HAKLISIN FRANSA’NIN TUNUSLU
KIZI ‘’ TARİHİ KENDİ İSTEDİĞİNİZ GİBİ YAZAMAZSINIZ’’
Sayın desem de üzerine alınma...
Sayın Sonia Krimi !
Antalya’da gerçekleşen Nato Parlamenterler Asamblesi toplantısında bizim yani Türkiye Cumhuriyeti’nin Dışışleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu senin ağzının payını bir güzel verdikten sonra twitter
hesabından resmen derdini ummana dökmüş, âsûmana inlemişsin.
‘’ Kaçmadım ‘’ Demişsin. ‘’ Bakan Çavuşoğlu çok küstah ve kaba’’ Demişsin. ‘’ Ona cevap vermek için
konuşma hakkım olmadığı ve kendisini dinlemek istemediğim için salondan
ayrıldım’’ Demişsin. Velhasılıkelam bir
sürü laf etmişsin. Hatta ‘’24 Nisan’da Ermeni Soykırımını anma gününde görüşmek
üzere’’ Demişsin. Dahası bakanımız Çavuşoğlu’na bir tweet göndermişsin ama bu
tweetin ulaşmayınca ‘’ Bana twetter engeli uyguladı’’ Diye yalan söylemekten de
utanmamışsın. Ulaşmaz tabii ki ‘’ Çavuşoğlu’’ nu ‘’ Çavuşolgu’’ Yazarsan nasıl
ulaşsın a benim sazanım aynalım.
Neyse...Bunca saçmalığının ve rezil kepaze oluşunun yanında doğru bir laf
etmişsin farkında olmadan.
Demişsin ki: ‘’ Tarihi kendi istediğiniz gibi yazamazsınız.’’
Her ne kadar ‘’ Ermeni Soykırımı ‘’ Gibi bir ifadeyi dillendiren birinin ağzına hiç yakışmasa da bu söylediğin
doğrudur. Evet, tarihi kendi istediğiniz gibi yazamazsınız.
Aslına bakacak olursan bugün ‘’Ermeni Soykırımı ‘’ Gibi bir ifadeyi ağzına
almakta çok da haksız sayılmazsın. Çünkü maalesef bizler ( Yani Türkler ) bir
soykırım yapmadığımızı bırakın dünya kamuoyuna anlatmayı, ben bir tarihçi
olduğum halde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde bile ders
konusu olarak işlemedik. Profesörlerimiz, Doçent ve asistanlarımız, öğretim
görevlilerimiz bize anlatmadılar 1915 de neler olduğunu. Öyle okuyup bilgi
edinecek kitaplar da pek yoktu. Mesela 1990 yılı itibariyle bizde konuyla ilgili sadece 126 ( Yazıyla: Yüz yirmi
altı ) Kitap yazılmışken sizin tarafınızda
20.000 ( Yazıyla: Yirmi bin ) Kitap yazılmıştı. Biz yazılmış olan o 126
kitabı dahi okumazken sizinkiler 20.000 farklı kitabı okutmuşlardı tüm
Avrupa’ya ve hatta Amerika’ya. Ama daha
da vahim bir durum vardı: Ermenistan’da
ya da Ermenistan dışında yaşayan bir tane olsun Ermeni ‘’ Hayır Türkler
bir soykırım yapmadılar ‘’ Demezken bizde nüfus cüzdanlarına göre Türk olan
azımsanmayacak sayıda vatandaşımız ‘’ İnkar etme Soykırımı’’ Diyorlardı. Hatta
daha ileri gidip ‘’ Hepimiz Ermeniyiz ‘’ Diyebiliyorlardı. Tabii ki bunda sizin
Türkiye aleyhine kim kalem oynatırsa Nobel ödülüne aday göstermeniz, hatta
vermenizin yanında bizim içimizden çıkan
hainlere’’ Legion d’honneur’’ ödülü vermenizin de büyük payı vardı
Evet, ilginçtir ve sizin lehinizedir Türkiye’de bile bir Ermeni Soykırımı
yapıldığına inanan Türk vatandaşlarının olması. Öyle ki Fransa vatandaşı
futbolcu Pascal Nouma vücuduna Türk bayrağı sarıp Fransız Büyükelçiliğinin
önünde protesto gösterisi yaparken bizde adı ‘’Alınteri’’ olan bir Türkçe dergi
‘’İnkardan vazgeçin’’ Diyerek Ermenilere Soykırım yaptığımızı(!) Ermeni
tanıkların tanıklığı ile yazdı.
Mesela şöyle bir şey yazdı ( Siz de zaten bunları okuya okuya ‘’Ermeni
Soykırımı ‘’ Diyorsunuz. )
Erzincanlı
Garnik Stepanyan (1909
doğumlu) anlattı.
…Erzincan’dan
çıktık. Dondurucu bir soğuk vardı. Vardanuş ninem yürümekte güçlük çekiyordu.
Birden durdu ve dedi ki: ‘Beni vurun! Beni öldürün! Ben artık yürüyemeyeceğim.’
Yere oturdu. Jandarmalar onu yerlerde sürüklediler. O yolun ortasında kaldı.
Bizi sürdüler. Biz bir taraftan yürüyor bir taraftan da geriye bakıyorduk. Kar
yağıyor, onun üstünde birikiyordu. Sonunda benim zavallı ninem kardan adama
döndü.
(…) Malatya’ya vardık. Bahar gelmişti. Bütün Ermenileri katletmişlerdi.
Her yerde, elli-yüz kişinin gömülü bulunduğu tepeler vardı, hatta yarı ölü
halde gömülenler vardı, zira üzerlerindeki toprak hareket ediyordu.
(…) Nisan ayında Der Zor yakınlarındaki Hekimhan denilen yerde korkunç
bir olay cereyan etti: Zıvaneli otuz güzel gelin kervanımıza katılmıştı. Bir
gece onları toplayıp götürdüler; onları çırılçıplak soyup dans etmeye ve
kendilerini eğlendirmeye zorlamışlardı. Saçları darmadağın ve acayip bir halde
geri getirildiklerinde, o gelinler hep birlikte elele tutuşup Fırat Nehri’ne
atladılar.
(…) 1922 yılında İzmir’i ateşe verdiklerinde benzin ve petrol dökerek
kiliselere sığınmış Ermeni ve Rumları diri diri yaktılar…
Evet, tarih bizim istediğimiz gibi yazılmazdı ama gelin görün ki birileri kendi
istediği gibi yazıyor, yukarıdakine benzer, hatta daha fecisi olan bir sürü
örnekler veriyordu.
Oysa bizim tarafta da vardı anlatılan hikayeler ama bizimkileri ne siz gördünüz
ne de bizde Ermeniden çok Ermeni olanlar. Hatta ‘’ Ermeni Soykırımı diye bir
şey yoktur.’’ Diyenlerimiz bile okumadılar şunları. O bakımdan da evet kabul
ediyorum, sizin sesiniz her zaman bizden daha fazla çıktı. Evet sizi daha fazla
dinlediler. Ama dediğim gibi aslında bizim de çok acıklı anılarımız vardı.
Mesela: 1915 de Van’da yaşananlar:
Nafia
Çabuker, Zahide Coşkun, Şadiye Talay, Esma Nine ve Güllü Bacı’nın anlattıkları
tüyler ürperten türdendir:
Tımar Nahiyesindeki köylerden toplanan kadınlar
toplu halde Van’a getirilirken, bir çoğu namusunun kirletilmesi korkusuyla
kendisini Mernit Çayına atmıştır.
Sizin Fırat’a atlayan Ermeni kız ve gelinleri hikayesine ne kadar benziyor
değil mi?
Timar mıntıkasındaki yedi köyün halkı göçmek için Van’a gelmiş, ancak İskele ve
Kalecik Köylerindeki Ermeniler tarafından çapraz ateşe tutulmuşlardır. Onlar da
göl yoluyla gidebilecekleri ümidiyle Zeve Köyüne sığınmışlardır. Ne var ki,
burada hem Van Ermenileri, hem de Ruslara öncülük eden Rus Ermenileri
tarafından kuşatılmış ve yok edilmişlerdir. Görgü tanıklarından Ermeni asıllı
Hacı Osman Gemicioğlu, Zeve katliamı meydana geldiği sırada iskelede oturduklarını
ve katliamın ertesi günü bir grup çocukla Zeve’ye boş kovan toplamaya
gittiklerini ve gördükleri manzarayı şöyle anlatır:
“Zeve’ye gittiğimiz zaman
kokudan geçilmiyordu; burnumuzun kemiği düşecekti sanki… Her tarafta cesetler
vardı. Bir evin eşiğinin önünde acayip bir manzara gördük; Müslümanları bir eve
doldurup yakmışlardı. O kadar insan yanmış olacak ki, eşi ğin altından sızan
yağlar kapının önündeki arkın içinde donmuştu. Yani sanki yağ seli kalkmış da
sonra donmuştu. Yağ daha tazeydi. Bütün köy yıkık vaziyetteydi. Ben bunu bizzat
gözümle gördüm ve hiçbir zaman unutamam.
Şimdi gerek sen gerekse değerli okuyucularım merak ediyorsunuzdur yukarıdaki
resimdeki yaşlı adam kim?
O adam Deli Yusuf’tur
1963-64 Yıllarında Erzurum’un Pasinler ilçesinde yaşarken tanımıştım onu. O
zamanlar o 60-65 yaşlarında bir ihtiyar ben 10-11 yaşlarında bir çocuktum. (
Bundan 54-55 seneöncesinden bahsediyorum yani. ) Resmini çok aradım ve nihayet buldum
Ümit Topal adlı bir kardeşimizin Face bookta yaptığı bir sayfada: https://x.facebook.com/groups/734078333336234?view=permalink&id=907753679302031
Bu mektupta ne işi var Deli Yusuf’un?
Çok işi var. Çünkü onu sizinkiler( Yani Ermeniler ) delirtmiş biliyor musun?
Erzurum’un Pasinler İlçesinin adını unuttuğum bir köyünden olan Yusuf, 1. Dünya
harbi yıllarında henüz on yaşında bir çocukmuş. Bir gün köylerine Ermeniler
gelmiş, tüm köylüyü camiye toplayıp camiye de gaz dökerek içindekilerle
birlikte yakmışlar. Camiden çıkmak isteyenleri kurşuna dizmişler. O sırada
köyünden oldukça uzakta tarlada oynamakta olan Yusuf, köyüne gelip de anne,
baba ve kardeşlerinin, pek çok akrabasının, köylüsünün, arkadaşının yanmış
cesetlerini görünce delirmiş.
Ben onu tanıdığımda en dikkatimi çeken şey el parmaklarına, daha doğrusu
tırnaklarına bakıp bakıp of çekmesi ve iplik iplik göz yaşı dökmesi
olmuştu.Bunun sebebini sorduğumda başka
yaşlı amcalar anlattı: Parmaklarına ve tırnaklarına baktığında Ermenilerin
katlettikleri annesini, babasını, kardeşlerini
görürmüş.
Pasinler halkının Veli Yusuf, veya Gül Yusuf
olarak bildikleri ( Sanırım Soyadı da Gül idi. ) bizimse çocuk aklımızla
‘’ Deli deli tepeli, kulakları küpeli’’ Diye kızdırmaya çalıştığımız Deli Yusuf
ne zaman öldü bilmiyorum ama onun da Ermenilerle ilgili böyle bir hikayesi olduğunu biliyorum. Evet,
ben biliyorum da maalesef sen bilmiyorsun. Bizdeki hepsi Ermeni olanlar da
bilmiyor. Daha doğrusu bilmek ve görmek işinize gelmiyor. Göstermek istediğimiz
zaman kafanızı başka tarafa çeviriyorsunuz.
Ruanda’yı, Cezayir’i ve hatta köklerinizin bağlı olduğu Tunus’u, bu ülkelerde
vatandaşı olduğunuz Fransa’nın yaptığı soykırımları önünüze getirdiğimizde yine
kafanızı başka taraflara çeviriyorsunuz.
Sayın Madam !
Öyle sizin zannettiğiniz gibi her ne olduysa 1915 Yılının 24 Nisan tarihinde
olmadı. Bu olayın kökleri taa 1878 yılına kadar dayanır ve maalesef ‘’ Millet-i Sadıka’’ yı ‘’ Hain Ermeni’’ye
dönüştüren de sizler ve sizin iğrenç sömürge anlayışınızdır. 1071 den beri
kardeşçe birlikte yaşadığımız bir ulusu iğrenç amaçlarınızın kurbanı yaptınız
ve hem onlara hem bize çok büyük acılar yaşattınız.
Evet 1890 yılından başlayıp Türk Kurtuluş Savaşının bitimine kadar devam eden
süreçte gerek Ermeniler, gerekse Türkler adına oldukça acıklı olaylar yaşandı
bu topraklarda. ‘’ Tek bir Ermeni’nin burnunu bile kanatmadık’’ Diye bir
iddiada zaten hiçbir zaman bulunmadık. Ama bizim de burnumuz kanadı, bizim de
Yusuflarımız delirdi.
Ve biliyor musunuz, ben Deli Yusuf'la tanıştıktan iki sene sonra İstanbul-
Beykoz’a geldiğimde mahallemdeki en iyi arkadaşım Ermeni Varujan Mohakyan'dı.
Deli Yusuf Hasankale’nin çamur damlarında bile kendine yatacak yer bulamazken
Varujan’ın annesi Agavni Teyze ve Ablası Seta ahşap bir konakta yaşıyorlardı bu
ülkede...
O bakımdan siz soykırımcıyı başka yerde, mesela Fransa’da, İngiltere’de,
Hollanda’da, İspanya’da, Portekiz’de,Almanya’da, Rusya’da, ABD de arayın ama
asla Türkiye’de aramayın.
Biliyorum, bu mektup asla elinize ulaşmayacak, ruhunuzun bile bu mektuptan
haberi olmayacak. Bunu biliyorum zaten. Bile bile yazdım. Zaten mektubum
aslında size değildi. İçimizdeki -Varujan gibiler hariç - Ermenilereydi. 23 Nisan Milli Egemenliğin
coşkusunu asla umursamadıkları halde 24 Nisan ‘ Ermeni Soykırım Günü(!) için
şimdiden hazırlık yapan o Ermeniler kendilerini iyi bilirler.