Güneş gamlı yüzünü çevirmiş, bir şeyler fısıldıyordu perdesi daha aralanmamış evlere… Gün henüz yeni aydınlanmaya başlamıştı. Etrafı seyre dalmıştı. Ayakkabı boyacısı, simitçisi, hamalı, elinde süpürgesiyle kafasındaki düşüncelere inat sokak aralarını temizleyen temizlikçisi, her biri ayrı bir telaş içindeydi. Bankta arkasını yaslamış yaslı bir ritimle çıkardığı sesler bedbinliğini bir misli daha çoğaltıyor, meyus bakışlarındaki vehim aklındakilerine gem vurdukça, hissiyatını acımasız bir güçle kamçılıyordu.

Rengi, sıkıntıdan buram buram ter döktüğü için belli olmayan kadının yorgun ve fersiz gözlerinde, inadına ezici bakışlar hüküm sürüyordu. Ayakucuna ilişen kedi dikkatini dağıtıyordu. Acıkmıştı belli ki. Elindeki simitten kopardığı parçayı önüne attı. Bembeyaz tüyleri, alabildiğine yosun yeşili gözleri yüzünde bir anlık tebessüme sebep oluyordu. Kaşları bilinmez bir kederin vicdan ezici yükü altında ezilmişti sanki. Balçık rengini andıran derisi, inadına gergin, kirpiklerinin altında koyu gölgeler hâkimdi… Azap dolu bir çehresi vardı. Gözbebekleri derin ürpertilere sahipti. Yorgun düşüncelerini müphem bir varsayımla hançerleyen kadın, sabahın serin rüzgârlarının yüzüne kondurduğu buselere rağmen, buram buram terlemişti. Oturduğu banktan doğruldu, yüreğini sardığı cendere zorluyordu oturduğu yerden kalkmasına. Derin bir iç çekip gökyüzüne baktı. Ne yapacağını bilmez bir halde yürümeye devam etti. Gecenin ilerleyen saatlerinde evden çıkmıştı. Kocasının akşam ki dayağından sonra evden zor atmıştı kendini. Günlerdir böyle sürüp gidiyordu. Cılız bedeni daha fazla dayanamayıp, gecenin ilerleyen saatlerinde çıkmıştı evden. Çocukları olmasa geri dönmemek için bir an tereddüt etmezdi. Mecburdu, tekrar eve doğru yürümeye koyuldu. Adımları arttıkça gözyaşları yanaklarından süzülüyor, içli içli yutkunuyordu. Çaresizlik yüzünde acı bir şekilde seyrediliyordu. Bir kaç dönümlük arazi için sevmediği bir adama verilmişti. Daha 16 sında. Kendisinden 20 yaş büyük bir adamla 19 yıl boyunca gül yüzü görmemişti. Çocuklarının okulunda temizlik görevlisi olarak çalışıyordu. Çektiği zulüm, gördüğü muamale ağır geliyordu artık yorgun bedenine. Adımları sıkılaştıkça, kalbine olmadık ağrılar saplanıyordu.Sabahın uçuk bulutları arasından evlerini seçebilmek için kısık bakışlarıyla tarıyordu öteleri.nihayet gözüküyordu Tek katlı müstakil evleri.değişik sahneler geliyordu gözlerinin önüne.düşünceleri taşlaşıyor, dudaklarını geviyor acısını hafifletmek için..nihayet bahçe kapısından içeri girdi. Çehresi koyu bir kederin kuşatması altındaydı. Bakışlarında içler acısı yansımalar parıldırıyor, gözlerinin içi buhar buhar kaynaşıyordu.

Koymaya yer bulamadığı titrek elleri, soğuktan mor kestiği dudakları, ince yüzünde belirli belirsiz yara izleri… Yüzünde koca geçmişin izlerini taşıyordu sanki.Titreyen elleri anahtarı kilit bölmesine koyduğu tık sesiyle aralandığı kapıdan, sessizce içeri sızıyordu.Az sonra olacaklardan habersiz.çocuklar ortada gözükmüyordu.etrafına bakındı .sonra odaları tek tek yokladı.. Birden banyo geldi aklına. Banyo kapısı

kilitliydi. Seslendi ses yoktu içerden. Döndü salonda uzanmış kocasına baktı… Tüm gücünü toplayarak karşısında durdu:

· Kapıyı aç onların bir suçu yok dedi çaresizce.

Yerinden doğrulup kadının suratına öfkeyle baktı göz bebeklerini büyüterek.

– Neredeydin bu saate kadar? Sen önce onu söyle!

– Necdet yalvarıyorum aç şu kapıyı.

Fırtınalar kuduruyordu Necdet’in göz bebeklerinde, deli deli dönüyordu yuvalarının içinde.

· Dalgamı geçiyorsun sen benimle Kadın! Ne işin var senin sabaha kadar dışarıda. o kapı açılmayacak çeksinler cezalarını, çıkmayacaklar ordan. Çocuklarını bu kadar düşünüyorsun madem kaçıp gitmeseydin o zaman.

Televizyonun sesini açıp kadını duymuyor gibi yapıyordu. Ayşe dizinin dibine eğildi onun duyacağı bir ses tonuyla tekrar konuşmaya başladı:

· Yediğim dayağın haddi hesabı yok. Çalışıyorum aldığım her kuruşu eline sayıyorum daha ne istiyorsun benden. Vur, kır, dök bir şey demiyorum. Alıştım artık, ama çocuklarıma dokunma yalvarıyorum dokunma onlara.

Daha fazla konuşamadı Ayşe. Hıçkırıklar engel oluyordu konuşmasına. Kalktı banyonun olduğu kapının arkasından çocuklara seslendi:

· Ali, Esma orda mısınız yavrum? Bir ses verin Annem iyi misiniz?

·

Esma kapının diğer tarafında sessizliğini bozuyordu:

– Anne yardım et n’olur! Çıkart bizi buradan. Abim o hiç iyi değil.

– Ne oldu Abine Esma. Neyi var abinin?

Esma konuşmaları boğazına dizili bir şekilde sesi çıkmıyordu.

Anne merak ve telaşla tekrar soruyordu:

– Esma ne oldu abine dedim. Anlat kızım neyi var abinin.

– Anne… Abimm!

– Ne oldu esma konuş ne oldu? Çıldırtma beni.

Esma sessizliğini bozup telaşla cevap veriyordu:

· Anne kafasını yere vurdu kanı durduramıyorum. Sesleniyorum cevap da vermiyor. Korkuyorum anne nolur yardım et.

Ayşe çaresiz kapının ağzına yığılmıştı. Elini ağzına kapatıp gözyaşlarına teslim ediyordu kendini… Esma’nın söyledikleriyle beyninden vurulmuşa dönmüştü… Banyo’nun olduğu yerden hızla çıkıp Necdet’in olduğu salona geçti.

Vurdumduymaz baba tv karşısında uzanmış yine içki şişelerinden birini içmekle meşguldü.

Ayşe usulca yaklaştı, yanına kadar sokuldu, gözyaşları ardı ardına düşüyordu, yalvarmaklıydı sesi:

· Aç kapıyı kurban olayım, ne istersen yapmaya razıyım. İyi değilmiş Ali ne oldu, ne geçti aranızda?

İstifini bozmuyordu Necdet. Ayşe‘nin yüzüne bile bakmadan sakin bir şekilde cevap veriyordu:

· Al şu anahtarı gözüme gözükmeyin bir daha. O oğluna da söyle yerli yersiz cevap vermesin bir daha bana. Aklı sıra seni savunuyor. Söyle ona o aklını başına toplasın!

Ayşe olup biten den habersiz banyoya koşuyordu. Kapıyı açtığında gördüğü manzara karşısında dehşete kapıldı.

Ayşe’nin dizlerine uzanmış, kanlar içinde baygın bir şekilde yatıyordu Ali… Bir an durdu, ne yapacağını bilemedi. Kime haber verse düşündü kimsesi yoktu, zaman da yoktu. Bir hatırı sayılır dostları vardı, onlar da her kavgadan sonra yanında olmuşlardı. Yüzü yoktu artık kimseye haber vermeye. Yalnızlığın hüznü düşmüştü yüreğine.

Önce bir taksi çağırdı, arkasından Esmayı da alıp hastaneye gittiler. Ali ‘nin durumu ağırdı. Başta kafa travması olarak geçmişti raporlara, sonrasında beyin kanaması… Yoğun bakımdaydı. Saatler geçtikçe Ayşe‘nin ruhu ızdırap içinde can çekişiyordu. Evden gitmemiş olsaydı oğlu şu an iyi olacaktı. Babasıyla

ağır bir kavgaya tutuşmuşlardı Anne evden gittikten sonra. Babası Ali’nin karşı koymalarına dayanamayıp indirmişti suratına yine tokatı. Ali bunun altından kalmayıp savunmuştu Annesini. Lakin acımasız Baba’ya yetmemişti attığı tokatlar. Ali’nin karşılık vermesi Baba’yı daha öfkelendiriyor yüzüne indirdiği tokatlar ardı ardına kesilmiyordu. En son yerden Ali’yi alıp tekrar vurduğunda Ali yere savruluyor başı cam sehpa’nın olduğu bölmeye denk geliyordu. Sonrasında baba sürükleye sürükleye banyoya götürüp arkasından kapıyı kilitliyordu. Esma gözü yaşlı anlatıyordu olup biteni. içli bir ağlama seyrediliyordu yüzlerinde. Anne kız Ali ‘den gelecek en ufak haberi bekliyorlardı, yoğun bakım servisinin önünde. Az sonra doktorlar acı haberi Anne’ye veriyorlardı. Ali dayanamamıştı. Hazin bir hikâyenin kurbanı olarak geride bırakmıştı gözü yaşlı anneyle, kardeşi… Anne çaresiz, anne eksik… Vuslatı yarım kalmış bir çocuktan ne istedi. Hayallerinden, yaşayacak onca güzel günlerinden, aklında bir sürü düşünceyle fırlıyordu az sonra çöktüğü yerden. İlk çevirdiği taksiye binip evin yolunu tutmuştu. Taksiden inip ağır ağır yürüyordu. Biraz sonra olacaklardan habersiz… Belki yıllardır istediği huzurun kapısını aralayacaktı. Böyle düşünüyordu, düşünceleriyle beyninde savaş halindeydi. Kapının önüne geldi kapıyı çaldı ses veren yoktu. Anahtarı çevirip kapıyı açtı, sessizce içeri girdi. Etrafı yokladı, salonda tv karşısında sızmış bir vaziyette buldu onu, mutfağa gitti bulduğu ilk çekmece den gördüğü bıçaklardan irice olanı aldı, parmak ucunda yürüyordu yanına yaklaştı, kulağına eğilip:

· Oğlumu damatlığıyla hayal ederken, onu bembeyaz kefenler içinde görmek düşecek kaderime, ne istedin be adam! Bizden ne istedin… Bugüne kadar yaptıkların yetmedi mi? Ben oğlumu nasıl alır toprağın altına koyarım hiç düşündün mü? Ha! düşündün mü?

Bıçağı olan gücüyle Necdet’in kalbine indirmek için kaldırdı fakat yapamadı. Necdet gözlerini açtığında elinde bıçakla Ayşe’yi karşısında gördü. Can havliyle Ayşe’den bıçağı almaya çalıştı. İkisi birden boğuşuyorlardı, birden bir şey oldu, ikiside durdu olduğu yerde. Ayşe elinde bıçakla kalakalmıştı, kan damlıyordu yere. Ayşe karnına saplanan bıçakla yere yığılıyordu. Nefes alışları hızlanmış, soğuk terler döküyordu. Necdet çoktan kaçıp gitmişti evden, bir an duvardaki söz gözüne ilişiyordu. Son defa dudaklarından o sözler dökülüyordu Ayşe‘nin;

Yüreğim baştanbaşa bir diyarı haraptır.

Bağrımda can çekişen, bir avuç ızdıraptır.

Sona eriyordu ızdırabı artık, yıllardır süren çilesi bitmişti. Bir kadın daha öylesine yok olup gitmişti sessiz, sedasız. Bir kadın daha hayattan koparılmıştı. O da tıpkı diğerleri gibi ayrılırken dünyadan; çaresiz, yorgun ve kimsesizdi…

( Bir Avuç Hicran başlıklı yazı Merveakyel tarafından 28.04.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.