ULAN BENDE ARTIŞ YAPIYOM !

             Kahvehaneler yaşantımızın 'herkesin olmasa da' bir parçasıdır. Ülkemize nasıl girmiş, ilkini kim açmış, hangi padişah yasak etmiş, sonradan neden ”Kıraathane” denmiş bunlar tarihle ilgili şeyler…

             Sabah evinden çıkan emekliler ne yapsın, nereye gitsin, hangi dükkanda kaç dakika oturabilsin, hiç olmazsa takıldıkları bir kahvehaneleri var, orada günlük gazeteleri okurlar, çaylığına, meşrubatına, ayranına  oyun oynarlar, sohbet ederler, böylelikle vaktin nasıl geçtiğini bilmezler. Akşam olunca müptelası hariçler de tek tük evlerinin yolunu tutarlar.

           Yıllar önce köyünden Kırşehir'e gelen birisi eğer birisiyle buluşacak sa zamanının meşhur Davşan’ın, Sülükcülerin veya buna benzer namlı kahvehaneleri adres verirdi.

            Bildiğim kadarıyla Karacaören’de ilk kahvehaneyi Cülük Sali açmış ,daha sonraları askerden gelen Güdük İreşid’in Hasan ona özenerek babadan kalma samanlığı kahvehaneye çevirip hizmete sokmuştur. Hasan o yıllar köyün kalabalık oluşundan bu işten para kazanmış, sonradan Almanya’ya işçi akımı başlayınca haliyle köyün boşalmasıyla işler tersine dönmüş o bir başkasına, başkası bir başkasına devrederek aradan geçen yıllar içersinde kahvehane en son tat Duran’a kalmıştır.

         Tat Duran babası Kör Mevlit gibi gece önüne hindi sıfatıyla çıkan cinlere karşı gelecek, kerpiç kesecek,  kuru kerpiçleri kelle atar gibi inşaatlarda duvar ustasına atacak güçte, kuvvet de birisi değildir. Bundan dolayı Kırşehir’e çalışmaya gider. Sağda solda gezerken bir kahvehanede garsonluğa başlar. Bu ve bu gibi işlerde çalışırken kahve ve çayın nasıl yapıldığını, köpürtmenin ve demin nasıl ayarlandığını, yani kendi kendince mesleği öğrendiğine iyice kanat getirince garsonluğu bırakıp kahvehanelerde ocakcılığa başlamış olur.

         Hasan kahveciliği bıraktıktan sonra Karacaören-Kırşehir arası yolcu taşımacalığına başlar. Günün birinde yolu tat Duran’ın (konuşma zorluğu çektiğinden) çalıştığı kahveye düşer. Duranla sağdan-soldan konuşurken kahvehaneyi çalıştıran kişinin ”Hemşerim ocakcıyı meşgül etme” demesine içerleyen Hasan; ”Oğlum Duran ben senden kira-mira istemiyom git kahveyi çalıştır buralarda ezilme” deyince Duran’ın sevinçten ayakları yere değmez.

         O kahvehaneyi çalıştıran her kim olursa hazır müşteriye konardı. Çünkü oranın müşterisi hiç eksik olmazdı. Nede olsa eski kahve olmasıyla gelenlerin orasıyla ilgili ileride anlatacak bir çok hatıraları vardı.

         Köylük yer olduğu için genelde kimsenin cebince para olmaz, borçlar harman kalkımında ödenirdi ki bu durum haliyle kahvehane çalıştıran kişinin bütçesini zorlardı. Çaya, şekere Özbağ'lı çapkın Yahya’nın Çiçekdağı'ndan getirdiği meşe kömürüne, sonradan bunun yerini alan gaz ocağının ve lüküsün gazına, yeni yeni kullanılmaya başlayan tüpgaazlı semaver ile aydınlatmak için kullanılan lüküsün gömleğine tüpüne, oun kağıtlarına, kaybolan tavlaını zarına puluna, domino taşlarına para mı yetiyordu.  

         Mehmet daha henüz on yedi-on sekiz yaşlarında kuş taşlamayı çoktan geride bırakmış bir gençti. Babası diğer köylüleri gibi muhannete muhtaç olmamamak için Almanya’ya işçi olarak gitmiş, Mehmet de üzerinde bir baskı olmadığından “Nasıl olsa Ankara’da amcalarım var, askerden sonra beni işe koyarlar” diye şehirde Kale Orta okuluna kayıt olmamış, ahırda samanlıkta, bağda, bahçede, harmanda, hasatta dedesine yardım eder, boş zamanlarında da arkadaşlarına özenip evlerine yakın olanTat Duran’ın kahvesine giderdi. Cebinde parası olsun olmasın kimseden altta kalmamak için arkadaşlarına çay söyler, yerine göre tavla, domino, bülüm, atmış altı, üçlü, pişti gibi oyunlar oynar yenilirse ”Duran abi hesaplar bende sonra öderim” deyip oradan ayrılırken  Duran abisi de arkasından ”Peki yiğenim daha sonra ödersin” der, sırtını tıpışlamayı eksik etmezdi.

          Aradan bir süre geçince Mehmed’in borçları katlandıkça katlanmış, o ve onun gibi diğer gençlerinde borçları üstüste birikince bu da Duran’a göre bir mebla teşkil etmekte, haliyle çayı ve şekeri veresiye aldığı bakkal Katip Irzaya borcunu ödeyemediği için darada sırada yerine göre ondan azar işitmektedir.

        Mehmed artık eskisi gibi kahveye uğramamakta, evlerine başka sokaktan girmektedir. Tat Duran onu gördüğü yerde artık ”yeğenim” diye sırtını sıvazlamamakta orasına, burasına ”Paramı hemen getir” diye önceleri cimcik atarken zamanla onun yerine yumruk vurmaktadır.

        Sabah erken kalkan Etem o gün için her nedense pek neşelidir. Köpeği zor-zor’la evin çatal kapısından sokağa çıkmasıyla hemen karşısındaki duvarın dibinde oturan komşusu Firdes ”Alagaz, alagaz, alagaz”diye kucağındaki torununu sevmektedir.

        Şakacı Etem durur mu ,hazırcevap ”Firegaz ,firegaz, firegaz” diye Firdes’e seslendiğinde onun kucağındaki torunuyla utancından eve nasıl kaçtığına gülerek bahçesinin yolunu tutar.

        Etem bahçede bir müddet çalışıtıktan sonra haliyle yorulmuştu. Gözlerinden uyku aksa da bir ay önce Ankara’da taktırdığı dişler damağına vurmakta, haliyle de kendisine acı vermektedir. Etem dişleri çıkarıp bir beze sardıktan sonra gölgesine uzandığı zerdali ağacının kovuğuna onları koyup derin bir uykuya dalar. Gördüğü korkulu bir rüyanın etkisiyle uyandığında gözlerine ilk ilişen şey dişlerinin köpeği zor-zor’un ağzında oluşudur. Şaşkınlıkla “ula zor-zor benim damağımı vuran senin ağzına uyar mı at onları” diye yarı kızgınlıkla bağırınca zor-zor korkudan dişleri atıp kaçar. Dişleri eline alan Etem onların köpeğin gevmesi ile özelliklerini kaybettiğini anlayınca öfkeden deliye döner, dişleri bir tarafa fırlatıp ”şimdi ben nasıl yemek yiyeceğim” diyerek evinin yolunu tutar.

          Tam çatal kapıyı açmıştı ki gölgenin loşluğunda için için ağlayıp hıçkıran torunu Mehmet'i fark edince dişi - mişi unutup ”sana ne oldu kuzum evde bir şey mi var, yoksa eben Fati’mi hasta yavrum…”diye sorar

          Mehmet dedesini yanında görünce bundan cesaret aldı, kendine güveni geldi, “Tat Duran beni döğdü dede…”  diyerek gözyaşlarını kolunun yenine silmeye başladı.

      Aslında Mehmet borcunu ödeyecekti fakat parası yoktu. Birkaç kez dedesinden isteyecek oldu ama diyemedi, anasına duyurdu o da oralı olmadı. Fırsatını bulup bir şinik buğdayı ambardan ah bir  aşırsa borcunu belki öderdi. Karşılaştıkları günün birinde Tat Duran bu kez sırtına değil de kafasına bir yumruk vurmuştu. Yumruk bayağı ağır cinstendi. Kafası öyle acıyordu ki…Az sonra baktığında orası şişmişti.

         Etem torunu Mehmet'i yanına alıp eve yakın olan kahveye varıyordu ki Tat Duran “Etem ağa herhalde Mehmet'in borcunu vermeye geliyor” diye iç geçirerek onları pencere camından görmesiyle kahvenin kapısındaki  merdiven ayağına geldi.

          Etem ağa çok öfkeliydi. ”Ula Duran utanmıyon mu el kadar çocuğu döğmüye, şurda konşu yerdeyik  bu yapdığın ayıp dağal mi, utanmıyon mu gocaman adamsın.….”

“O da bok yemesin getirip borcunu ödesin Etem ağa….”

“ Ula Duran terbiyeni takın, bok senin ağızınan yinir utanmaz dürzü.”   

“ Etem ağa, terbiyeyi atlar takar, ben borcumu vermeyen adama şu kadar şey ederim.” diyerek ilk küfrün başlangıcını yapmış oldu.

          Etem o yıl hacdan yeni gelmişti, birde bunun yanında bayağı yaşlı idi. Bedeni eskisine nazaran gözle görülür ufalmış, artık gücünü de kaybetmiş, eskiden beri  küfür etmek onun  dilin de yer etmemişti.

”Ula tat; beni küfüre zorlama, yoosam iş değişir, soona garışmam…”

“ Zorlasam nolur, garışsan nolur lan, laf yetirecane kör mü torun'uyun borcunu öde, vermezsen bir milyon kere şey ederim.

          Etem bu küfür'deki katsayı artışına bayağı içerlemişti. Yaşlı olmasa bunu Duran’ın yanına koymazdı. ”aaah ulan gençlik” diye iç geçirdi. Ortada dövüş olmadığı için herkes ‘seyir on para’ yapıyor onlara bakıp bakıp gülüşüyorlardı.

           Etem kalabalığa duyuracak şekilde sesini akort ettikten sonra "ula Kör Mevli'din eşşaaa, ula Tad Duraaan, aha şimdi şurda hacılığı, hocalığı bi yana goyom. Bede senin küfürüne artış yapıp iki milyona çıkarıyom, sana da ilaveli gönderiyom şimdi  ne diycan baalım zırnııııık, bok yime erkaasen yanıma geeel. Gorkuyon daalmi tat donuuuz.,

ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR  15 08 2016

Öyküleri şahısları küçük düşürmek, mirasçılarını rencide etmek için yazmadım.

( Ulan Bende Artış Yapıyom başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 26.04.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.