Son dönemde üzerine düşündüğüm ve yazdığım/yazmak istediğim konu sayısı arttıkça, ciddi mânâda bir üslûp sıkıntısı ve tıkanıklık yaşadığımı fark ediyorum. Aynı türden cümle kalıpları ve düşünce parçacıkları etrafında dönüp duruyor gibiyim. Sık sık tekrara düştüğümü hissediyorum. Bu nasıl aşılır, şu an için net bir fikrim yok. Fakat bunu yazmamak için bir sebep olarak görmüyorum. Belki daha çok yazarak aşabilirim bunu. Okumaya daha çok zaman ayırmalıyım belki. Ya da göremediklerimi gösterecek gerçekçi bir eleştirmene ihtiyacım da olabilir. Kararsızım. Şimdilik zamana bırakmakla yetineceğim.

Yaşadığım tıkanıklığa rağmen bu yazıyı yazmak arzusundayım. İçimde kalmamalı. Kalırsa bir süre sonra kendiliğinden kıymetini yitirecek ve bana bir faydası kalmayacak. Unutacağım, kendiliğinden etkisizleşecek. Hem yazmak kişisel gelişimime ciddi katkı sağlıyor. Bir tür kendini terapi. Aslolan niyetim bu zaten. Yazdıklarımla insanlarda değişim fitilini ateşleyecek yeterlilikte görmüyorum kendimi. Faydam ağırlıklı olarak kendime.

İnsan her geçen gün yeni bir eksikliğini, aslında sandığı gibi olmayan başka bir yönünü keşfediyor. Bu keşifler; zaman zaman kendi düşünce, duygu, inanç, söylem ve davranışları üzerine düşünerek yapılabildiği gibi, başkaları üzerinde yapılan gözlemler üzerinden de olabiliyor. Ondandır ki ben kendi içimde yaptığım keşiflerin yanında; anlaşamadığım, tasvip etmediğim, benimseyemediğim insanlar üzerinde yaptığım gözlemler neticesinde edindiklerimi daha bir anlamlı buluyorum. Düşünmeye başlıyorum: Karşı tarafta onaylamadığım bu özellikleri ya ben de üstümde barındırıyorsam... Ve genellikle barındırdığımı görüyorum. Görmek ufkumu genişletiyor, empati duygumu artırıyor. Sorun ya da sahip olunan olumsuzluk gerçekçi bir şekilde analiz edilince çözümü bulmak ve olumsuzluğu olumlu bir özellikle değiştirmek kolaylaşıyor. Geriye -bu aşama en zoru olmakla birlikte- uygulamaya dökmek kalıyor. Uygulamanın püf noktası üretilen çözümü yılmadan tekrar etmek. Tekrarlar söz ve davranışların samimiyet kazanmasına ortam hazırlıyor.

Farkındalık dediğimiz şey bu sanırım. Bu sayede gün geçtikçe duygularım dinginleşiyor; yersiz, mesnetsiz ve zamansız alınganlıklarım, öfkem, pişmanlıklarım, abartılı sevinç gösterilerim, kontrol edemediğim heyecanım yerini daha dingin bir ruh haline, dış tetikleyicilerin etkisizleşmesine ve daha huzurlu bir "ben"e bırakıyor. Her ne kadar kat edeceğim daha çok mesafe olsa da düşündüklerim ve hissettiklerim, gördüklerim ve duyduklarım, söylediklerim ve yaptıklarım arasında kısmi bir denge sağlamış olmak bile, daha iyilerini başarabileceğime beni ikna ediyor. Hamdolsun.

Bütün bunları şimdilik farkındalığa bağlıyorum fakat ilerde bu durumu hangi kelime ile ifade etmemin uygun olacağı konusunda hiçbir fikrim yok. Adı şimdilik farkındalık. Zaman ilerledikçe bu kelime yaşamakta olduğum zihinsel değişimi karşılamayacak belki. Yeni tabirlere ve kelimelere ihtiyaç duyacağım. Bilemiyorum. Fakat şu an için bu kelime ile yetinmek durumundayım.

Farkındalığımın artmasının; kendimle iletişimimde olduğu kadar, insanlarla kurduğum iletişimde de ciddi durulma sağladığını söyleyebilirim. İkili ilişkilerim kuvvetlenmeye başladı. İyi ve kötü gibi bir etiketlemeye sığınmaktan, önyargılı yaklaşmaktan, annemin tabiriyle devirip dökmekten önemli sayılabilecek ölçüde kurtulmuş haldeyim. Her geçen gün artarak kurtulduğumu hissediyorum. Beklentilerim, radikal ve marjinal tepkilerim, onay bağımlılığım gitgide azalıyor. Gerçekçi, barışçıl ve esnek prensipler ediniyorum. Bu sayede daha mutedil ve sağlıklı bir bakış açısı ile yorumlayabiliyorum kendimi, insanları, hayatı. Anlıyorum ki çevremdeki iyi insanlar birer nimet olduğu kadar, kötü olduklarını sandıklarım da ters taraftan bakınca büyük nimet. İyilik ve kötülüğün keskin çizgilerle ayrılamadığı; aynı ortam ve bünyede birlikte barınabildikleri, bir bakıma insanları iyi ve kötü yapanın, bizim iyilik ve kötülüğümüz olduğu gerçeğini göz önüne alırsak söylediklerim daha anlaşılır hale gelebilir. Bu anlayış insanlarla içimde yaşadığım zihinsel tartışmaların azalmasına da katkıda bulunuyor, dolayısı ile fiziki dünyada gereksiz diyaloglara girmemin önüne bir set çekiyor. Toplum içinde daha tutarlı, daha kararlı; düşünsel, duygusal, sözel ve eylemsel mânâda daha istikrarlı bir profil çizmeye imkan bulabiliyorum. İletişim sürecimin ve ilişkilerimin stabil, dengeli ve tutarlı hale gelmesi, kendi içimde yaşadığım çatışmaların hafiflemesine de ortam hazırlıyor. İçimde sağladığım barış ve huzur ortamı ise dışıma yansıyor. Karşılıklı bir tetikleyicilik durumu söz konusu.

Kişiliğimiz alışkanlıklarımızdan ibaret. Alışkanlıklarımızı ise ağırlıklı olarak çocukluk dönemimizde ebeveynlerimizi yahut varsa bakıcılarımızı gözlemleyerek ve onların hâllerini deneyimleyerek ediniyoruz. Onların bize bakışları, yaptıkları muamele ve sahip oldukları alışkanlıklar ilerde kim olacağımızı belirliyor. Gördüklerimizi, duyduklarımızı ve yaşadıklarımızı özgünleştirerek hislere çeviriyoruz. Hissettiklerimiz tekrarlar neticesinde inanç kalıplarına dönüşerek hayat serüveninin ilerleyen evrelerinde; bizzat hayatın kendisine, yaşananlara ve insanlara vereceğimiz tepkileri belirlemek üzere bilinçaltımızda depolanıyor. Tabi bu süreç bizim bilgimiz ve irademiz dışında işliyor.

Bu dönemde psikolojik farkındalığımız olmadığından, duyu organlarımız vasıtasıyla elde ettiğimiz veriler; bir üst bilinç süzgecinde süzülüp iyi-kötü, faydalı-faydasız, güzel-çirkin ayrımına tabii tutulamıyor. Eğer duyu organlarından gelen veriler negatif ve şiddet odaklı, karamsar, gerçekçilikten uzak, korku ve kaygı yüklü ise yetişkinlik dönemimizi ciddi sarsıntı ve anormalliklere neden olabiliyor. Maalesef genellikle, en azından bizim ülkede, anne-baba olmadan önce kendini fark edip, psikolojik farkındalık kazanarak nefsinin taleplerini kendi talepleri olmaktan çıkaramamış yahut öyle yetiştirilmiş ebeveynler yüzünden; farkındalığı yüksek, empati duygusu yoğun, duygularını kontrol altına almış, kendine zarar verecek düşünceleri etkisizleştirebilen, kısaca nefsiyle yani kendisiyle mücadele etmesi gerektiğini bilen çocuklar pek yetişmiyor gibi. Dışsal birer tetikleyici olarak bulunduğumuz coğrafyanın ve sürüp giden savaşların, ekonomik ve siyasi çalkantıların, korku ve kaygı pompalayıcı bir faktör olarak terör olaylarının da etkisi yadsınamamakla birlikte; evde, işte, okulda, sokakta, trafikte ve en mühimi kendi içimizde yaşadığımız sorunların ana kaynağı olarak nefs yularının boş bırakılmasını ve bunun normalleştirilmesini görüyorum. Ama bir mazeret olarak değil, değişimin ve nefs terbiyesini başlatmanın bir tetikleyicisi olarak. Ebeveynlerimizin kötü yetiştirmiş olmaları farkındalık kazanarak dengeli, tutarlı, kararlı ve istikrarlı bir kişilik kazanmamıza engel teşkil etmemeli. Eğer teşkil ediyorsa bu büyük ihtimalle geçmişe takılı kaldığımızın bir işaretidir. Hayatın anda yaşandığı gerçeğini göz önüne alacak olursak, geçmiş bizim için bir tecrübe vasıtası, bir ateşleyici ve kendimizi kendimizle kıyaslamamıza yarayan bir ölçü olabilir ancak. Ötesi yakınmaya, şikayet etmeye ve sorunu daha fazla büyütmeye ortam hazırlar. Ben bu durumu uzun yıllar yaşadım. Geçmişimdeki olumsuzluklara, uğradığım haksızlıklara takılı kaldım. Hatta bir dönem yaşadıklarımdan, içinde bulunduğum dengesizlikten dolayı anne babamı suçladım. Çözüm önerilerine kulak tıkadım. Suçluyu hep dışarda, suçu başkalarında aradım. Ne zamanki özeleştiri sürecim başladı, sancılı da olsa, çözümün bende olduğunu anlamaya başladım. Kötümser, karamsar ve iç bunaltan hava etrafımdan dağılmaya başladı.

Şimdi mi? Tekrar ve tekrar binlerce kez hamdolsun, huzurlu olduğum zamanlar huzursuz olduklarımdan daha fazla. Gün gün zihnimin genişlediğini, yaşantımın akışa uygun hale geldiğini, dışsal korku ve kaygı verici şeylerden etkilenme oranımın azaldığını ve içimde yerleşik hayata geçmiş korku ve kaygıyı sindirmeye başladığımı, dahası bütünüyle duygularım üzerinde aklımın egemenlik kazandığını hissedebiliyorum. Zamanla daha iyi bir evlat, daha iyi bir baba, daha iyi bir eş ve daha iyi bir arkadaş, daha iyi bir çalışan haline geldiğim/gelebileceğim kanısındayım.

Dediğim gibi yazdıklarımı öncelikle bir tür kendi kendini terapi maksatlı yazıyorum. Konuyu kendim üzerinden ele almış olmam terapinin bir parçası. Fakat serüvenimi paylaşırken birilerine katkıda da bulunabilirsem adı bahtiyarlık olur. Kendi içinde serüvene çıkmış kahramanlarla karşılaşmak dileği ile...
( Farkındalık Algımızın Kişiliğimize Ve Günlük Hayatımıza Etkisi başlıklı yazı Silüet tarafından 7.06.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.