Yaşadığımız bir olay ya da duruma ana hatlarıyla üç tür tepki verme biçimimiz vardır: Negatif, gerçekçi ve pozitif tepki biçimleri. Negatif tepkilerimiz içinde bizi en fazla sıkıntıya sokan, kendimizle ve insanlarla olan iletişimimizi zayıflatan öfke duygusu ve bu duygunun dilimize ve davranışlarımıza yansımasıdır. Öfke genellikle alınganlık hissinin ve kişiliğimize yönelik bir saldırıda bulunulduğu algısının devamında gelir. Genellikle anlık olarak bu iki histen birine kapılır ve öfkemizi ifade etme ihtiyacı duyarız. Ortaya koyduğumuz her öfke bir diğerinin hazırlayıcısıdır. Eğer bu defa öfkelenirsek bir dahaki sefere daha çok öfkelenme ihtiyacı hissederiz. Zincirleme bir reaksiyon halinde bu durum sürer gider. Ve zamanla üzerinde düşünmemize fırsat kalmadan ortaya çıkan, otomatikleşmiş bir alışkanlık halini alır. Artık öfkenin esiri olmuşuzdur ve onu yönetmeye muktedir bir tarafımız kalmamıştır. Durum diğer negatif duygular için de böyledir. Kronik nitelik kazanmış, çoğu zaman nedenini kestiremediğimiz üzüntü, korku ve kaygı halleri de öfke duygusunun izlediği yolu izleyerek alışkanlık haline gelir ve kişiliğimize yerleşir. Bu ve benzeri türden negatif alışkanlıklar bir araya gelerek yeni yeni alışkanlıkları da doğurabilir. Örneğin pişmanlık duygusu alınganlık, öfke, korku ve kaygı duygularının bir karışımıdır ve genellikle bu duygular zihinde birikmesi ve dışa vurumu neticesinde açığa çıkar.

Aslında pişmanlık duygusunun açığa çıkışı başa dönüşün başlangıcıdır bir bakıma. Pişman oluşumuz, genellikle ilk tetikleyici ile karşılaştığımız takdirde yeniden korkmaya ve kaygılanmaya başlayacağımızın, alınganlığımızın artacağının, yeni bir öfke nöbetine tez zamanda maruz kalacağımızın habercisidir. (Burda kastedilen tetikleyici dış dünyadan gelen bir uyaran olabileceği gibi, bazen iç dinamiklerimiz de tetikleyicilik vazifesi görebilir.) Artık bu döngü bilinçaltımız tarafından hayata, insanlara ve yaşananlara vereceğimiz bir tepki verme biçimi haline getirilmiştir. Eğer farkındalığımız zayıfsa kolay kolay bu döngüden çıkamayız. Bilinçaltımız bizi hegamonyasına almıştır ve bizden kendisine itaat etmemizi beklemektedir.

Diğer bir tepki verme biçimimiz pozitif duyguların hayatımıza hakim oluşudur. Negatif tepki verme biçimine göre daha sağlıklıdır ve daha ziyade bardağın dolu tarafını görme eğiliminde oluruz. İçimiz kıpır kıpırdır hep ve zaman zaman poliyannacılıkta kantarın topuzunu kaçırdığımız olur. Haddinden fazla merhametimiz ve sadakatimiz; aşırı seviyor, aşırı seviniyor, en basit bir olayda bulutların üstüne çıkıyor oluşumuz; aslında çok da kolay kırılabileceğimizin habercisidir. Özellikle sevdiğimiz insanlara gösterdiğimiz sevgi, ilgi ve müsamahanın karşılık bulmaması bizi anında negatifliğe sürükleyebilir, alınganlık hissimizin tetiklenmesine neden olabilir. Örneğin bipolar bozukluk hastaları bu sürüklenmeyi ziyadesi ile yaşarlar. Severler, ilgi gösterirler, beklenti içerisine girerler fakat karşılık bulamayınca birden depresifliğe sürüklenirler. Alınganlık, öfke, pişmanlık, kaygı ve korku gibi duygular birbirine karışır ve artık karşınızda bambaşka bir insan vardır. Tabi bu durum sadece bipolar bozukluk hastalarına has bir özellik değildir. Onlar sadece bu konuda kantarın topuzunu kaçıranlardır. Asıl dikkat etmemiz gereken düşük dozajlarda da olsa bizim yaşayıp yaşamadığımızdır. Gözlemlerim ekseri insanın bu durumu az çok yaşadığı kanısını oluşturdu bende. Karı koca ilişkilerinde bu durum daha belirgin hale geliyor.

Tepki verme biçimleri arasında en fazla itibar göreni gerçekçiliktir.Sakıncaları olmakla birlikte insanı en tutarlı ve en kararlı gösteren tepki verme biçimi budur. Duygulardan ziyade doğrudan akıl ve mantıktan beslenmeyi tercih eder. İçine duygu karışsa bile bu duygular bilinçaltının değil üst bilincin kontrolündedir. Gerçekçilik duygularımızı ortaya koyacağımız zaman bunu bir akıl süzgecinden geçirebilmemize olanak ve zaman tanır. Zihnimizde bir düşünce ve devamında bir duygu belirdiğinde, bu duyguyu doğru yerde ve zamanda, doğru muhataba karşı mı hissettiğimizi, hangi dozda ortaya koyacağımızı test edecek gücü kendimizde bulabiliriz. Saliselik anlarda düşünebilir ve verilebilecek en doğru tepkiyi verebiliriz.

Fakat ben gerçekliğin biraz pozitifliğe meyletmiş halini kişilik alışkanlığı haline getirmenin daha sağlıklı olduğunu düşünüyorum. Zira daha önce belirttiğim üzere gerçekçiliğin de sakıncaları var. Örneğin gerçekçilikte dayanağın akıl ve mantık oluşu; merhamet, sadakat gibi pozitif duyguları zamanla etkisizleştirebildiği gibi, insanı menfaatlerine düşkün hale de getirebilir. Farkına varmadan negatif bir duygu olan çıkarımızı körü körüne koruma arzumuza yenik düşürebilir bizi. Gerçekçi olduğumuzu zannederken bir anda negatif tepkiler veren bir kısır döngünün içine düşebiliriz.

Şunu da belirtmek lazım: Aslında tepki verme biçimlerimiz net olarak katagorize edilemez. Kimi insan, bir ömür değişik olay ve durumlara karşı hepsini birden kullanabildiği gibi, kimi insan da sadece biriyle bir ömrü tüketebilir. Bir başkası farklı durum ve olaylarda farklı farklı seçeneklere yönelebilirken, bir öteki üçünü birbiri içinde eritip yeni bir format geliştirebilir. Psikolojide yüzde yüz sonuçlar veren net tespitler yoktur. Kişiden kişiye, zamandan zamana değişikler açığa çıkabilir. Örneğin ben bu süreci biraz farklı yaşadım. Ömrümüm 29 yılını haddinden fazla negatif bir ruh hali ve depresiflik içinde yaşadıktan sonra bir yıl kadar bir belirsizlik süreciyle boğuştum. Sonraki bir buçuk yıl bütünüyle pozitifliğe yönelmem gerektiğini düşünmeye başladım. Kısmen yöneldim de... Düşüncelerimi, konuşmalarımı, duygularımı pozitifleştirmek için uğraştım. Fayda da gördüm. Ancak pozitif bakış açısındaki eksikleri gördükçe ve samimiyet problemi yaşadığımı hissettikçe yaklaşık bir yıl önce daha gerçekçi bir bakış açısı ve tepki verme biçimi edinip bunu alışkanlık haline getirmem gerektiğini fark ettim. Artık bunun için uğraşıyorum fakat yarın ne düşüneceğimi ve neyi benimseyeceğimi de pek kestiremiyorum. Ama aslolanın belli bir kişilik tipine sahip olmaktansa esnek, değişebilir, tazelenebilir bir alışkanlıklar silsilesi oluşturmanın evla olduğuna inandığımı belirtmeliyim. Kendim gibi olmalıyım ancak bu sırada da değişim, gelişim ve yenilenme için kendimden ödün vermem gerektiğini de bilmeliyim.
( Negatiflik Pozitiflik Gerçekçilik başlıklı yazı Silüet tarafından 19.05.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.