Bütün dünya ile savaşamazsın, bütün dünyaya karşı duramazsın. Unutmayı ve hayata devam etmeyi bilmelisin. Şüphesiz biz insanlar birbirimizi yaralıyoruz, incitiyoruz, kırıyoruz ve bunlar çok şiddetli de olabiliyor. Özellikle çağımızda hassas bir kalbin incinmemesi mümkün değil. Zira cahilliğin övülerek göklere çıkarıldığı, kabalığın ve küstahlığın popülist kültür tarafından tabiri caizse kutsandığı çağımızda düşünen beyinlere sahip yüreklerin yara almaması pek de mümkün görünmüyor.


            En amiyane tabirle yaşamanın da bir raconu vardı. Hem de bin yılların kültür imbiğinden süzülen bir saflıkta oluşmuştu. Toplumda adab-ı muaşeret kuralları olarak bilinen bu görgü kuralları silsilesi maalesef cehaletin popüler olması ile birlikte yerini görgüsüzlüğe ve kabalığa bıraktı. Görgüsüzlük normal karşılanmaya başlandı, kabalık artık kimseyi rahatsız etmeyen bir alışılabilirlik seviyesine indi. Durum böyle olunca insana, insan duygularına, saygıya ve zarafete önem veren insanların sayısı gün geçtikçe azaldı. İnsanlar elbette yapıları gereği içgüdüleriyle hareket ettiler ve kolay olanı seçtiler. Şöyle ki; kibar olmak, zarif olmak, saygılı olmak, adab-ı muaşeret kurallarına uymak emek, çaba ve gayreti gerektiriyordu. Kültüre sahip olmak kolay bir şey değildi. Okumak, öğrenmek ve çoğu zaman içgüdülere karşı çıkmayı emrediyordu. Ama diğer seçenek oldukça kolaydı. Herhangi bir emek harcamak gerekmiyordu. Hiçbir şey elde etmeden sırf içgüdülere uyularak kaba, zarafetten yoksun ve cahil olunabiliyordu. Üstüne üstlük popülizm de bu karanlık yolu gösteriyordu. Sinema filmleri, diziler, televizyon programları ve idol alınan popüler kültür kahramanları böyle davranıyordu. Kitap yalnızca sınavlara çalışmak için okunuyordu, şiirler de öyle. Hatta kitapların özetleri okumak bile yetiyordu sınavlarda başarılı olmak için. İzlemek varken okumak da neyin nesiydi? Okumayan, şiir bilmeyen insan toplulukları oluştu. Bir papağan misali; sağdan soldan duydukları fikirleri ve cümleleri kendi cümleleriymiş gibi dillendirmeye ve daha da kötüsü inanmaya başladılar. Çünkü kendi cümleleri yoktu, kendi cümlelerini kuracak bilgi birikimine sahip değillerdi. İşte bu insan tipinin duyguları da cümleleri gibi kendilerine ait değildi. Birilerinin toplum ortasına attığı cümleleri kendi cümleleri gibi kabul eden insanlar birilerinin ortaya attığı duyguları da kendi duyguları gibi kabul ettiler. Bir robot gibi programlanmaya açtılar zihinlerini ve hiç direnmediler bile. Çünkü kolay olan buydu. İçgüdülerle hareket etmek buydu. Bir kobay maymun gibi ya da İvan Pavlov’un köpeği gibi tepkisel koşullanma ile ile hareket eden insan yığınlarından bahsediyorum. Hayvanlar için tüm yaşam bir gündür. Sabah uyanırlar; avlanırlar, beslenirler, çiftleşirler ve gün bitiminde uyurlar. Ertesi gün aynı şeyler tekrarlar. Bu son nefeslerine kadar böyle devam eder. Ama insanın dünü vardır, anıları vardır, duyguları vardır, düşünceleri vardır, cümleleri vardır, yorumları vardır. İnsanı insan yapan tüm bunların toplamıdır. Cahillik denilen karanlık, cehalet denilen körlük tüm insanlık tarihini ve kümülatif tecrübeleri yok sayıp bugüne yönlendiriyor kalabalıkları. Durum böyle olunca insanlar içgüdüsel olarak yalnızca bugünü ve yalnızca kendilerini düşünüyorlar. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak için her şeyi ve herkesi vahşice, ilkellikle çiğneyebiliyorlar. Son elli yılda doğadaki yaban hayatın yüzde atmışının doğadan silinmesinin nedeni de bu bencillik ve bu cahillik. Doğayı katleden yaşam biçimi de buradan kaynak alıyor. Kendine saygısı olmayanların insana ve insanlığa da saygısı yok; insana ve insanlığa saygısı olmayanların doğaya ve gezegene de saygısı yok. Hafızaları tazelemek gerekirse; saygı, onur, şeref, haysiyet, namus gibi olgular bir zamanlar insanların uğruna can verip can aldığı olgulardı. Bu bir karanlık anaforu gibi önüne gelen her şeyi paramparça edip yutuyor ve geriye yalnızca çöp bırakıyor. Bu nahoş durum böyleyken hiç kimse maalesef kırıp dökmekten muzdarip değil, kırılanlardan; incinenlerden haberdar değil.


            Sevdiğim bir şair sevdiğim bir şiirinde;’Yaşamak görevdir yangın yerinde…’’ demişti dizelerinde ve bu yangın yerinde de yaşamak en temel görev. Elbette insanca yaşamaktan bahsediyorum. Meşhur olan içgüdülerle yaşamak yerine; zihinle, beyinle, yürekle yaşamaktan. Adab-ı muaşeret kurallarına riayet edilerek, saygı, sevgi, onur, haysiyet, şeref, empati, düşünceli olarak yaşamak. Yukarıda saydığım nedenlerden dolayı tüm dünya ile savaşamazsın. Ama savaşmamak direnmemek manasına da gelmez elbette. Kabalığa, saygısızlığa, düşüncesizliğe, bencilliğe, onursuzluğa, ahlaksızlığa direnmek; belki daha zor olan şık bu ama doğru olan şık da bu insan ve insanlık için.  İnsan böyle bir durumda ne küsüp bir köşeye çekilmeli, ne bu cahil topluluğa katılmalı ne de dünyaya ve insanlara savaş açmalı.
 

( İnsan Olmanın Raconu başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 28.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.