ABİ  MAL VAR MI!

http://www.cagdaskirsehir.com/images/space.gif

            Erdoğan ilkokulu köyünde bitirdikten sonra ortaokulu okumaya Kırşehir'e gelir, sekiz ay tahsil, dört ay tatil ederken yavaş yavaş köyden uzaklaşmaktadır. Liseye başladığının ikinci yılında (69-70) babası göçü köyden şehre taşıyınca ister istemez köyüyle irtibatı koparmış olur .

             Liseden sonra babası saat kulesi karşısındaki iplik dükkanını "bu bina eski, bir gün mutlaka yıkılır" düşüncesiyle mülk sahibi burasını yıkıncaya kadar Erdoğan'a devretmiş, kendisi başka yere yine aynı mesleği yapan "yerimiz hemen belli olsun" diye ikinci bir dükkan daha açmıştı.

             Dükkan sahibi avukat Tevfik Görkey yenisini yapmak için altı yıl sonra binayı yıkmak zorunda kalınca  Erdoğan 1978 yılı Eylül ayında Ünal Çarşısı dış cephede boş bulunan bir dükkanı kiralayıp oraya taşındı.

             Erdoğan'ın  köyüne  olan hasreti gün be gün artıyor, bunu da arada babasından kaçırdığı otomobille Kervansaray Dağları’na mantar, kenger gezme bahanesiyle gideriyordu. 

              Pazar günü geldi mi  karşı dükkan komşusu kuru temizlik işiyle uğraşan köylüsü Halil İbrahim  Kaya'yı yanına alıp onunla mantara gidiyordu. Kaya çocukluğundan beri dağlarda çobanlık yapan babasıyla beraber eşek ve dana karışımı hayvanları otlatırken mantar  evleklerini  ve bulunduğu yerleri zamanla öğrenmiş, zamanla 'mantar erbabı' olmuştu.

          Erdoğan'ın bu gidiş gelişlerinde  Kervansaray Dağlarının alt eteklerinde "İn" denilen mevkide mağaraların karşısına düşen bölgede 'ıslaklık ve etrafında yeşil su otları' dikkatini çekiyordu. Orada zaten yıllar önce amcazadesi olan Püsküllü Mehmet'in yapmış olduğu çeşmenin enkazı duruyordu. 

          Bu durumu babasına zaman zaman duyuruyor, adamcağız bir türlü fırsatını bulup oğlunun dedikleriyle pek ilgilenemiyordu. 

          1982 yılının bir bahar ayında fırsatını bulan baba oğul Karacaören Belediye Başkanı Kadir Yılmaz'dan izin alınıp verdiği kepçeyle suyu 'güç bela' meydana çıkardılar. Mübarek parmak kadar akıyordu. Uzun uğraşlardan sonra çeşmeyi meydana çıkardılar. 

           Başta enişteleri Kadir olmak üzere kardeşlerinin her birinin adına çeşmenin etrafına  birer adet söğüt ağaçları diktiler.

            Erdoğan'da artık bir dağ ve ağaçlandırma hastalığı başlamıştı. Viran olmuş bahçelerden veya kendi rızasıyla verenlerden söktüğü ağaç fidanlarını götürüp çeşmenin etrafına dikiyordu.
            Bazen izinsiz sökümlerden dolayı mahkemelik olduğu zamanlar oluyordu. Ağaçları  büyütmek çok zor ve zahmetli bir işti. Ağaçlara tenekelerle su taşıyor, az akan çeşmenin suyu ihtiyaca cevap vermiyordu.                     Ayrıca bunların yanında oraya otlamaya ve su içmeye gelen hayvanlar ağaçları kırıyor, onları çalıyla muhafazaya almakla uğraşan Erdoğan'ın elini ayağını çalı çizip yaralıyordu.

          Ağaçlar bir yandan dikilirken ötekiler de yavaş yavaş büyüyor, bayağı uzaktan seçilmeye başlıyordu. Söğüdün gölgeleri artık piknik yapmaya gelenleri güneşten koruyordu. Ağaçlar büyüdükçe piknikçiler bir birine anlata anlata orasının methi duyuluyor, hafta sonları  adeta Çuğun Barajı, Güzler Parkı gibi dolup taşıyordu. Erdoğan oraya bir tuvalet bile yapmıştı. Gelenlerin arabası bazen elliyi, altmışı bile bulduğu oluyordu. O kadar insanın getirdiği poşetler ve atıklar çevreyi kirletiyordu. Erdoğan'da kimseye kızmadan adeta bir çöpçü gibi onları tek tek topluyor, gelenler ibret alıp bir daha ki seferde pislik bırakmıyorlardı. 

             Aradan geçen yıllar içerisinde Erdoğan ağaç dikmek süretiyle  ağaçlandırma sahasını genişletmiş, bu durum çobanları ve hayvan sahiplerini bayağı içten içe kızdırır olmuştu. Güya piknikçiler yüzünden hayvanlarını doğru dürüst sahada otlatamadıklarından, çeşmede suluyamadıklarından dolayı dem vurur olmuşlardı.

             Erdoğan bir gece dağa yatmaya gitti. Güya sabah erken kalkacak ağaçlara tırtıl ilacı atacaktı. Sahaya vardığında baktı ki Çoban Hayrettin gece hayvanları sahaya yatırmış, ineklerin altında kalan ağaçların çoğu eğilip kırılmıştı. Erdoğan Hayrettin'e çıkışsa da”babanın malı mı” cevabını almıştı.
             Zaten köylü Güdük İreşid'in Hasan (Erdoğan'ın babası) "burasının tapusunu alacak, benzinlik yapacak" diye yaygarayı basıyordu. Erdoğan ağaçları dikerken mal edinime düşüncesi içinde olmamış, hatta ağaç dikmesine babasının azarları karışmıştı.

          Erdoğan ağaçları koruma gayesiyle sahayı kiralamak için üç gün sonra  kapısını çaldığı Milli Emlak müdüründen "burasının orman sahası olduğunu, Orman İşletme Müdürlüğü’ne başvurması gerektiğini" orada öğrenir. Sahayı kiralamaya ve hayvanlardan ağaçları kurtarmaya gidip eli boş dönen Erdoğan'ın üzüntüsüne diyecek yoktu.

           Soluğu o zamanki adı Fidanlık Müdürlüğü olan dairede aldı. Çay kahve derken sıra asıl konuya gelmişti.
            Erdoğan durumu olduğu gibi müdüre  anlattı. Müdür Mehmet Özer “demek Kırşehir'de böyle karşılıksız hiç bir beklentisi olmadan ağaç diken bir gönüllü vardı da biz ne diye haberdar olmadık, ne istersen söyle  hemen yapalım. Sürmeye araç, dikmeye ağaç mı  hemen verelim”. 

           Erdoğan, "çok teşekkür ederim sayın Müdürüm, ben sizden hiç bir şey istemiyorum, siz sadece o sahayı tel örgüye alın ben parasını vereyim”. 

            Az düşündükten sonra  müdür “Ne münasebet, orası bizim orman sahamız sen git, isteklerin yerine getirilecektir”. Bir hafta sonra saha tel örgüye alınıp hayvan girişine kapatıldı.

              Arada sırada Hayrettin, Cönünün Mehmet, Çamcının Paşa gibi çobanlar  gizlice hayvanları sahaya yaylım için  sokuyorlardı. Erdoğan onları tek tek uyarıyor, “yarın yakalanırsanız benden bilirsiniz” diyordu. Nitekim Hayrettin  orman bekçilerine yakalanmış haliyle  bir sürü para cezası ödemiş, bunu da Erdoğan'dan bildiği şüphesiyle birçok ağacı kırmıştı.

            Erdoğan Radyo, TRT 1'de yayımlanan İzmir yapımı SÖZDEN EYLEME ÇEVRE adlı programın yapımcısı sayın İlhami Arslan'ın dikkatini çekmiş, ona radyoda konuşma imkanları tanımıştı. Bir dikkatsiz piknikçinin bir anlık dalgınlığı ile büyük bir yangın çıkmış, birçok ağaç  yanıp kül olmuş, o günden bu güne saha pikniğe yasaklanmıştı. Olayı Radyo 1'e yazan Erdoğan'ın mektubunu okuyan spiker gözyaşlarına hakim olamamış hıçkırıkları metni okumaya mani olmuştur. O spiker şu anda TRT İzmir Radyosunda halen görev yapan bir beyefendidir.

              Erdoğan bütün bunlara ilaveten çeşmesinin altında ören bir çeşmeyi de tamir edip ayağa kaldırmış, ağaçlandırmış (şimdi o söğütlerin altında insanlar piknik yapıyorlar) orayı da her hafta pırıl pırıl temizlemiş, “nasıl buluyorsan öyle bırak” diye yazılar yazmıştı. 

               Yıllar sonra Boztepe li Hacı Mahmut Altaş'ın önderliğinde şimdiki Boztepe yolu üzerine iki musluklu çeşme yapılmış, oranın tamir bakım ve çevre temizliğini Erdoğan bıkıp usanmadan halen yapmaktadır.

               Erdoğan bu çeşmenin  atık suyunu altı yüz metre boru çekerek kendi adıyla anılan (Erdoğan Çeşmesi) orman sahasına, orman yolu kenarından çekip büyük bir su havuzu yapmıştır. Bunlar hep para işi, bu hayrı sizce kaç kişi yapabilir? Yol kenarına badem tohumları atmış zamanla o ağaçlar boy boy büyümüş gelenler bademini yemektedir. Havuzdan aldığı suyu yer altına döşediği borularla sahaya yaymış, yaptığı lögarlara ilave ettiği borularla sulama işini yapmıştır.

               Bu işlerle her hafta uğraşı verirken bir ufak rakı içer, çalışırken üstü başı berbat olur, dağ ve çeşmeler yüzünden ihmal ettiği hanımı ile arası açılırdı. Hatta bir ara kendisine  kızan “hanımı beni mi, dağı mı tercih ediyorsun” der ve aldığı “dağı”cevabına kadın şok olur.

               Erdoğan 2000 yılında eski çeşmesinin beş yüz metre ilerisinde Boztepe yolu altında bir su kaynağı bulur. Babası ve Özbağ lı Ahmet Turhan'la çeşmeyi yaparlarken 2004 yılında babası ölür.

              Üç ay sonra Ahmet Ağayla çeşmeyi, duvarlarını, oturma masalarını, buna ilaveten de büyük bir havuz yaparak tamamlar. Çeşme şu an bile gürül gürül akıp kurda kuşa insanlara su vermektedir.
Ahmet Turhan ustalık için gerek Hasan'dan, gerek oğlu Erdoğan para almamıştır.

             Hafta sonu akşam olunca Erdoğan çeşmelerin mıntıka temizliğini sırasıyla yapa yapa son olarak Kervansaray Dağının Kırşehir yönündeki meşhur Çanak Pınar Çeşmesi’ne gelir, oranın da mıntıka temizliğini yapar, son dublesini orada  atıp evinin yolunu tutardı. Eve dönüş çok zoruna gider "ah şu dükkanım olmasa da haftanın en az üç günü burada geçse" diye kendi kendine üzülürdü.Dağlara giderken dağın tepesinde bıraktığı romatizma ağrıları eve dönüşte tekrar vücuduna biner, bir hafta onların ızdırabını çekerdi.

             O gün arkadaşlarıyla hem çalışmış, hem şakalaşmış, piknikçilerin yaptığı hayırdan dolayı teşekkürlerini alıp mahzun mahzun arabanın direksiyonuna geçmişti. Kervansaray Dağının tepesine gelince Çanak Pınara sağa dönüş işaretini verip yoluna devam etti.

            Dönüş yolu ana  yola biraz yüksekçe ve  on veya on beş   metre rampa çıkınca eski iptal olan yola ulaşırdı. Erdoğan sağdan rampayı beş altı metre ya çıktı ya da çıkmadı karşıdan gelen  otomobilin yanında durmasıyla biran şaşırdı. Onların işaretiyle kendisi de arabasını durdurdu.               Dışarısı akşam olduğundan dağ bayağı zifiri karanlık gibiydi. Aracın içerisindeki ışık Erdoğan'ın gözünü alsa da onların yirmi ila yirmi beş yaşlarında dört genç olduğunu fark etti. Selamdan sonra gençlerden direksiyonda olanı çekinip sıkılmadan doğrudan doğruya “AĞABEY MAL VAR MI?” sorusunu Erdoğan ağabeyine yöneltti.

             Onların ne demek istediğini Erdoğan o saniye anlamıştı. İşi geçiştirme yoluna gidiyor, “gençler, mal ne malı, inek mi, dana mı, tosun mu, her neyse, ne renk, şu karanlıkta  nasıl belli olacak bunları geçelim de işin doğrusu ben bir şey görmedim!” Gençlerde birisi “ağbey sarışın olur, esmer olur, anlarsın ya, niye anlamamazlıktan geliyorsun”. İş uzadıkça uzuyor, soru üstüne sorular soruluyor, gençler bir türlü kendilerine uygun cevabı ağabeylerinden alamıyorlardı.

            Gençler atlatıldıklarını zannedip ortamı germeye başlamışlardı başlamışlardı. Bunu  sezen Erdoğan “gençler ben ta baştan beri sizin ne demek istediğinizi anlamadım değil, bal gibi anladım ama esnaf olmamın bana vermiş olduğu terbiye sizinle tartışmamı önledi. Ben pezevenk miyim lan diye size çıkışmadım, malı hayvan diye yorumladım. Ben Ünal Çarşısında yıllardır esnaflık yapan İpçi Erdoğan'ım. Benim böyle şeylerde bezim olmadı, olmazda. Siz bir daha adamınızı iyi seçin gençler, başkası olsa vallahi billahi şu silahla sizi vururdu”. O anda arabasının sağ ön koltuğunun üzerinde duran, “başım üşümesin” diye yanında taşıdığı örgü bereyi gösterdi.

           Gençler baskın gelip de işi dövüşe dökseler berenin altındaki ekmek bıçağı onlara ne yapabilirdi ki?.. Hayali sükuta uğrayan gençler sonradan toparlanmaya çalışıp kendilerini haklı konuma getirmenin gayreti içine girdiler. 

            “Ağabey biz çoktan beri akşamları devamlı bu bölgede karşıdan gelen yada duran arabayla sinyalleşip mal! alırız. Kusura bakma, bundan sonra sende bir daha dağ başında sinyal yakma tamam mı ağabey, arkadaşlarım ve kendim adına yinede senden özür dilerim”.

             Bir sinyalin sadece trafikte geçerli olduğunu sanan Erdoğan, zorda kalmaz ise bir daha ıssız dağ yollarında sinyal yakmamaya sabır etti

 ERDOĞAN ÇALIŞKAN KIRŞEHİR GERÇEK YAŞANMIŞLIKLAR 26 11 2011

NOT: Öyküdeki ağaçlandırma bölümüne aşağıdaki 09 11 2009 tarihinde yazdığım  şiirimi kısaltıp sunuyorum


GELİN AĞAÇ DİKELİM                   

   

Gelin arkadaşlar el ele verelim           Ceviz, zerdali, vişne, armut

Uzak, yakın demeyip gidelim             Çam, elma, ayva, kiraz, dut 

Kır şehrimizin bozkırını yenelim        Erik, çınar akasya, palamut 

Gelin arkadaşlar ağaç dikelim             Her   çeşitten   ağaç dikelim


Dik yamaçlara, sarp tepelere                Yere   derince     çukur    eşelim     
Ayaklarımızın ulaştığı her yere            Fidanları yerine hemen dikelim
Erozyon sürüklemiş yerlere                 Toprağa   can    suyunu  verelim
Gelin çevreciler ağaç dikelim              Gelin    tertipler   ağaç   dikelim


Senin de dikili ağacın olsun                 Erdoğan’ım yıllardır ağaç dikerim
Yeşil dallarına kuşlar konsun               Daire bedeli   harcadım, az   derim
Ölünce geriye hatıran kalsın                Kırarlar, yakarlar   budur   kederim
Gelin yarenler ağaç dikelim                Gelin yazar, çizerler    ağaç dikelim

 

 

( Abi Mal Varmı başlıklı yazı İpciERDOĞAN tarafından 19.04.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.