesini yazmaya adayım.

 

Bir başak tanesi gibi… aştığım yollarda gözlerimden saçtığım kıvılcımlar ve mendebur bir gölge-adına erkek denilen-kendinde karşısındaki kadını öldürme hakkını elinde bulunduğunu savunan.

 

Kezzap atılan yüzüne.

 

Bıçaklanan.

 

Kurşunlara hedef olan.

 

Hele ki bir evlilik sonrası yalnız kalmışsa ‘’dul’’başlığı altında toplumun da göz ardı ettiği ve nefsine hâkim olamayan eş/sevgili/erkek arkadaş bozuntusunun da yüreğini ve yüzünü tırmalamaya hakkı olduğuna dair hastalıklı bir inanç geliştirip kurbanlık koyundan da beter tek hamlede canına kast ettiği.

 

Koyu tenli gökyüzü üstelik günün erken saati.

 

Çatısı akmış düşler çünkü artık kadınların ve çocukların düş kurmasına müsaade verilmezken.

 

Ve erken bir tarihe çekilen ölüm saati ne de olsa herkesin herkesi öldürme hakkı var ve çoğu insanın belinde taşıdığı bir silah, cebinde saklı tuttuğu bıçak… onlar da yoksa iki eliyle boğazına sarılmayı beklediği köşede ya da bir aldatı ile tuzağına düşürüp de masum kadını hayatta yapamadığı her şeyin intikamını saniyeler içerisinde aldığı.

 

Oysaki ben hala babamın küçük kızıyım.

 

Ve benim küçük kızım anne hasretine nasıl dayanacaksa.

 

Ölmeyi basite indirgeyen; sevgi denen ulvi mefhumu toprağın dibine gömen…

 

Reşit bir hak mı yoksa öldürme edimi ve bu kadar kolay mı bir kadının canını almak hele ki eş başlığı altında ve de bir anne iken o mazlum… ya, bu ve benzeri vahşetlere tanıklık eden küçük çocuklar?

 

Pencereyi açıp avaz avaz bağırmak istiyorum ve bağıramayan kadınların da sesi olmak lakin ben sadece aciz bir kulum, yasama, yürütme ve onama hakkımın bile olmadığı… üstüne üstük yaşama hakkımın/hakkımızın her an elimizden alınabileceği tezi ile yaşamayı bile lüks gören akıl ve vicdan eksikliği ile yaşadıklarını iddia eden insanlara da lanet olsun.

 

Sezilerim kuvvetli.

 

Bedenim ise değil.

 

Güçlüyüm ama yaptırım gücüm yok.

 

Sevgi doluyum ve mademki bir adam sevdim ve eş bildim… üstelik en kötü günümde yanımda olacağını da ant içmişken ve işte beni zora sokan, hayatımı zindana çeviren bu da yetmezmiş gibi Azrail’im olmayı kendinde hak gören… Oysaki ne düşlerim vardı:

 

Çocuğumu büyütecektim ve çocuklarımla bir hayat kurup onlara aile eksikliği hissettirmeyecektim ve buna bir de vahşet eklendi gözlerinin önünde cereyan eden ve bir ömür hafızalarından silinmeyecek ve de büyüyeceklerken, babaları denen adam da annelerinin katili iken.

 

Sevgi doluyum… ben bir başka pencereden bakarken hayata daha evlilik düşlerimi bile gerçekleştirmedim ve de evleneceğim adam hayatı şimdiden cehenneme çevirirken ve reddettim onunla olan birlikteliğimin evlilikle nihayetlenemeyeceğini ve tam sırtımı dönüp çıkıyordum ki…

 

Siz, insanlar!

 

Sevgiyi çarçur eden ve kendini bir halt sananlar…

 

Hiç işkenceye ve vahşete esir düştünüz mü?

 

Hiç sokağa çıktığınızda sürekli etrafınızı kollayıp korkuyla yürüdünüz mü sokaklarda ve de her kapı çalındığında yüreğiniz güm güm attı mı?

 

Ben bir çocuğum aynı zamanda. Anne kokusuna bir ömür hasret kalacak bir çocuk ve babasını bir kez bile sevgiyle anmayacak bir öksüz…

 

Ya, siz nesiniz? Kimsiniz, demiyorum çünkü siz insan olamazsınız çünkü siz sadece seyrediyor ve ahkâm kesiyorsunuz.

 

Benim için çok geç ama başka bir kadın için geç de olmayabilir sadece başınızı iki elinizin arasına alın ve kaldıysa azıcık akıl ve vicdan bir düşünün bakalım da bu yol nereye varacak diye.

 

Bu gün bana.

 

Yarın size.

 

Öbür gün mü?

 

Öbür gün cenazem kalkacak ve sizler gelip cenazemde gövde gösterisi yapacaksınız ve iki gün sonra da unutulup gideceğim.

 

Kanatlanın sadece.

 

Bir olup şerh düşün ve bilinçlenin.

 

Çocuğuma da sahip çıkın ve ona beni unutmasını salık verin çünkü acıyla yaşamasını istemiyorum.

 

Ben bir ömür acıyla yaşayıp hunharca katledilmişken sizler de rahat yataklarınızda uyuyun ve yarının planlarını şimdiden yapın ama unutmayın ki; yarın diye bir gelecek de olmayabilir sizler için eğer ki bir şeyler ve birileri değişmezse.

 

Yetmedi mi?

 

Yettirin artık.

 

 


( Ölümün Ve Kadının Güncesi... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 24.08.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.