Her zaman oturup düşünmüşüdür.  Dünyadaki yoklukların sebebi nedir diye. Çoğu kez aradığım cevabı buldum. Bazen de bulduğum cevap yeterli mi diye ikilimde kaldım.

    Bu yazıya başlarken de uzun süre düşündüm. Acaba aklımdan geçenleri yazıya aktara bilecek miyim diye. Bismillah dedim ve başladım, belki tam anlatamasam da okuyana bir şeyler verebilirim diye düşündüm.

   Eğer dünyada ve ülkemizde yaşanan sıkıntılara bakarsak bu sıkıntıları kendimizin hazırladığını görmek mümkün. Bir tarafta insanlar bir lokma bulup o günkü gıdasını karşılamaya çalışırken bir tarafta da savurganlık son haddini bulmuş. Ülkeler ekonomik sıkıntılar çekerken ülke insanları sanki başka bir ülkede gibi alabildiğine sorumsuz yaşamakta “ben bu günü yaşayım, başkaları benim neyime” diyerek hayat sürmekteler. Bulundukları ülke kaynaklarını pervasızca harcamakta, boşa kullanmakta ihtiyacından fazlasını atmakta zayi etmekte biri birileri ile yarışmaktadır.
   İkinci dünya savaşı sonrası Almanya’nın durumunu anlatan bir hikâye var. “Almanya savaştan çıktıktan sora kurulan hükümet fert başına günlük gıdayı belirler ve yayınlar. Öyle ki Alman halkı gıda satış yerlerinden günkü yayınlananın gıda bülteninin dışında fazla bir şeyi alıp evine götürmez. O dönemde Türkiye’den Almanya’ya tahsil için giden zengin öğrenciler vardır. Bir gün bizim öğrenci bir dükkâna varır ve ihtiyaçlarını söylemeye başlar. 2 kilo şeker, on yumurta, beş kilo soğan, iki kilo pirinç olarak satıcıya söyleyince satıcı “bu akşam ziyafet mi var, misafirlerin mi gelecek?” bizimki gayet sakin “neden sordun ki?” satıcı “sen bu günkü bir kişiye ait gıda bültenini okumadın mı çık kapıya bak orada yazı, bunları bir tek kendin için alıyorsan alamasın” der. Bizimki “parası ile değimli istediğim kadar alırım” deyince satıcı “anlaşıldı sen yabancısın nerelisin diye” sorar. Bizimki övünerek “ben Türküm” der.  Satıcı “şimdi polisi çağırır seni bu ülkeden attırırım. İhtiyacın olanı al git. Belikli buraya okumaya gelmişsin, adam gibi kanunlara uy burası Türkiye değil. Yetmezse yarın yine gel al.” der.

    Bu olaya bakıldığı zaman durumumuz ortada. Şu anda Almanya ekonomik bakımdan en rahat ülkelerden bir tanesi, Hele batı Almanya ile birleşmeden önce sürekli bütçe fazlası veren bir ülke. Halkı bu gün bile aynı durum olsa fedakârlık yapmaktan geri kalmaz. Çünkü onlar iki dünya savaşı yaşamış bir millet.

   Neden bunu anlattım ki! Nasıl olsa benim ülkemde böyle bir şey olmaz sıkıntı yok rahatız. Soframızda artan ekmeği çöpe atmakta hiç tereddüt etmeyiz. Öyle ki etrafımızda yaşayan diğer canlılara dahi vermeyiz. Veya akşamdan bayatlayan ekmeği soframıza koymayız, neymiş efendim bayatmış taze ekmek varken bayat yenir mi? Oysa sağlık açısından bir gün dinlenmiş ekmeğin daha faydalı olduğu aşikârdır. Meselenin bu yönünü burada bırakalım.

   Bizim derdimiz fert olarak savurganlığımız, vurdumduymazlığımız, sürekli fiyat artışlarından şikâyet ederiz. Amma o artışları kendimizin yaptığını hiç düşünmeyiz.

     Ülkenin ekonomik sıkıntı çektiğini paramızın pul olduğunu söyleriz ve hükümetleri suçlarız. Oysa asıl suçlu bizleriz. Yiyeceğimizden fazlasın alıyor, onunda yarısın döküyoruz. Evde aile bütçesi yapan kaç aile reisimiz vardır söylermisiniz? Hepimiz günü kurtarmak peşindeyiz.

    Bir gösteriş düşkünlüğü almış başın gidiyor, insanımızın gözü doymuyor. Evimizde iki yılı tamamlayan eşyalar ne hikmetse hemen eskiyor. Mesela neler mi? Bunlar bildiğiniz şeyler ama yinede yazalım.

     Evin gelini oturma odasına bakmaktan bıkmıştır, odaya yeni bir takım alınır, bu seferki başka renkten.  Yatak odasında yatılacak hal kalmamıştır iki yıldır altında ayni yatak yatılır mı siz söyleyin?  Yatak ortopedik Altan ısıtmalı olmalı ki gelen misafirlere de övünerek gösterilmeli onun için hemen değiştirmesi gerekir ve değişir. Buzdolabı, çamaşır makinesi evde ne varsa bu zihniyetle değişir. Oysa evin gelini bir işe girip bir saat çalışmamış, para kazanmanın ne olduğunu bilmemektedir. O hep kayın validesi, kayın pederi veya kocası getirmiş o harcamıştır. Üstelik onlara “beş paramız yok kazandığınız az daha fazla kazanma yollarına bakın” demekten de hiç çekinmezler.

(bu sözlerim çalışıp ailesine katkı yapan gelinler için değil, zaten onlar savurgan da değildir. İdare etmesini ve yokluğun ne olduğunu bilirler. Böylelerine saygı duyarım. Gerçi onlar da olmasa ülkeler bin defa batar)

  Bir yandan da ülke dışından gelen iletişim cihazları, bilgisayarlar ve otomobiller bu milletin kene gibi kanını emmekte fakat millet farkında değil. Cep telefonları artık vaz geçilmez hale geldi. İlk ülkemize sokulan tüm telefonlar gönderen ülkede kullanılmayan demode olmuş cihazlardı, ülkemize girince bir yıla varmadan hepsini sattılar. Oysa adamlar cihazları gönderirken “bir yılda beş bin” sata bilimiyiz diye düşünmüşlerdir. Hal buysa cihazlar gelenden altı ay gibi bir zamanda tükenmiş ve yeniden istek yapılmış adamlar şaşırmıştır. Şimdi ne oluyor sokakta elinde telefon olmayan bir kişi bulamazsın. Hadi olsun fakat birçoğu işsiz, cebinde karnını doyuracak parası yok, elinde son model telefon,

   Elektronik dünyası çok hareketli bir dünyadır, yeni bir cihaz alırsın altı ay sonra daha gelişmişi çıkar piyasaya sürülür, elinde ki cihaz da demode olur. Adamlar bizi çok güzel tahlil etmiş dünyada böylesine gösterişe düşkün millet var mı acaba? Yenisi çıkanı almak için ne mümkünse yapar alırız. Hani derler ya “ayranı yok içmeye tahterevalli ile gidiyor tuvalet”  işte durumumuz aynısı. O cihazlara verdiğimiz paranın yabancıya gittiği bizi ilgilendirmez. Biz zevkimize bakalım o yeter.

  Yurt dışından gele arkadaşlar var adamlar anlatıyor. Orada insanlar bizim çöpe attığımız, beğenmediğimiz cihazları kullanıyorlarmış, sorunca da “haberleşmemi sağlıyor o da bana yetiyor. Yeni cihazlara verecek atıl paramız yok” diyorlarmış. Adamlar bu işler için atıl yani fazladan paradan bahsediyor. Biz kendimiz kazanıyorsak evin ekmek parasını, gençler de evde ihtiyaca bırakılan paraları kullanmaktadır. Biz züğürt ağayız ya cebimizde 5-6 binlik telefon olmalı, öyle 2-3 yüzlük telefon ele alınır mı? Bu bir tek telefonda değil otomobilde, süsü eşyasında ve giyimden al da yüzlerce kalem saya bilirsin, hep yenilik peşinde koşmaktayız.

    Durum böyle olunca da para dışarıya yabancıya gidiyor. Gidiyor da bizden çıktığı gibi gitse iyi, ya altın ya da döviz olarak gidiyor.  Hükümetler dışarıdan gelen lüks tüketim maddeleri ile araç ve cihazlara ne kadar vergi yüklese de tam olarak caydırıcı olmamaktadır. Türkiye dünya milletler topluluğu içinde yeri olan bir ülke olduğu için yabancı mallara kısıtlama kararı alması mümkün değil. Açıkça çıkıp bunları kullanmayın da diyemez ancak halkın kendisi bilinçlenmesi gerekir ancak o şekilde bu gidişat durdurulabilir.

     Hükümetler cari acık diye seslerinin çıktığı kadar bağırsalar da millet kulağını tıkamış bir kere duyurmak mümkün değil. Duyarlar da ne zaman hürriyetlerini kayıp ederler, ne zaman bu eşyaları kullanamaz hale gelirlerse o zaman. Fakat iş bitmiş atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.

   Bizlerin okuduğu dönemde yerli malları haftası vardı.  Yılın belirli günlerinde okullarda kutlanırdır şimdi ne oldu. Yılın iki haftası bu işe ayrılsa iyi olmaz mı?

  Tutumlu olmayı cimrilik sayanlar çoktur, bu gün eline geçeni yarına da bırakanlar ola ki Allah bana yarın da yaşama şansı verir o zaman lazım olur kullanırım düşüncesinde olan bilinçli insanlar da çoktur. Onlar asla yokluk çekmezler, onlar ellerinde olandan etrafında ihtiyaç sahibi olanlara da vermekten geri kalmazlar.

   Bir gurup insanlar var ki o savurgan insanların attığı eşyaları elerline geçirseler en az onbeş yıl kullanırlar. İkinci el eşya satanlar bir yerde ülke ekonomisine katkı sağlamaktadırlar.

   Torunlarım bana “ dede geleceğimizi yıkmayın diyor” adamlar haklı mesele bir bende bitse çok kolay, diyor ve kendileri de bu konuda azami gayreti gösteriyorlar.

Biz yokluklarla büyümüş bir nesiliz, o zamanlar bu günleri hayal etmek bile mümkün değildi. Amma biz delikli yüz para ile bir somun alabiliyorduk, nereden nereye gelindi.

 Gelişmeler çok güzel bunu asla inkâr etmemek gerek. Fakat ne hikmetse iş başına gelen iktidarların yanlış karaları ülkede birçok alanda üretimi durdurma noktasına getirdiler. Üç beş tane ithalatçının menfaatti korunma çabası içinde. Bir taraf bu şekilde hareket ederken ülke içinde bası kesimleri elinde bulunduran ticaret erbabı da halkın ekmeğine göz dikmiş gözleri doymak bilmemektedir. Onlar ölünce bakmak gerek öbür tarafa ne götürüyorlar. Kefenin cebi var mı? Ha onlarda geriden gelenlere hazırlık yapıyorlar fakat acaba onlar da bırakılanı yiye bilecek mi. Bu konu da dürüst olan ticaret erbabının vicdanı da çok rahattır. Hal böyle olunca idare de ülkeye ucuz mal sokmaya çalışıyor sırf onların kırabilmek için. Tabii bu da yanlış, tarımı, havancılığı ve sanayiyi koruma tedbirleri alamazsak ne kadar uğraşılsa da sonuç alınamaz dahası taşıma su ile değirmen dönmez.

    Buraya kadar hep halkın savurganlığını işledim oysa bir de hükümetlerin savurganlığı var ki o daha da çok tehlikeli. Sırf gelecekte iktidarda çabası ile yapılan yatırımlar az değildir. Bir tarafta eskiyen savunma sanayi tezgâhlarını yenileyemezken böylesi yatırımları yapmak acaba ne kadar mantılıdır.

        Ülke üzerinde gezdiğimizde yapılan gereksiz yatımlar hesaba koyunca insan kendi kendine soruyor “bu nasıl iş ki” diye. Yine kendine soruyorsun “biz bu zamana kadar bir yerlere peşkeş çekildik acaba yine mi, desteklediklerimiz yanlış mı” diye

    Kısaca bu ülke batmaz. Geçmişte tarih derslerinde hocalarımızın anlattığı ve birçoğumuzun bildiği hikâye, Paris’te bir toplantıda Osmanlı sefirine soruyorlar “paşa çok güçlü bir milletsiniz biz dışarıdan sömürüyoruz siz içerden ve hala o miller bitmiyor. Bu nasıl oluyor” diye. O gün ne ise bu gün de değişen pek bir şey yok.

    Yapılacak çok şey var yıllarca beş yüz başlı bir idare ile idare edildik. Öyle olunca da hiçbir zaman net kararlar alınıp uygulanamamış. Temenni ederiz ki bu yeni sitemde başımızda bulunan reis nefsanî değil de akılcı kararlarla ülkeyi düzlüğe çıkarır. İnşallah sağlıklı ve tarafsız bir danışma meclisi oluşturur. O zaman çıkan kararla da mutlaka sağlıklı olur.

   Ülke battı diye yaygara yapanlar iş başına gelse ne yapacaklar merak ediyorum. Seksen den sonra ülkeyi idare edenlere “ülkeyi batırdınız” diyenler o dönem sonrası iş başına geldiler ne yaptılar. Dışarıdan yardım aldılar bankalara koydular, koydukları gece bankayı soydurdular.  Soyanlar da elini kolunu sallaya sallaya ülkenden çıkıp gittiler. Bunlar nasıl oldu ve o çalınan o paraları milletin vergi diye verdiği parlarla ödediler. Kısaca milleti soydular, soydurdular. Bu ülkeyi de ufak güçsüz bir duruma düşürdüler. Oysa Türkiye güçle bir ülke o soygunu yapanlara dünyayı dar etmesi mesele bile değildir. Ama iş başında olanlar sormak gerek neden korktunuz diye.

   Biz millet olarak çok güçlüyüz yeter ki başımızda kendinden önce bizi düşünen bir lider olsun. Yokluktan geldik onu biliyoruz.

      Bu yazımla kimseyi yermek veya irdelemek amacında değilim sadece düşüncelerimi aktardım. Sürçü lisan ettikse af ola

                                                                       Faruk Soydemir

                            

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

     

( Ekonomiye Dair başlıklı yazı Faruk tarafından 7.05.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.