Bir Öğretmen Daha Öldürüldü Beyler Bayanlar !
1965 senesiydi yanlış hatırlamıyorsam.
Erzurum’da o zamanki adı Gazi Ahmet Muhtar Paşa Orta okulunda,tüm
öğrencileri erkek olan bir okulun birinci sınıfındayım.
O yıllarda kız veya erkek bütün öğrenciler subay şapkası gibi şapka giyiyorlar.
Şapkaların hepsinde değişik renkte bir kurdela var. Böylece hangi okulun
öğrencisi olduğunuz belli oluyor.
Derslerde şapka giymiyoruz tabii ki ama bunun dışındaki tüm hayatımızda
o şapka kafamızda olmak mecburiyetinde. Hatta okulun dışındaki hayatımızda
da. Nitekim o gün sabah ilk derse giren
Matematik öğretmenimiz sınıfa girer girmez iki arkadaşı tahtaya kaldırıp
dışarıda şapkasız gezdikleri için bir güzel haşladı.
Öğrenci arkadaşlarım öğretmene ‘’ Sana ne ulan. Okul dışında istediğim gibi
gezer tozarım.’’ Demedi. Bozulan psikolojisi sebebiyle psikologtan, bozulan anotomisi
sebebiyle tıp doktorundan rapor almadı. Evlerine koşup duvarda asılı av
tüfeğini alarak’’ Sen beni arkadaşlarımın içinde nasıl rencide edersin ulan !’’
Diyerek namluyu öğretmene doğrultmadı. Cebinde taşıdığı sustalı çakıyı
öğretmenin kalbine saplamadı. ( Zaten cebinde böyle bir şey taşıyamazdı çünkü
her Allah’ın günü nöbetçi öğretmenler kapıya dikilir üst baş araması yaparlardı.
)
Ertesi gün okul müdürü matematik öğretmenimizi odasına çekip ‘’ Sen ne hakla
öğrenciyi döversin?’’ Demedi. Öğrenci velisi okul basıp ‘’ Ulan ben o çocuğa
bir fiske bile vurmuyorum anasını avradını si.tiğimiz hocası. Sen nasıl
dokunursun benim evladıma’’ Demedi. Herhangi bir veli daha medeni(!) davranıp
öğretmeni mahkemeye vermedi. Matematik öğretmenimiz hakim karşısında ‘’ Vallahi
vurma yok.Birazcık azarlamıştım.’’ Diye yalan söylemek zorunda kalmadı. Hiç bir
gazete ‘’ Gaddar, Faşist,İşkenceci Öğretmen’’ Diye başlık atmadı. Hiç bir psikoloji
uzmanı bu tür travmaların çocukların ruh sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri
üzerine konuşmalar yapıp matematik öğretmenimizi adeta itin g.tüne sokup
çıkarmadı.
Orta okul ikinci ve üçüncü sınıfı İstanbul- Beykoz Ortaokulunda okudum. Sezer
Hanım diye bir İngilizce öğretmenimizi hatırlıyorum. Uzun saçlı erkek
öğrencileri koyun kırkar gibi kırkardı
elindeki makasla. Kız öğrenciler içinde etekleri diz kapağının üzerinde
olanları ve saçlarını örgü yapmayanları
bacaklarına vurarak cetvel manyağı yapardı ama yukarıdaki durumların hiç
birini yaşadığına şahit olmadım.
Sokakta oynarken uzaktan bir öğretmenin geldiğini gördüğümüzde hemen bir yerlere
saklanırdık görmesin diye. Mahalleyi titreten rahmetli babam bir öğretmen gördüğünde hemen ceketinin
düğmelerini iliklerdi.
Liseyi Bakırköy Lisesinde okudum.
Bir gün unuttuğum bir sebeple babamla birlikte gitmiştim okula. O gün dış
kapıda nöbetçi olan resim öğretmeni
babamla beni yanına çağırdı. Ben öğretmenimin karşısında hazırola geçmediğim
için iyi bir azar yedim öğretmenimden. Babam öğretmenime ‘’ Ulan görmüyor
musun, çocuk sakat. Hem senin askerin mi o senin karşında hazırola geçsin.’’ Demedi. Tam tersine o günün akşamında
öğretmenimin karşısında hazırola geçmeyip saygısızlık yaptığım için temiz bir
sopa attı.
Üniversite yıllarım...
Hocamız Doç. Dr. Ramazan Bey derse ara verdi. Bahçeye çıktık, sigara içiyoruz.
Hoca da çıkmasın mı bahçeye. Hemen yere attım sigarayı. Hoca yanıma geldi,
omzuma dokundu. ‘’ Niye attın sigaranı? Biliyorsun ki serbest burada.’’ Dedi ama ben yine de hocamın olduğu
bir ortamda sigara içtiğim için utancımdan yerin dibine girmiştim.
Sonra öğretmen oldum.
Öğrenciyken’ Öğretmen olursam öğrencilerime asla fiske bile vurmayacağım.’’ Diye kendi kendime verdiğim sözü unuttum
gitti. Fiske de vurdum, sopa ile dövdüğüm de oldu. Hatta öyle bir şey yaptım
ki...Hem de Batman gibi bir yerde...Batman Lisesinde... 1983- 1989 Yılları arasında
bir tarihte...
Bir gün derste konuştuğu ve tüm ikazlarıma rağmen konuşmaya devam ettiği için
öğrencim Sebatullah’ı tahtaya kaldırdım. Daha sonra bir başka öğrenciye ‘’ Bana
acil bir sopa bul getir’’ Dedim. Öğrenci fırladı, beş dakikaya kalmadan elinde
yangın söndürme köşesinden aldığı belli olan bir balta sapı ile geldi.
Sebatullah’a ‘’Aç elini !’’ Dedim.
Uzattı elini. Ben tam vuracakken az geri çekince balta sapı tam
bileğinin üstüne denk geldi. Öyle bir ‘’Ahhh’’ etti ki başka vurmadım.
Ertesi gün Sebatullah okula bileği
bandajlı geldi. Nasıl vurmuşsam, baş parmağında çıkık oluşmuştu. ‘’ Geçmiş
olsun. Böyle olmasını istemezdim. Özür dilerim’’ Dedim. Sadece ‘’ Hocam !
Haklıydınız. Asıl ben özür dilerim.’’ Dedi. Oysa beni rahat rahat yer,
kemiklerimi de kürdan niyetine kullanırdı. Öylesine bir delikanlıydı.
Sebatullah’ın ailesi Batman’da
Hizbullahçı olarak bilinirdi. O dönemlerde Hizbullah, pkk ile amansız bir
savaşın içindeydi. Öldürüyor veya ölüyorlardı sık sık. En küçük bebeleri bile
silahsız dolaşmıyordu. İşte o aile beni rahatlıkla ortadan kaldırabilir, cesedimi
de öyle bir yere gömerlerdi ki sittin sene arasan bulunmaz. Hatta Sami
Biberoğulları diye birinin dünyaya hiç gelmediğini, böyle bir insanın hiç bir
zaman yaşamadığını kanıtlayabilirlerdi. Ama ne okulu basan oldu, ne küfreden,
ne mahkemeye veren...Yaptığım tam anlamıyla bir gaddarlık olmasına rağmen hiç bir
gazete benden ‘’Zalim hoca’’ Diye bahsetmedi. Ben de kalıbıma boyuma posuma bakmadan
ve dahi hiç bir korku duymaksızın sırf
öğretmen olmanın bana bahşetmiş olduğu ayrıcalıkla hem bir aşiret hem de örgüt mensubunun evladının parmağında
çıkık oluşturabiliyordum.
Yanlış anlaşılmasın. Böyle bir davranış doğru değildi. Bugün zaten sıkar böyle
bir şey yapmak ya o gün de doğru değildi on yedi- on sekiz yaşındaki bir
delikanlıya balta sapı ile sopa atmak. Tasvip edilecek hiç bir tarafı yok.
Ancak konum eğitimde dayak olmalı mı olmamalı mı değil. Daha farklı bir şeyleri
anlatmaya çalışıyorum.
Öğretmenlik mesleğinde yaklaşık on beş
seneyi doldurduğumda birden bire bazı şeylerin değiştiğini gördüm. Doğu ile
batı mı farklıydı yoksa tüm Türkiye’de mi böyleydi bilemiyordum ama Kocaeli’de
göreve başladığımda ( 1989-1997 ) gördüm ki buralarda ‘’Eti senin, kemiği benim’’
Anlayışı büyük ölçüde terk edilmişti. Gerçi İstiklal Marşı okunurken güldüğü
için müdür yardımcısı arkadaştan dayak yiyen, sonra da arkadaşa ‘’Seninle
dışarıda görüşeceğiz ‘’ Dediği için babasına şikayet ettiğimiz öğrenci hakkında
babası ‘’ Dövdünüz demek...Dövmekle olmaz ki anasını s.kecektiniz ki bir şeye
benzesin.’’ Diyerek bizi gülmekten
yerlere yatırarak destek olmuştu ama bir başka veli tüm ikazlara rağmen
saçlarına makası vurduğumuz oğlu için kahvenin ortasında ana avrat küfür
etmişti öğretmene ve kahvedeki tek veli ‘’ Ulan sen öğretmenimize nasıl küfür
edersin?’’ Diye tepki göstermemiş, aksine öğrenci velisini haklı görmüşlerdi.
Yani bir şeyler değişiyordu. Gidişat hayra mıydı şerre mi biz dahi akıl
erdiremiyorduk.
2000 li yıllarda artık öğretmenleri mahkeme koridorlarında görmeye başladık sık
sık. Çünkü annemin dayısının oğlunun müsteşar, bu gün ‘’ Baş Fetöcü ‘’ olarak
anılan bir kişinin Milli Eğitim Bakanı
olduğu yıllarda tüm okullara ‘’ Öğrenciye zinhar dokunulmayacak, kesinlikle psikolojisini
bozacak davranışlardan uzak durulacak’’ Diye genelge üstüne genelgeler
gönderilmeye başlandı.
2006 Yılı.
Öğretmenlik hayatında yirmi sekiz seneyi doldursam da kafa eski kafa ya tüm genelgelere rağmen yine derste konuşup
arkadaşlarını rahatsız eden bir öğrenciye şöyle hafiften bir kondurdum. Öğleden sonra
bir baktım okul müdürü çağırdı odasına. Odada bir kadın var. Okul müdürü ‘’ Hocam ! Derste Cem’e
tokat attığınız söyleniyor. Bu hanım da velisi. Sizden şikayetçi’’ Demez mi?
Müdür bekliyor ki ‘’ Hayır Müdürüm ! Ne dayağı, dokunmadım bile.’’ Deyim. Ama
ben tam aksine ‘’ Evet attım bir tokat. Ne olmuş?’’ Deyince müdür bey ‘’ Siz
baş başa konuşun.’’ Diyerek odasından çıktı biz kadınla başbaşa kaldık. Kadın başladı ‘’ Hocam ! Cem bizim kıymetlimizdir. Biz ona evde yüksek
sesle bile hitap etmeyiz. Siz ne hakla, nasıl benim biricik evladıma
vurursunuz?’’ Filan demeye. Bayağı da
öfkeli hani. ‘’ biz, siz dövesiniz diye mi yaptık o çocuğu?’’ Diye de ilave
etti.
Kadına cevap verdim: ‘’ Hanımefendi ! Ben sizin mutfakta nasıl yemek
yaptığınıza karışıyor muyum? Lütfen siz de benim okulda öğrencimi nasıl eğiteceğime karışmayın. Bir
fiske bile vurmadığınız bu evladınız yarın askere gittiğinde bir komutanı ona bir sürü fiske vurduğunda ne yapacaksınız?
Genel Kurmay Başkanlığına mı şikayet edeceksiniz? Kışlayı mı basacaksınız?
Bırakın çocuklarınız biraz acıyı da tatsınlar ki ilerideki hayatlarında hayal
kırıklıkları yaşamasınlar.Ben evlatlarımı nasıl yetiştireceğimi bilim. Merak
etmeyin. Ha söylediklerim sizi ikna etmeye yeterli değilse ilçe Milli Eğitim
müdürlüğü çok uzak değil. Şikayetinizi yapın, onlar gereğini yerine getirirler.
Yalnız bu şikayeti yapmadan önce benim ne kadar sevilen bir öğretmen olduğumu
da Cem’in sınıf arkadaşlarına sormanızı tavsiye ederim.’’
Kadın sormuş Cem’in sınıf arkadaşlarına ve işin güzel tarafı benden en fazla
dayak yiyen Ulaşcan ‘’ O harika bir öğretmendir.’’ Diye savunmuş beni.
Evet, o sene emekli oldum. Sonra baktım
bize zorla asker şapkası giydiren, her sene kılık kıyafetle ilgili
yönetmelikler hazırlayıp ense tıraşımızın ( öğrenci veye öğretmen fark etmiyor),
sakal tıraşımızın nasıl olması gerektiğinden ayakkabı rengimize kadar her şeye
karışan Milli Eğitim Bakanlığı şimdi tüm okullarda kılık kıyafeti tamamen
serbest bıraktı. Okullara teknolojiyi
olabildiğince soktu ama disiplin yönetmeliğini adeta kaldırdı, dolayısıyla da
disiplini tabii ki. Biz öğretmen olarak okullarda öğrenciler aman sigara
içmesin diye titrerken şimdi ‘’Aman yaaa, uyuşturucu kullanmasın da sigaraya
dünden razıyım.’’ Demeye başladı zamanımızın öğretmenleri.
Evet, bir şeyler değişti okullarda. Hiç bir zaman millileştiremediğimiz Milli
Eğitim sistemimizde.
Ve daha bir iki gün önce bir öğretmen daha öğrencisi tarafından öldürüldü.
Hayattayken sahip çıkamadığımız öğretmenimizin cenazesine binlerce kişi katıldı.
Öğrettiği bir harf için kırk yıl kölesi olmamız gereken meslektaşıma
haklarımızı helal etmek için koştuk
camiye. Onun bizim üzerimizde bir hakkı yoktu tabii ki(!)
Ve bu seçim hengamesi içinde öğretmen Necmettin Kuyucu’nun ‘’ Yetişin ! Bir
nesil hızla uçuruma gidiyor.’’ Feryadı
duyulmadı bile.
Ve her şey öğretmene ‘’ Hocam !’’ Değil
de ‘’ Hoccaaa !’’ Diye hitap etmekle başladı biliyor musunuz?
Ve maalesef bugün öğretmenini öldüren öğrencilerin anne babalarını da biz
yetiştirdik.
(
Bir Öğretmen Daha Öldürüldü Beyler Bayanlar ! başlıklı yazı
Sami Biber tarafından
4.04.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.