TEKERRÜR EDEN TARİH-6.
BÖLÜM—BİR DARBENİN ANATOMİSİ
Bugüne kadar yazdıklarımla Osmanlı Devletini pili bitmiş bir oyuncağa
benzettiğimin farkındayım. İşte bu pili bitmiş oyuncağa benzeyen Osmanlı
Devletinin ve Dünyanın 1876 Yılındaki genel durumuna bir göz atalım şimdi. (
Neden 1876? Çünkü bu tarih Osmanlı Devleti açısından bir dönüm noktası
olmuştur.)
1876 Türkiyesi 11.827.170 kilometrekare üzerinde 64.343.000 nüfusu
barındırıyordu. Bu ihtiyar devlete Avrupalılar “Türkiye” veya “Osmanlı
İmparatorluğu” Diyorlardı. Türklere göre ise adı sadece “Devlet-i Aliyye”, yani
“Yüce Devlet” idi. 1683 Viyana bozgununa kadar bu cihan devleti devam etmiş,
sonra gerilemeye başlamıştı. Ancak 1771’e kadar Türkiye, hala dünyanın birinci
devleti idi. Bu tarihten sonra İngiltere, Fransa ve Rusya çok güç kazanmışlar,
Osmanlı Devletini, ehemmiyet bakımından dünya devletleri arasında 4. Sıraya
düşürmüşlerdi. 1871’e kadar Türkiye bu 4. Sırayı muhafaza etmiş, bu tarihte
bütün Alman devletlerinin, birleşerek Almanya İmparatorluğunu yeniden
kurmaları üzerine 5. Sıraya düşmüştü. 1876 Türkiye’si; İngiltere, Almanya, Rusya ve Fransa’dan sonra
dünyanın 5. mühim devleti idi. Onu ehemmiyet sırasıyla Avusturya – Macaristan,
Çin, Birleşik Amerika, İtalya ve
İspanya takip ediyordu. Bu 10 devlet dışındaki devletler “büyük devlet”
sayılmıyordu. Esasen 1875 dünyasında müstakil devlet sayısı 58’den ibaretti.
Bugünkü gibi 200 devlet yoktu.
Osmanlı Devleti 1875’te Almanya, Fransa ve Rusya’dan sonra dünyanın 4. Ordusuna,
İngiltere ve Fransa’dan sonra dünyanın 3. donanmasına sahipti. Nüfus bakımından
58 devlet içinde Çin, İngiltere ve Rusya’dan sonra dördüncü , toprak bakımından
İngiltere ve Rusya’dan sonra üçüncü ülke olarak üç kıtaya yayılan toprakları
bulunuyordu. 1876’da dünya nüfusu 1.326.427.000’den ibaretti. Bu nüfusun 1
milyar 108 milyonunu on büyük devlet aralarında paylaşıyorlar, diğer kırk sekiz
devlete ancak 189 milyon toplam nüfus düşüyordu. Dünyada sadece 8 şehrin nüfusu
bir milyonu aşıyordu ve Osmanlı Devletinin taht şehri İstanbul bunlar arasında
5. İdi.
1875 Türkiyesi, demiryollarının uzunluğu bakımından dünya devletleri arasında
9. ve telgraf hatlarının uzunluğu bakımından ise 5. idi. Bu sırada Çin’de ve
Japonya’da ne tek kilometre demiryolu, ne de telgraf hattı bulunuyordu.
1876 Yılına gelindiğinde Osmanlı Devletinin ne gibi iç ve dış sorunlarla karşı
karşıya olduğunu belirtmiştim. Özellikle
Rusya, Balkanlarda yayılmak, buna karşılık Avusturya- Macaristan İmparatorluğu
da Balkan milletlerini kendi taraflarına çekerek Rusların bu yayılma
arzularının önüne geçmek için bu topraklarda büyük provakasyonlar yapıyorlardı.
6 Mayıs 1876 da Selanik’te Alman ve Fransız konsoloslarının linç edilmesi
Osmanlı Devletini bu iki devletle savaşın eşiğine getirmişti. Bu aslında
Balkanlarda rahatça at oynatmak için Rusya’nın düzenlediği bir tertipti.
Bu arada 1865 Yılında Jön Türkler adı verilen bir aydınlar grubu ortaya
çıkmıştı. Dillerinde ve kalemlerinde sürekli ‘’ Hürriyet ‘’ olan bu insanların
başlıcaları Mithat Paşa, Rüştü Paşa, Ömer Naili Paşa,Mustafa Asım Paşa,
Süleyman Paşa, Namık Kemal, Ali Süavi, Ziya Bey, Agah Efendi, Rıfat Bey gibi
kişiler olup veliaht Murat Efendi de(
V.Murat) bu insanlarla çok sıkı dirsek temasındaydı.
Hürriyet aşığı(!) bu insanlar özellikle Fransızlar tarafından olabildiğince
destekleniyordu. Mesela Fransa, bunlardan Ziya Bey’e 3 Bin, Namık Kemal ve
Rıfat Beye 2 Bin, Ali Suavi ve Agah Beye bin beşyüz, diğerlerine bin frank cep
harçlığı(!) veriyordu her ay...
Meşrutiyet gelecek, her şey çok güzel olacaktı onlar için. Ancak bunu mevcut
padişah Abdülaziz’e ‘’ Lütfen tahttan iner misin?’’ diye rica ederek
sağlamaları mümkün değildi. O halde bir darbe şarttı.
Abdülaziz’e bir darbe planlanıldığı günlerde veliaht Murat Efendi neredeydi
dersiniz?
Fazla içkiden dolayı sağlığı bozulduğundan sık sık denize girmesi gerekiyordu.
Ama koskoca İstanbul’da denize girebileceği tek yer (!) İngiliz Sefiri
Elliot’un Üsküdar’daki yalısı olduğundan neredeyse tüm günlerini o yalıda
geçiriyordu.
11 Mayıs 1876 da Fatih, Bayezıt ve Süleymaniye medreselerindeki talebeler ‘’ Devlet
ve memleketin hukuk ve istiklali çiğnendiği bir anda derslerle uğraşmak hamiyet
işi olmadığı gibi diyanet işi de değildir.’’ Diyerek ayaklandılar. Bu büyük
darbenin ilk işaretiydi. Bu ayaklanma sonucu
Mahmud Nedim Paşa hükumeti azledildi ve yerine sadrazamlığa Mütercim
Rüşdü Paşa, şeyhülislamlığa Hayrullah Efendi, seraskerliğe Hüseyin Avni Paşa,
devlet nazırlığına da Midhat Paşa getirildi. Böylece Sultan Abdülaziz, bir kaç gün sonra kendisini
tahttan indirecek ve akabinde katili olacak bu kişileri burnunun dibine kadar
sokmuş oldu.
Darbe günü olarak 31 Mayıs kararlaştırıldı. Bu tarihte V. Murat, yaşadığı
dairesinden dışarı çıkacak, Süleyman Paşa dışındaki darbeciler de Meclis-i
Vükela toplantısında olacaklardı. Eğer darbe başarısız olursa bu surette ‘’ Bizim
bir haberimiz yok. Biz masumuz.’’ Diyecekler, tüm kabak Süleyman Paşa’nın
başında patlayacaktı. Ancak Süleyman Paşa uyandı. ‘’ Yok arkadaş, anca beraber,
kanca beraber. Madem öyle darbe 30 Mayıs sabahı yapılacak.’’ Dedi ve dediği
gibi de oldu.
Bu arada Hüseyin Avni Paşa, meşhur hekim Marko Paşa’nın konağındaydı. Günlerini
genelde onunla geçiriyordu.(Ne alaka dediğinizi duyar gibiyim. Az sonra anlayacaksınız.)
Süleyman Paşa sadece 300 Harbiye
öğrencisi, İstanbul’a henüz daha yeni gelmiş olan ve Türkçe bile
bilmeyen Suriyeli Arap bölükleri ile saraya geldi ve ‘’ Padişahımız efendimizi
düşmandan korumak için görevlendirildik’’ Diyerek rahatça saraya girdiler hiç
bir çatışma olmaksızın.
Sonrasında Padişah Abdülaziz’e yeni şeyhülislam Hayrullah Efendinin hazırladığı
fetva okundu. Şeyhülislam, fetvasında günümüz Türkçesiyle şunları söylüyordu:
Halife olan kişi, deli ve politikadan anlamaz olup, devlet hazinesini milletin
takat ve tahammül edemeyeceği mertebede şahsi masraflarına sarf etmekle, din ve
dünya işlerini karıştırmakla yani dinden sapmakla makamında kalmış olsa,
tahttan indirilmesi lazım olur mu? Cenab-ı Hak bilir ki, OLUR.”
Şeriatın kestiği parmak(!) acımıyordu. Padişah Abdülaziz ve ailesi Dolmabahçe
Sarayından üzerlerine bir şal almalarına bile müsaade edilmeden çıkarılırken
darbeciler sarayın hazinesini yağmaladılar ( Bu ilk han-ı yağma idi ve maalesef
ikincisi de yaşanacaktı.)
Darbenin 30 Mayısta yapılacağını zanneden
bu arada kendisine darbenin bir gün önceye alındığı haberi verilmeyen V.
Murat ‘’ Haydi Dolmabahçe Sarayına, Yeni padişahımız sensin.’’ Diyenlere
inanmadı. Aynen atası İbrahim’in, IV. Murat’ın öldüğüne inanmayıp ağlayarak ‘’
Vallahi de billahi de padişahlık istemiyorum.’’ Demesi ve tahta adeta zorla
oturtulması gibi Osmanlı tahtına adeta zorla oturtuldu ama yaşadığı bu korku,
bozuk olan sinirlerini iyice harap etti. Velhasılıkelam darbeciler bir padişahı
deli diyerek tahttan uzaklaştırırken şimdi gerçek manada bir deliyi tahta
getirmişlerdi ve hürriyetin bu padişahla geleceğini, devletin bu padişahla daha
güçlü olacağını, velhasılıkelam her şeyin bu padişahla çok güzel olacağını
düşünüyorlardı.
4 Haziran 1876 günü artık eski padişah pozisyonunda olan Abdülaziz sabah
namazından hemen sonra odasına çekildi. Bir müddet sonra odasından sesler
gelmesi üzerine kapıdaki nöbetçiler durumu annesi Pertevniyal Valide sultana
bildirdiler. Valide sultan, oğlunun odasına geldiğinde kapının kilitli olduğunu
görünce kapıyı kırdırdı ve feci manzarayla karşılaştı: Sultan Abdülaziz’in iki
bileğinden de kanlar fışkırıyordu. Artık son nefeslerini vermek üzereydi.
Odadaki rahlede bulunan Kur’an-ı Kerim açıktı ve Nur Sursinin 35. Ayetini
okuduğu belli oluyordu ölmeden önce.
Valide Sultan derhal serasker Hüseyin Avni Paşaya haber gönderdi ve Hüseyin
Avni Paşa, yanında doktor Marko Paşa olduğu halde yirmi dakika içinde Feriye
Sarayına geldi. İlk işi hemen Abdülzaziz’in cesedini odadan çıkarmak oldu. Başta
Marko Paşa olmak üzere on dokuz doktor hastanın başına geldi. Marko Paşa
‘’İntihar.’’ Dedi ve alelacele bir rapor düzenlendi: ‘’Her iki bileğini birden
makasla keserek intihar etmiştir.’’ Rapor, bazı tabip paşaların içine sinmedi.
Çünkü naaşa ellerini bile sürmeden imzalalamaları isteniyordu. İmza atmaktan
imtina ettiler. Rapora imza koymayan doktorların rütbeleri bizzat Hüseyin Avni
Paşa tarafından söküldü.
Padişah V. Murat, Abdülaziz’in ölüm haberini aldığında bu şüpheli ölüm onun da hiç aklına yatmamıştı.
‘’Sıra bana geldi’’ Korkusuyla krize kapıldı ve mevcut olan deliliği bir kat
daha arttı.
Amcası Abdülaziz, baş mabeyncisi Mehmet Efendiye ‘’ Zaman zaman ne isterdim, bilir misin? Ya
Kapalıçarşıda, ya Asmaaltında küçük bir dükkânı olan esnaf, ya bir zanaatkâr olayım,
sabah evimden çıkayım, işime geleyim, akşam Allah ne kar verdi ise onunla çoluk
çocuğumun nafakasını alayım, atıma değil hatta eşeğime bineyim, yorgun argın,
amma kafamın içi bin bir dertle dolmamış evime geleyim, karım güler yüzle, çocuklarım
sevgi ile beni karşılasın, yunayım, sofranın başına geçeyim, çorbamızı zevkle
içelim, kimsenin derdi bize illet olmasın, yüreklerimiz rahat, büyük
meselelerden uzak kendi halimle yaşayıp gideyim.........’’ Derken ne kadar da
haklıydı..
Olaydan sadece on bir gün sonra Sultan Abdülaziz’in kayın biraderi (Eşi Neş’erek
Sultanın kardeşi) Çerkez Hasan,Sultan Abdülaziz’in intikamını almak için Mithat
Paşanın konağını bastı ve toplantı halinde olan Şura-yı Devlet üyelerinden
Hüseyin Avni Paşa ve Raşit Paşa dahil beş paşayı öldürüp bir kaçını da
yaraladıktan sonra yaralı olarak ele geçirildi. 17 Haziran 1876 tarihinde
Bayezıt Meydanında bir dut ağacına asılarak idam edildi.
V. Murat Padişah olduğuna olacağına bin pişman olmuştu. Bunun nasıl bir bir
ateşten gömlek olduğunu, iktidar olsa da asla muktedir olamayacağını anlamıştı.
Her şeyin çok daha güzel olacağını düşünerek onu tahta çıkaranlar da her şeyin
eskisinden bin beter olduğunun farkındaydılar ve ellerinde sadece iki seçenek
vardı: Ya Cumhuriyeti ilan etmek ( Ki bu o zamanın şartlarında imkansızdı.) Ya
da yönlerini veliaht şehzede II. Abdülhamit’e çevirmek... İkinci seçeneği daha uygulanabilir ve mantıklı
görmeye başlamışlardı.
Devam edecek...
NOT: Bu yazıda aşağıdaki kaynaktan geniş ölçüde yararlanılmıştır:
http://www.tarihbilimleri.com/wp-content/uploads/2015/10/Sultan_Abdulazizin_Kanli_Gomlegi_1876_Da.pdf