Samsun, 23.07.2019
Hukuk
Bilinci, Anayasa beklentisi ve Toplumsal sorumluluğumuz
(Yürürlükteki
Anayasa metnine, bir yurttaş olarak önerilerim ve gerekçelerim)
Hakkımızı kullanırken, hak ararken, hak ve
fiil ehliyetimizin sınırlarını belirlerken, yerel ve evrensel hukuk kuralları
hakkında öncelikle ön bilgi edinmemiz gerekiyor. Tüm teknik ve uygulama
detaylarını, bu işi meslek olarak icra edenlere havale edebiliriz.
Tek kişi yaşıyorsak zaten kendi yaşam
tarzımız ve beklentimize göre kural koyup yaşamaya devam edebiliriz. Fakat bir
aile isek, bir apartmanda yaşıyorsak, caddede geziyorsak, bir markete
alışverişe girmişsek, araç kullanıyorsak, bir işyerinde çalışıyorsak, bir
kurumda eğitim görüyorsak, bir seçimde aday isek veya oy kullanıyorsak, yurt
içi veya yurt dışında bir seyahate çıkmış isek zorunlu olarak yapmamız ve
yapmamız/uymamız gereken kurallar bizi bekliyor demektir. Bunlardan dolayıdır
ki, yaşanabilir bir toplumda hukuk bilinci ve adalet duygusu öncelikli olarak
yer edinmesi zorunludur.
Bu
alandaki okumalarımdan edindiklerimi mevcut bilinç yapımla harmanladığımda
hukukun tanım aralığını, niteliğini ve önemini şöyle betimleyebilirim: Hukukun üstünlüğü, bağlayıcılığı,
saygınlığı, açıklığı, bağımsızlığı, tarafsızlığı, evrenselliği, önceliği,
öncülüğü, özerkliği, genelliği, pozitifliği, üretkenliği, sürekliliği,
kurumsallığı, hakkaniyeti, toplumsallığı, uzlaşmacılığı, ıslahatcılığı ve
meşruiyeti dikkate alınmaz ve uygulanmazsa, toplumsal alanda hukuk, oyun
dışına çıkarılmış olur. Hukuk Aşkı Adlı kitabımın ideali, beklentisi,
atmosferi ve özlemi bu öğreti ve ilkeler üzerine bina edilmiştir.
Adalet
kavramı üzerinde de biraz durmak gerekir. Adalet duygusu ve gerçeği öyle bir
güçtür ki; devletin, savcının, hâkimin, avukatın ve sanığın da üstünde ve
hepsine aynı yakınlıkta, sıcaklıktadır. Hepsinin üstündedir. O bir ışıktır,
şaşmaz terazidir adalet. Vicdanın özü, muhakemenin gözlüğüdür. Aklın besini,
bilincin saklama kabıdır. Adalet, insanlığın mayası ve yol haritasıdır.
Adaletle doğup, adaletle
uyanıp, adaletle yaşayıp ve adaletle hükmedip göçenlere yürekten selam olsun!
Adalet ve hukuk bilinci, belirli bir genel
eğitimin devamında tamamlayıcı olarak düşünüldüğünde daha verimli ve kalıcı
olabilir.
Öncelikle
önemseyerek, merak ederek, ihtiyaç hissederek hukuk alanında genel bir eğitime
ihtiyacımız var.
“John Potter Stockton’a göre anayasalar; insanların çılgınlık anında kendilerini
öldürmemeleri için, akıllı anlarında kendilerini bağladıkları zincirlerdir”
(1) Ne kadar mantıklı,
tutarlı ve yalın anlatım değil mi? Yasa yolu ile frenleme, denge, denetimin en
kısa anlatımı budur.
Yani
demokrasi ile özgürlükleri savunurken, anayasalcılıkla yetkileri sınırlamayı
ihmal edemeyiz.
Sayın Özbudun bu durumu kitabında oksimoron
olarak tanımlamaktadır.
"Bir halk, her zaman anayasasını gözden geçip, düzeltme, ıslah etme
hakkına sahiptir. Bir kuşak, gelecek kuşakları, kendi yasalarının hükmü altına
alamaz. Condercet” (2) sözü
de söz de mantık, tarih ve hukuk bilincimize
Yeni ufuklar açıyor.
Bir ülkede, bir kentte yaşıyor olabiliriz.
Evrensel hukuk normları hakkında genel bilgi edinmek yaşamımızı daha anlamlı,
verimli, huzurlu ve kolay kılacaktır.
Yargı
reformunun, hukuk devriminin ilk adımı / başlangıcı; toplumun hukuk
zihniyetinin, bilgi birikiminin dönüşmesi, gelişmesi gerekmektedir. Ne
istediğimizi belirleyemiyorsak, sunulana itiraz etme hakkımız zayıflar.
Millet egemenlik hakkını, yalnızca meclis,
hükümet karar ve uygulamalarıyla kullanmıyor elbette. Yargı da bu egemenliğin
ayrılmaz bir parçasıdır. Fakat erkler ayrılığını ihlal ederek “jüristokrasi” ye
de dönüşmemelidir. Bu çekince ile ilgili de bir alıntı yapalım.
“Bu bağlamda anayasa yapmanın anlamı,
siyasetin hukuki çerçevesini çizmektir. Carl Schmitt, yasaların yargısal
denetiminin, siyaseti hukukileştirmek yerine, yargıyı siyasileştirebileceğini
de ileri sürmüştür” (3)
Bu
çalışmadaki öncelikli amacım; hukuk felsefesi yöntemleri ile akıl yürütmek. Bir
medeniyet ideali ve beklentisini beslemek.
Bu
amaçla; 2010’da değişikliğe uğrayan, T.C. Anayasası hakkında bir yurttaş
olarak, benim de tespit ve önerilerim olacak. Bu yasa metinleri, statik,
durağan değer ve kavramlar içermiyor. Hazır bulmadık. Hiçbir yerden aynen
taklit de etmedik. İhtiyaç ve problemlere göre güncellendi. Kimileri mutlu ve
tatmin oldu, kimileri gereksiz buldu, kimileri kabul edilemez buldu.
Ceketinizin cebinde, tam kalbinizin
üstünde taşıyıp, sıkça başvuracağınız; özgürlükçü, adil, barışçıl, katılımcı,
çoğulcu bir anayasa önerisi hazırladım. Buna benzer bir sistem, zamanında
geliştirilebilse ve uygulansaydı; ne 27
Mayıs olurdu, ne 12 Mart olurdu, ne 12 Eylül, ne 28 Şubat,
ne 27 Nisan, ne de 15 Temmuz. Çünkü temsile adalet, sosyal
adalet, denge, denetim ve gözetim mekanizmaları, çok güçlü, kalıcı ve verimli
tasarlandı. Sağduyulu, sabırlı, serinkanlı ve sistematik hareket ederek, bu
yolda yürümek gerekiyor. Önerdiğim sistemin, referandum ile en az %85 ile kabul edileceğine inanıyorum.
“Filozof
R. W. Emerson (1804 – 1864) çağının Amerika Birleşik Devletleri’nin
siyasal-toplumsal durumunu anlatmak için, “okuma yazma bilip de üst cebinde,
yeni bir toplum taslağı taşımayan hiçbir kimse yoktu” (4)
Şu 200 yıl
önceki, katılımcı girişken, felsefi, demokratik adalet ruhuna bakar mısınız?
Mahcup
oldum, kendimden utandım doğrusu. Zira bir yurttaş olarak ben böyle bir
girişime ancak 55 yaşımda yönelebiliyordum.
Ben
de buradan hareketle, içerisinde anayasa önerimin de bulunduğu, 398 Sayfalık Hukuk
Aşkı – Yeni Bir Anayasa Özlemi- adlı kitabımı yayınladım.
Detayları
kitaba havale ederek, özetle şunu belirtebilirim:5 kişilik Başkanlık kurulu
olan, tüm üyelerin seçimle belirlendiği, kararların oy çokluğu ile alındığı,
seçimde en çok oy alanın Başkan seçildiği, bir başkanlık sisteminden yanayım.
Partisi ile bağını koparmış, seçim barajı %3 e düşürülmüş bir sistemin,
temsilde adalete daha uygun olduğuna inanıyorum. Güçlü bir TBMM yapısı yasama
organı olarak görev yapacaktır.
Tam
bağımsız ve tarafsız Yargı ise, erkler ayrılığı ilkesine göre, Ulusal Adalet
Yüksek Meclisince şekillenecek ve denetlenecektir. MGK’da Ana muhalefet Partisi
Genel Başkanı ve TBMM Başkanının da bulunması toplumsal mutabakat ve özgüveni
artıracaktır. Adalet Bakanlığı yerine; Haklar ve Özgürlükler, Arabuluculuk
Bakanlığı kurulmasını öneriyorum. Önerimin şematik anlatımı aşağıdaki gibidir.
Bu
metin, müzakereci, uzlaşmacı, esnek demokrasi öğreti, öneri ve öngörüsüyle
hazırlanmıştır. Amaç, argümantasyon tekniği ile farklılıklar havuzuna bilgi
üretmektir.
Demokratik
bir hak olarak, yönetimlerin iradelerini sınırlayan, bireysel temel hak ve
özgürlüklerin garantörü anayasadır.
Tüm vesayetlerden arındırılmış; anayasal
yurttaşlık/yurtseverlik tanımı ve kabulü, toplumun kalıcı kenetlenmesini
sağlayacaktır. Özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi evrensel
normların himayesinde oluşacak bir anayasayı kolay kolay değiştirmeye ihtiyaç
duyulmayacaktır.
Bir araçta motorun ürettiği hareket
enerjisini, dört tekere dengeli dağıtamazsak, araç ya kilitlenir durur ya sağa
çeker ya sola çeker veya kaza yapar. Hele frensiz araç büsbütün risk demektir.
Denge,
denetim, gözetim, fren, müzakere, güvenlik, adalet, bireysel tercih ve ortak
irade…
bu tür
zorunlu değerlerden; istikrar ve kararlılık adına vazgeçemeyiz. Bunlar varsa
zaten huzur, istikrar ve güven vardır.
Anayasaya ilave ve düzeltme olarak aşağıda
sunduğum önerilerimde teknik olarak çelişkiler/noksanlıklar olabilir. Ham
nitelikte sunulan, iyi niyet girişimi olarak düşünülmelidir.
Toplumda
bir inancın, bir düşüncenin, bir politik tercihin / kısmi gücün kazanında
yoğrulan anayasa metinleri, yamalı bohçaya dönmüş ve/veya sadece onaylayanların
kabulüne mazhar olmuştur. Çoğunluğu sağlasanız da ittifaklara muhtaç
olabiliyorsunuz.
Bu da
doğru tercihtir belki ama noksandır. Tam ittifak, milletin tamamıdır. Hepsi oy
vermese de
milletin
tamamına yakınının özümseyeceği bir metin geliştirmek, sosyal bir
sorumluluktur.
Partilere, etnik kimliklere, dinlere,
tarikat ve cemaatlere ayrılıp birbirinden bağımsız şekillenen
topluluklar/yığınlar; ortak bir millet kimliği oluşturamazlar. Kâğıt ve yasa
üzerinde kalır bu birliktelik ve tartışmalar, her zaman her alanı kapsar.
Önerilerimin, uzman bir kurulun
çalışmasıyla daha kabul edilebilir bir şekil alacağına inanıyorum. Öneri ve ekleme cümlelerde
çelişki olabilir, farkında olmadan bütünlüğü bozabilir. Çünkü sıfırdan bir
metin yazılmıyor. Tüm tadilat ve tamirat işlemlerinde de aynı durum geçerli
değil midir?
Anayasa maddelerini ne kadar çok anlaşılır
ve yalın bir dille, talepleri karşılar içerikte yazarsak; ihtilaflar,
çatışmalar azalır, şerh, içtihat, itiraz ve yorum enflasyonunun da önüne geçmiş
oluruz.
Hantal
ve destan gibi uzun olmasa da kazuistik
(ayrıntılı, düzenleyici) bir anayasa metninden yanayım. Kısa olması sorunları,
ihtilafları azaltmıyor ki? Bu bir kültür, bakış açısı ve niyet sorunudur. Anayasanın
kısa olması, bize zaman ve değer kazandırmıyor. AYM, Yargıtay, Danıştay ve AİHM
kararları, ihtilaflar sonunda alınıyor değil mi? Tüm yüksek yargı kararlarını
bir araya getirseniz beş milyon sayfadan fazla olur. Demek ki, kanunların,
anayasanın kısa veya uzun olması, okuyana, hüküm kurana ve yorumlayana zaman
kazandırmıyor.
Önermelerimde, devletin en üst yönetim
organlarında çoğulcu, katılımcı bir temsil amaçlanmıştır.
Denge,
denetim, fren ve uzlaşma mekanizmaları önemsenmiştir. İhtilaf ve uyuşmazlıkları
en aza indirgemek öncelikli amaç kabul edilmiştir.
Mademki
anayasa; hukuki normlar hiyerarşisinin en tepesindedir. En kapsamlı, en genel,
en anlaşılır ve kabul edilebilir içerikte ve nitelikte olmalıdır.
“Söz
büyüğün, para zenginin, güç muktedirin, hak güçlünün” yanlış yaşam
tercihinden sıyrılmamız gerekiyor. Eşitlik, özgürlük, hak, hukuk, adalet,
dayanışma, insanlık gibi değerler ve arayışları tam oturmamış olsa da
devletlerden önce de vardı. Bu nedenle, bunlar devamlılık arz ediyorsa, devletin
bir hükmü/anlamı vardır. Devlet adına bu kalıcı değerleri çiğneyip geçemeyiz.
Hakimiyet;
yasama, yürütme ve yargı erkiyle, milletinse; milletin bir ferdi olarak, yasa
önerisi hazırlayabilmek için, bir ön izin ve diploma formasyonu gerekmiyor
olmalıdır.
Her
görüş, öneri ve beklentiyi; bilimsel kriterlere uygun, demokratik kurallara
bağlı, etik, estetik ve mantık ilkeleriyle uyumlu bir formatta dikkate almamız
gerekiyor.
Bugüne dek yapılan anayasaları, genelde
“Aslî kurucu iktidar” vasfı ile darbe yönetimleri şekillendirmiştir. İlgili
maddelerle de korumuşlardır. Yasama organımız olan TBMM’deki 600 milletvekili
karar birliğine varsa da mevcut anayasayı tamamen (ilga) değiştiremeyeceği değişik
kaynak kitaplarda yazılmaktadır. Yani TBMM, şekli/kararı/sayısı ne olursa olsun
“Tali kurucu iktidar” kabul edilmektedir. Bu durumu bir yurttaş olarak,
mantığıma ve adalet arayışıma, anlayışıma kabul ettirememekteyim. Daha iyisine
layık isem, niye ben ilelebet bir darbe anayasasına mahkûm kalacağım ki? Daha
iyisini yapma hakkı, her zaman yasa dışı darbe yapanların mı olacak? Darbe yapanların, daha iyisini getireceğinin
bir garantisi var mıdır sizce?
“Hakimiyet,
kayıtsız ve şartsız milletindir. Millet, bu iradesini; yasama, yürütme, yargı
erkleriyle kullanır” diyoruz da darbecilerin anayasa yapma iradesinden neden
daha üst seviyede olamıyoruz?
Bunun açıklamasını, mantık
ilkeleri, hukuk teorisi ve hukuk felsefesi ile yorumlamak gerekmez mi? 80 milyon bir araya gelse ancak
tapu kanunu yapabilecek, darbeyle sözde asli kurucu iktidar kisvesine
bürünenler, yeni anayasayı istediği gibi şekillendirecek, milletin başına sorun
edecek. Buna neden gönülden razı
olayım ki?
Şimdi felsefi olarak “asli kurucu
iktidar” ve “tali kurucu iktidar” anlayışı hakkında biraz kafa yoralım.
Yeni
bir darbeci dönem gelip, önceki darbecilerin anayasasını ilga ettiğinde,
haklarında
kanuni
bir işlem yapılabiliyor mu? Hayır. Demek ki darbe anayasasının değiştirilemez,
kanuni bir dayanağı, vicdani bir tutamağı, toplumsal bir kutsallığı yoktur.
Darbe hukukuna; hukuk teorileri ve normları arasında, kendisine alan açma
fırsatı verilmemelidir. “Hakimiyet Milletindir” temel yaklaşımını geçersiz
kılmaya kimsenin hakkı olamaz.
Adalet,
herkese hakkı olanı vermekse, hak ettiğimiz, sonsuza dek yamalı bohça bir
anayasa mıdır? Geçmişteki politikacıların ağır kusur ve ihmali sonucu, fiili,
zorunlu bir durum olarak ortaya çıkan, sisteme müdahalenin ürünü olan;
demokrasi, kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü yönünden sorunlu olan, bir
toplum sözleşmesine niye mecbur kalalım ki?
Hukuk devleti vasfı ile, hukukun üstünlüğü
ilkesiyle hazırlanmışsa bir metin, değiştirilmeye açık olmalıdır. Zoraki
dayatılan ve tabulaştırılan metinler, nikahsız çocuk hükmüne düşer.
Bilim
kriterleri de; “kimse benden daha
iyisini yapamaz” ön kabul ve yargısını geçersiz kılar.
Anayasa
yalnız siyasi iktidar/silah gücüyle şekil verilecek bir hukuki belge değildir.
Teolojik,
mitolojik, etnik ve ideolojik beklentiler de baskın çıkmamalıdır bu sözleşmede.
İhkak-ı
Hak yoluyla, oldubittiyle hazırlanan, milletin çoğunluğuna rağmen, toplumsal
bir sözleşme uygulanabilir değildir.
Toplum bireylerinin, kendi aralarında bir
sözleşme, mutabakat geliştirmeden, devlet tüzel kişiliğiyle anayasa gibi üst
bir hukuki norm geliştirmelerinin çok zor olduğunun da bilincindeyim.
Yasa
hazırlayan otoritenin, toplumsal hakkediş hesabı yanlışsa, teokratik tabanlı
bir dayatmadan ne farkı kalır?
Devlet aygıtı; olanı gözlemlemek,
tanımak, anlamak, geliştirmek ve kabullenmek zorundadır.
Pozitif
ve normatif hukuk kriterleri arasında; “en ideal anayasa, cunta marifetiyle
yapılır”
diye
zimni veya aleni bir madde var mıdır? Olmalı mıdır?
Birey
iradesinin, arzu, beklenti, yorum ve önerisinin hiç mi bir değeri yoktur?
Genel
toplumsal mutabakat metni statüsündeki anayasayı; kiminle, kim için, niçin
hazırlıyorsunuz? Devlet, millet kaynaşması, güven, düzen, hak, özgürlük, adalet
ve benzeri gerekçelerle değil mi? Peki bu sözleşme tek taraflı, gıyaben, re’sen
geçerlilik kazanabilir mi?
Halk oyuyla
yasal statü kazandırmakla iş bitmiyor. Garsonun getirdiği her yemeği, aç
olduğumuz için yemek zorunda kalıyoruz. Tek tarafın baskın olduğu sözleşmeler;
ceza ve icra ihtarnamelerine benzemektedir.
Dile getirdiği şu gerçek, tespiti
cesaretimi, azmimi, umudumu, moralimi güçlendirdi:
“Anayasa,
topluma ait, hayati bir karardır. Hukukçulara terk edilemez. Anayasanın yapımı
değil, yapılmış bir anayasanın yorumlanması, hukukçulara ait bir iştir” (5)
Tabi
buradan şu yorumu çıkaramayız; mahalle bakkalı, müteahhit milletvekili,
anayasal bir beklenti, öneri ve yorum yaparken, hukukçular suskun kalmalı
diyemeyiz elbette.
Kimlerin
anayasa önerisi sunabileceğini, aşağıdaki öneri metnimde detaylandırdım.
Yetkisini, gönül rızası ve iradesiyle
halktan almayan, istediği zaman devre dışı bırakamayan, kaynağında, mutfağında
millet iradesi olmayan, millete yaslanmayan bir yasal metin, ortak ve kalıcı
toplumsal mutabakat sözleşmesi olamaz. Dolayısıyla darbe şartlarında
hazırlanan, “bir an önce gitsinler” düşüncesiyle onay verilen ve aktörlerinin
yargılanıp ceza aldığı bir metin; tam demokratik bir anayasa kabul edilemez. Benim de hukuk felsefem budur.
Hukuk felsefesi ve teorisi hiçbir
kişi veya kurumun tekelinde değildir. Bilimsel bakış bunu gerektirir.
Bir söz vardır hani; “madem ki herkes ettiğini bulacak. İyilik
edin o zaman”
Bu sözü, toplumsal
ilişkilerde ilke edinmemiz gerekiyor.
Diyalog, uzlaşma,
müzakere, arabuluculuk, orta yol ilkeleriyle,
Barış, esneklik,
dayanışma ve bütüncül bakış ülküsüyle, “yöntem, norm, nosyon”
geliştiremiyorsak, ismin, tercihin, tanımın, niyetin, hedefin ve ulaşılanın
hiçbir anlamı/değeri kalmıyor ki. Sonuçta bu kumaştan nasıl bir elbise
çıkıyorsa, demokratik usullerle değerlendirmek zorundayız. Hukuk bilinci ve
anayasa devrimi, milletin vicdanında yeşerip, büyüyüp gelişmeli.
Sayın Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu, Meksika başkanlık modelinin nasıl “Patronlu
Başkanlığa” dönüştüğünü, erkler ayrılığının kâğıt üzerinde kaldığını
vurgulamaktadır .(6) Bu tür olumsuz örnekleri de dikkate
alarak sistem geliştirme ve düzenleme yapmak gerekiyor. Sistemin, saf, yerli,
birebir taklit olması gerekmiyor. Melez (hibrit) yöntemlerle, toplumun çoğunluğunun
kabulüne mazhar olabilecek anayasalar hazırlanabilir. Demokratik, yargı
denetiminden uzak, erkler ayrılığı etkisizleştirilmiş, bir yönetim şeklinin
adının “başkanlık” olması, niteliğini değiştirmiyor.
“Her undan baklava, her odundan oklava
olmaz” diye derinlikli felsefi bir atasözümüz vardır. En ideal anayasayı
hazırlasak, onu anlamlı ve kalıcı kılacak olan, bireylerin demokrasi, hukuk ve
adalet bilincidir.
ABD’nin 1787 yılında,
yani 232 yıl önce yazdığı, toplumca kutsal bir metin gibi kabul edilen, saygı
gören, güvenilen bir anayasanın benzerini biz niye yazamıyoruz, yazmayalım ki?
Bugüne değin plebisit yöntemlerle, özel mutfaklarda hazırlanan anayasa
metinlerini noter gibi onayladık. Veya gerekçe sunamadan reddetmek zorunda
kaldık.
Doğrudan demokrasi yöntemi ile,
öneri sunarak, tartışarak, müzakere ederek, halktan süzülerek gelen bir
anayasamız ol(a)madı. Sayın Prof. Dr.
Kemal Gözler Bey’in de bu konularda yazılmış kitapları ve makaleleri
vardır. Ayrıca, anayasa.gen.tr web sitesine de bakılabilir.
Meclis marifetiyle yeni bir anayasa yapmanın zorluğunu
kabul ediyorum. Zaten seçim barajının %10 olmasından kaynaklanan tam temsil
sorunumuz var. Meclisin veya bir komisyonun hazırladığı bir anayasa metnini
halk oylamasıyla
%90 oy ile onaylasak bile, hazırlık aşamasında
milletin geneli, çeşitliliği, iradesi Fikri, önerisi katışmadığından demokratik
bir anayasa olmuş diyemeyiz.
10 farklı
kitabından istifade ettiğim Sayın Prof.
Dr. Sami Selçuk Bey’in bu konuda
Güzel bir önerisi var. Truva Yayınları, Haziran 2010,
Doğru Çözüm: Yepyeni bir anayasa
adlı 246 sayfa kitabının farkı bölümlerinde özetle
şöyle bir öneri sunuyor: “Meclis tali kurucu iktidardır. Asli kurucu iktidar
hukuki anlamda milletin tamamı ise, Yepyeni bir anayasa yapabilmek için ille de
bir darbe beklemeye gerek yok.
Bunu uzlaşı ile çözebiliriz. Yeni bir kanunla ‘Kurucu Kurultay’ oluşturabiliriz.
Daha sonra 10 yıl kadar resmi bir görev almayacak
olan, toplumun farklı kesimlerinden
oluşabilir bu kurultay. Akademisyenler, bu alanda
söyleyecek sözü olanlar, hukukçu, sanayici,
Sanatçı, yazar, politikacı, Barolar Birliği, TOBB,
TMMOB ve en az %1 oy almış partilerin temsilcilerinden oluşur kurultay
üyeleri.”
Çoğulcu,
katılımcı, demokratik, yerinde, mantıklı, kabul edilebilir, sürdürülebilir,
tartılabilir
Dikkate değer bir yöntem değil mi?
İşte ben de böyle bir yöntemle yoğrulabilecek bir
öneri sunmaktayım.
TBMM’de grubu bulunan tüm partiler,
Barolar Birliği ve diğer yüksek yargı organları, deneyimli akademisyenlerin de
katkılarıyla, dünyaya örnek olacak bir anayasa hazırlayabiliriz.
Böylece
milletin parti parti, vatanın parsel parsel bölünme ihtimalini minimize etmiş
oluruz.
Yanlışlarını göremeyenlere, görse de
vazgeçmeye kıyamayanlara, Albert Einstein’ den kulaklara küpe olabilecek bir
söz paylaşayım:
“Bir
bilim insanının acil ihtiyacı olan üç şey vardır: masa, sandalye ve tüm
yanlışlarını içine atabileceği bir çöp sepeti”
Anayasanın halk iradesiyle şekillenmesi
gerektiğini de Thomas Paine ne güzel dile getirmiş:
“Anayasa,
yönetimin değil, o yönetimi kuran halkın eylemidir”
Ben kimim ve neden böyle bir
anayasa öneri metnini kaleme alıyorum:
“Aşk ile
bağlı/bağımlı, gönüllü, bir insanlık hukukçusuyum”
İnsanlık havuzunda yıkanmış, medeniyet deryasında durulanmış, bilimle
kanatlanmış,
Sanat, etik, estetik, mantık
değerleriyle donanmış, hedefe odaklanmış, inanç, ümit ve cesaretle şahlanmış
nesiller yetiştirmek istiyorsak; yasa, kural ve uygulamalarımız, adaletin en
zirve noktasını temsil etmelidirler.
Fuzulî’ye
sormuşlar: “sevmek mi daha önemli, yoksa sevilmek mi” diye
O da
cevap olarak: “samimiyet yoksa, bana göre ikisi de fuzuli” demiş. Yaşamı ve
gayesini bu kadar kısa özetlemek herkese özgü bir yetenek değil tabi. Bugüne
taşırsak:
“Yasama, yürütme, yargı; kuvvet ayrılığı mı
olmalı yoksa birliği mi” diye sorgularsak:
“Toprağa
insanca basmadıktan sonra, gönlümüzün frekansı, toplumla senkronize olmadıktan
sonra, beynimiz ve onun direksiyonu zihnimiz; saygı, sevgi, şefkat, adalet,
zarafet, mantık mesajları üretemiyorsa, bana
göre ikisi de fuzuli.
Böyle yola çıktık. İnsana, insanlığa
faydalı olmaktan başka bir şeye vaktimiz olmasa ve kalmasa gerek. Yoğun bir
çalışmanın ürünü olarak ortaya çıkan, anayasa
önerimin de ilginizi çekeceğini umuyorum. Demokrasinin özünde; güven,
barış, mantık, ikna ve müzakere vardır. Erkler ayrılığında, birinin diğerine
üstünlüğü yoktur., dolaylı bir iç ahenk vardır. Bu süreç ve karşılıklı
iletişimde, dominant (baskın) bir güç ve iradenin yeri yoktur/olmamalıdır.
Ceketinizin cebinde, tam
kalbinizin üstünde taşıyıp, sıkça başvuracağınız; özgürlükçü, adil, barışçıl,
katılımcı, çoğulcu bir anayasa önerisi
hazırladım. Buna benzer bir sistem zamanında geliştirilebilse ve uygulansaydı;
ne 27 Mayıs olurdu, ne 12 Mart,
ne 12 Eylül, ne 28 Şubat, ne 27 Nisan,
ne de 15 Temmuz. Çünkü temsilde
adalet, sosyal adalet, denge, denetim ve gözetim mekanizmaları, çok güçlü,
kalıcı ve verimli tasarlandı. Sağduyulu, sabırlı, serinkanlı ve sistematik
hareket ederek, bu yolda yürümek gerekiyor. Önerdiğim sistemin, referandum ile
en az %85 oran ile kabul edileceğine
inanıyorum.
Anadolu
ruhunu canlı tutmadan, milli anlamda ittifakını sağlanmadan; iç huzuru,
kalkınmayı, birlikteliği, sosyal dayanışmayı, beklentileri karşılayacak düzeyde
tesis etmek mümkün değildir. Gelişen/değişen dünyanın, aksiyoner, etken bir
aktörü olmak mümkün değildir.
Bu hamleyi ancak, tüm dengeleri
sağlayacak olan, yeni, kalıcı ve güçlü
bir anayasa ile başlatabiliriz. Suç ve Ceza karşısında mademki kanunları
bilmemek bahane/ gerekçe kabul edilmiyor, öyleyse neden her yurttaşın kolayca
anlayacağı ve özümseyeceği bir anayasa metni hazırlayamıyoruz?
İnsan onur ve haysiyeti
temelli, hak, özgürlük ve adalet eksenli ve öncelikli bir anayasaya
En kısa sürede kavuşmamız
gerekiyor.
Değer
yargıları, ideolojiler, kimlikler, inançlar, bireysel görüş ve tercihlerden
arındırılmış
bir hukuk zihniyeti ancak hukukun üstünlüğünü ve bağlayıcılığını
tesis edebilir.
Hukuk felsefesi, pozitif ve saf
hukuk kuramı, buna benzer öngörü ve öğretilerle yüklüdür.
Bu mânâdaki hukuk bilincini;
tabandan tavana veya tavandan tabana doğru yaymak her yurttaşın ideali ve ödevi
olmak zorundadır.
Samsun, 23.07.2019
Ali Rıza Malkoç
www. arm.web.tr
#armozdeyis
Yararlanılan
Kaynaklar:
1.Prof. Dr. Ergun Özbudun, Türkiye’de Demokratikleşme Süreci, Bilgi Ünv. Yayınları,
S.3
2. Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay, Demokrasinin
sosyolojisi, Sentez yayıncılık, S.70
3. Engin Şahin, Siyaset ve Hukuk
Arasında Anayasa Mahkemesi, İz yayıncılık, 2010
4. Prof. Dr. Hayrettin
Ökçesiz, Hukuk Politikasından, Yeni İnsan Yayınevi, 2008, S.123
5. Pof. Dr. Osman Can, Yol Ayrımında, Timaş, Mart 2012, S.31
6. Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu, İletişim Yayınları, 2018, Türkiye’nin Anayasa
Gündemi, S.132.