Yüce Rahman, bizleri rahmetiyle kuşattığı bir ramazan ayına daha kavuşturmuştu. İlk sahura kalkmanın heyecanı, tatlı telaşı sarmıştı Kırıkhan’ı. Yatma vakti oğlu Kıyas, odanın kapısını aralayarak, ‘Sen sahura kalkma hacı! Henüz iyileşmedin. İlaçlarını da alman gerek. Allah rahatlık versin.’ Deyip uyumak için odasına çekildi.
     Doksan üç yaşındaki adamın odasını, derin bir sessizlik kaplamıştı. ‘Nasıl yani? Ben oruç tutmayacak mıyım artık?’ İnce bir sızı sardı sol yanını. Bir sıcaklık kapladı bedenini. Gözlerinden iki damla yaş süzülerek yastığına döküldü. Hayatı film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Kendini bildi bileli namazını ve orucunu terk etmemişti. Ne Muş’un Malazgirt Ovası’nda tırpan biçerken, ne elli yaşında Kırıkhan’ a göç edip, hayvancılıkla uğraşırken, onca sıcak ve uzun günlerde dahi orucundan taviz vermemişti. Doğudan göç edip gelen Yirmi-otuz hane köy halkı, kendisine saygınlık ifadesi anlamına da gelen Keke (ağabey), diye hitap ediyorlardı.
     Keke, son iki yıl içinde eşini ve kardeşlerini kaybetmiş, aile büyüğü olarak yalnız kalmıştı. Tek tesellisi evlatları ve kendisini ziyarete gelen onlarca torunu idi. Ne var ki, eski toprak olmasına rağmen, yaş ilerledikçe yavaş yavaş sağlık sorunları beliriyor, bedenini yoklamaya başlıyordu. Ramazan’a dört gün kala, karın ağrısı, mide bulantısı ile gittiği hastanenin acil servisinde, kalp krizi teşhisi konmuş, acil bir operasyonla tıkanan kalp damarları anjiyo yöntemiyle açılmıştı. Bir gece yoğun bakım sonrası, eve yeni gelmişti. Ara sıra nefes darlığı çekiyordu. İştahsızlığı devam ediyordu. Oğlu belki de haklıydı. Henüz kendini toparlayamadan ramazan gelmişti. Sonra rahmetli hanımının şeker ve tansiyonu olduğu halde, son anına kadar ibadetlerini bırakmamak için ne kadar azimli ve ihlaslı davrandığını hatırladı. Nebiler Nebi’sinin: ‘Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz, öyle dirilirsiniz!’ hadisi şerifi kulaklarında çınladı. Evet, kendisi bir Keke’ydi, bir hacıydı, en önemlisi Allah’a borcunu ödemesi gereken bir kuldu. Ne olursa olsun, son nefesine kadar O da ibadetini bırakmamalıydı.
     Sahur için salalar okunan minarelerin şerefelerini ‘Hoş Geldin Ya Şehr-i Ramazan’ mahyaları süslüyordu. Çalan davulu dahi işitemeyecek kadar uykuları ağır haneler hariç, ışıldayan evlerde, sahur sofraları hazırlanıyordu. En çok da yatarken, ‘Beni de sahura kaldırın!’ diye annelerini sıkı sıkı tembihleyen çocukların, sofrada yarı uykulu ama heyecanlı halleri yok mu? Geceye ayrı bir renk katıyordu.
     Keke, döşeğinden kalkıp abdestini aldı. Hazır olan sofraya bağdaş kurup oturdu. Oğlu ve gelini çok şaşırmamışlardı. Hacıyı ikna edemeyeceklerini biliyorlardı. Taze pişmiş, mis kokusu evi saran keteden bir parça kopardı. Birkaç kaşık üzüm hoşafından aldı. İlaçlarını içip, sofradan kalktı. Seccadesini serdi. Sabah namazının vaktini beklerken, ellerini kaldırıp, ibadetlerini ifa edebilmek için Yüce Yaradan’a dua ediyordu...
     Allah sana ve senin gibi çınarlarımıza, sağlık ve uzun ömürler ihsan etsin. Başımızdan ayırmasın. İyi ki varsın, iyi ki babamsın Keke!

06.05.2019
Muhittin Alaca
( Sen Sahura Kalkma Hacı başlıklı yazı Alaca tarafından 6.05.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.