Bulutlara yakın bir köyde yaşıyordum. Bulutlara
yakın olmanın bariz özelliği kışlarının soğuk ve karlı geçmesidir. Daha kasım
başlarında doğamız beyaz kürkünü giyer. Çayırlar, yamaçlar karlarla kaplanır. Geceleri
sular donar. Çatılardan sarkıtlar sarkar. Üçüncü sınıfa gidiyordum. Her çocuk
gibi benim de kızağım vardı. Günümüzde aileler için otomobil ne kadar önemliyse
kızak da biz çocuklar için o kadar önemliydi.
Okuldan
arta kalan zamanlarda arkadaşlarla kızak kaymak en mutlu olduğumuz etkinlikti.
Kemalettin arkadaşım kızak yarışında birinciliği kimseye kaptırmazdı. Sürekli
kar yağdığı günler uzun öğlen teneffüsünde kardan adam yapar, kartopu oynardık.
Okulun bahçesinin alt tarafında oldukça dik bir yamaç vardır.
Kar yağıyordu sürekli. Eski yağan karın üstüne
yarım metre daha yağmıştı. Tuvaletlere giden patika yoldan yamaçtaki karların
içine atlamaya başladık. Bir iki üç deyip üç-beş arkadaş atlayıp taze yağan
pamuk gibi yumuşak karların içinde kayboluyorduk kısa süre. Toparlanıp tekrar
patika yola çıkıp atlamaya devam ediyorduk. Bir kez hız alıp en uzağa atlamak
istedim ve atladım. O an göğsüme bir hançer saplandı adeta. Nefes alamadım kısa
süre. Dayanılmaz bir acı hissettim. Kimseye bir şey söylemeden sessizce durdum
karların içinde. Yavaş yavaş acı kayboldu. Oyuna, atlamaya devam etmedim.
Altmışlı
yılların köy okulu ile ilgili öyküm. Beş sınıflı okulumuzda şen şakrak geçerdi
günlerim. Derslerle sorumun olmazdı. Okumayı tutku düzeyinde seviyordum. Ne
acıdır, köy okulu okuyacak kitap bulmak olanaklı olmuyordu. Tek ders kitabımız
vardı, Türkçe kitabı. Sınıf kitaplığımız zengin değildi. Kitaptaki şiirleri
ezberlediğim gibi bazı metinleri de ezberlemiştim. Ne yapabilirdim. Okuma
zevkimi gidermenin başka yolu yoktu. Eldeki kitabı okumaktan öte…
Köyümüzde
berber yoktu. Saçlarımızı kestirmek sürekli sorun olurdu. Bazı ailelerde saç
kesme makinesi vardı. Saçımızı kestirmek için bu aileleri ziyaret ederdik.
Dayımlarda yengem kesti bir kez saçlarımı. Makine işlek değildi. Gözlerimden
boncuk boncuk yaşlar geldi. O yıllarda öğretmenlerimiz uzun saça asla izin
vermezlerdi. Saçları uzayıp zamanında kestirmeyen arkadaşlarımız başöğretmenin
makasıyla tanışırdı. Makas elde saçlar üsten, yandan arkadan gelişi güzel birazcık
kesilir. Öğrencide zorunlu olarak saçlarını kestirmek zorunda kalırdı. Ama saç
kesme makinesiyle ama koyun kırkma makasıyla…
Kış
ortasıydı. Saçlarım hayli uzamıştı. Bu kez amcamlarda kestirdim saçlarımı öğlen
teneffüsünde. Evimiz okuldan hayli uzaktır. Üççeyrek saat sürer okulla ev
arası. O gün kabalağımı almayı unutmuştum. Paydos oldu. Güneş batıyordu. Akşam
ayazı çıktı. Baş açık eve yürüdüm. Eve vardığımda kafama dokunduğumda hiçbir
şey hissetmiyordum. Sobanın karşısına geçtim. Isındım.
Akşam
yemeğini yedik. Başım ağrımaya başladı. Annem yatak serdi. Yarı uyku yarı
uyanık kâbuslarla dolu bir gece geçirdim. Her sabah ki gibi yüzümü yıkadım.
Aniden fark ettim. Konuşamıyordum. Sağır ve dilsiz olan teyzemin oğlu gibi
olmuştum. Çorba içtik. Baş ağrım durmuştu. Okula gittim. Fakat konuşma yetimi
kaybetmiştim. Köyde doktora erkenden gitmeme gibi bir garip adet vardır. Aradan
günler geçti. Durumumda düzelme olmadı.
Babamla
güneşli bir günde ilçeye doktora gittik. Doktor amca babamı tanıyordu. Babam hikâyemi
anlattı. Her gün sabah akşam burnuma damlatılan bir ilaç aldık. İlacı günlerce
kullandım. Nihayet az da olsa konuşmaya başladım. Bir gün öğretmenim,
“
Artık tamamen konuşabiliyor musun?” diye sordu. Ben de, konuşabiliyorum diye
yanıtladım. Öğretmenim,
“O
zaman ‘Oğuz Kağan Destanı’nını’ anlat bize.” Dedi. O destanı da hemen hemen
ezberlemiştim. Anlattım. Yeniden öz güven kazanmıştım. Özellikle kış aylarında
baş açık okula gitmenin ceremesini atlatmak hiç de kolay olmadı…
Aynı
yıl ilginç bir olay daha yaşadım. Mart ayının sonları yaklaşmıştı. Bir Pazar
günü süpürge dalı kesmeye karar verdik kardeşimle. Ahırdaki süpürge hayli
eskimişti. Uğrev diye adlandırdığımız yayvan yapraklı bir ağaç var
ormanlarımızda. Bu ağacın sürgünlerinden olukça güzel süpürge yapılır. Bir çakı
alıp yola çıktık. Hedefi Şavşat Ardahan Karayolu’nun takiple evimizin
ilerisindeki tepenin arka yüzünü belirledik.
Gideceğimiz
yer, yayvan yapraklı ağaçların bol olduğu dik bir yamaçtı. Karayolunun altı. Daha
aşağıda köyümüzün en büyük su kaynağı çay şırıl şırıl akar. Yamaç güneye
baktığından bazı yerlerinden kar tamamen erimişti. Yamacın derinlikleri inip
hayli süpürgelik kestim. Kestiklerimi bir kısmını yola taşıdım. Kalanları da
kardeşim taşıyordu. Henüz dokuz yaşındaydım. Kardeşim ilkokula yeni başlamıştı.
Benden iki yaş küçüktür.
Güneş
sırtımızı ısıtıyordu. Yamacın ağaçsız olan ta çaya kadar uzanan bölümünde kar henüz
erimemişti. Yola çıktığımda kardeşime baktım. Aşağılarda kalmıştı. Elindeki üç beş
süpürgeliği taşımakla zorlanıyordu. Bir an önce yanına gidip ona yardım etmeye
karar verdim. Ve karlarla kaplı yamacın çıplak tarafına atladım. Az sonra
yaşayacağım olayın ayrımında değildim.
Göz
açıp kapama süresi içinde oldu ne olduysa. Karlar yerinden oynadı bir anda. Vadinin
derinliklerine akmaya başladı. Bir çığ oluştu. Oluşan çığda karların içinde ben
de hızla vadinin derinliklerine doğru amansızca kayıyordum. Çığın kopuş yerinde
olduğumdan tamamen karın içine gömülmemiştim. Önümde bir adet karaağaç vardı.
Bir anda ağaca sarıldım. Canımı kurtardım. Gariptir, korkmadım. Ağaca iyice
sarılıp; çığın akışını izlerken atlattığım tehlikenin büyüklüğünü hissetmeye
başladım.
15 metreye yakın genişlikle oluşan çığ çayda
son buldu. Su bir anda kayboldu. Günlerim tükenmemiş demek ki… Karayolundan her
geçişimde beni hayata bağlayan sevgili karaağacıma sevgiye bakarken ona olan
minnet duygularım kabarır.
Çıplak
alanın ötelerinde bırakmıştım kardeşimi. Hızla yanına varıp süpürgeliklerle
birlikte yola çıktık. Yaşadığım olayı anne ve babama anlatmama kararı aldık. Sağ
salim geri dönüyorduk nasıl olsa. Onları tedirgin etmek gerekmez diye düşündüm.
Çığla ilgili annemin anlattıkları vardı aslında. Annem:
“Bir
sesin yankısından bile çığ kopar. Sadece dik uçmasını beceren saksağan canını
kurtarabilir kopan çığın önünden…” Benzeri sözler ederdi. Karla kaplı çıplak
bir yamaçta karların içine atlamak hangi akla sığar! Çocukluk ve tez
canlılık! Yaşayarak öğrendim, çığın
acımasız bir doğa olayı olduğunu…