BİRAZ  HİNT,  BİRAZ  İSVİÇRELİ, BİRAZ FRANSIZ  BİR OSMANLI  HANIM  SULTANI - ATATÜRK, MİLLİ  MÜCADELE  VE  CUMHURİYET -  11. BÖLÜM -

Kim  bilir  kaçıncı  kadeh  şampanyayı  midesine  indirmişti  Selma  Sultan. 

Sallana  sallana  salonun ortasına  geldi  ve  ellerini  çırparak  bağırdı.

-Zeynel  Ağa !  Zeynel  Ağa ! 

Doğduğu  günden  beri  yanından  bir  an  olsun  ayrılmayan yaşlı harem  ağası  Zeynel  koşa  koşa  geldi.

-Buyurun  Sultanım. Emredin.

Kalbi  bembeyaz  olan  bu  simsiyah  derili  adama   sevgi  ile  baktı.

-Otur  şöyle.  Başımı  dizlerine dayayıp  hüngür hüngür  ağlamak  istiyorum.

Zeynel, şimdiye  kadar  efendisinin  pek  çok  garip  hallerine  şahit  olmuş,  pek  çok  kaprislerine göğüs  germişti  ama  ilk  kez  kendisinden  böyle  acayip  bir  istekte  bulunuyordu.

-Aman  sultanım !  Sizin  huzurunuzda  ben  nasıl  otururum.

Selma  Sultan  histerik  bir  kahkaha  attı.

-Ne  Sultanı  Zeynel?  Ne  Sultanı?  Cotwara  mihrecesinin  karısı  olmak  sultanlık  mı sence?  Koskoca   Devlet-i  Âliye'nin  sultanı  iken  şu  düştüğümüz  hale  bak.  Papucumun  Sultanı.  

- Öyle  demeyin  sultanım.  Allah'a  şükretmek  lazım. Hayattasınız.  Gayet  zengin  ve  yakışıklı  bir  zevciniz  var. Yediğiniz önünüzde  yemediğiniz  arkanızda.  Daha ne olsun?  Ya  Osmanlı  değil  de  Romanof  olsaydınız?  Bakın  Umumi  harpten sonra   Bolşevikler  Rusya'da  tam  bir  Romanof  katliamı  yaptı.

-Kemal,  bizi  süreceğine  keşke  o  da   Ruslar  gibi  yapsaydı. Tüm Osmanlıyı  kurşuna  dizdirseydi.  Çok  daha  şerefli  bir  şekilde  ölmüş  olurduk.

-Hanımım ! Öyle  demeyiniz  lütfen. Belki  Vahdettin  Sultan'ın  bazı kabahatleri  vardı  ama  siz  niçin  bir  vatan  haini  gibi  kurşuna  dizilesiniz  ki?   Bunun neresi  şerefli bir  ölüm? 

Evet,  her  zaman  olduğu  gibi  yine  haklıydı  Zeynel.  Ta  doğduğu  günden  bu  yana Selma  Sultan'a  karşı  haklı  olan  tek  kişi oydu  zaten. 

Külçe  gibi  bir  koltuğa  oturduktan  sonra  devam  etti  konuşmasına.

-Gidelim  buralardan  Zeynel.  Çok  uzaklara  gidelim.  Sadece  sen  ve  ben.

-Nereye  gidelim Sultanım?

-Ne  biliyim  ben?  Mesela  Roma  olur, Londra  olur,  Paris  olur   ya  da  cehennemin  dibi  olur...  Burası  olmasın  da  neresi  olursa  olsun.  Boğuluyorum artık  bu  sarayda.  Her  şey  üstüme  üstüme geliyor.

-Sultanım !  Siz  Kemal  Paşa'nın  ölümüne üzüldünüz değil  mi?  Çocukken de çok  severdiniz  onu.

Selma  Sultan  kanlı gözlerini  Zeynel'e  dikti.

-Sevmek  mi?  Nefret  ediyorum  ondan.  Dilerim  ebediyyen  cehennemde  yanar.

Bir  an  gözlerini  kapattı  ve  Mustafa  Kemal'i  cehennemde yanarken  gördü.  Ama  cehenneme  dalıp  onu  ateşler  içinden  kurtarmaya  çalışanın  yine  kendisi  olduğunu  da  gördü  o  bir  saniyelik   anda. Bu  nasıl  lanet  bir  şeydi?  Hem  sevgi  hem  nefret  aynı  anda  aynı  kalpte  nasıl  ikamet  edebilirdi? 

Tekrar  Zeynel'e  baktı.

-Babam  bile  bizle  gelmediği  halde  ve  senin  hiç  bir  mecburiyetin  olmadığı  halde  niçin  bizi  bırakmadın  Zeynel?  İstanbul'da  kalabilir,  kendine  yepyeni  ve  çok  daha  güzel  bir  hayat  kurabilirdin.  

Zeynel  ellerini  önünde  kavuşturarak  cevap  verdi.

-Bu  soruyu  belki  yüz  kere  sordunuz;  yüz  kere  cevap  verdim. Siz, Mustafa  Kemal'den  ayrılabildiniz  mi ki  benim  sizden  ayrılabileceğimi  düşünüyorsunuz?

Selma Sultan  nedense  kendini  savunmak  zorunda  hissetti.

-Ama  benimki  çocukça  bir  aşk.  Çocukluk  aşkı daha  doğrusu.  Peki  sen?

-Benimki  de  bir  çocuğa  duyulan  aşk.  Babaca  bir sevgi,  babaca  bir  aşk. İkisi  arasında  ne  fark var  ki? 

Zeynel  bir  kere  daha  haklı  konuşuyordu.  Adına  ister  aşk  densin,  ister  sevgi, isterse  vefa,  sadakat...Tarifi  bile  belli  olmayan  bu  duygu  insana  olmayacak  şeyler  yaptırıyordu.

-Ben  buradan  gitsem  benimle  gelir  misin  Zeynel ?

-Elbette gelirim  sultanım. 

-O  zaman şimdiden  hazırlan.  İlk  fırsatta  bu  lanet şehirden  de  bu lanet  ülkeden  de  ayrılacağız.

Zeynel  şaşırmıştı.  Her  ne  kadar  sarhoş  olsa  da  hanımı  bu  kararı  o  anda  vermiş  görülmüyordu.  Belli  ki  uzun  zamandır  düşündüğü  bir şeydi.  ''  Nereye  gideceğiz?'' Diye  sormadı  çünkü  bunun hiç  bir  önemi  yoktu. O  cehenneme  gitse  gözünü  kırpmadan  arkasından  giderdi.

-Emir  ve  ferman  Sultanımındır.

Selma  gülümsedi.

-Bırak artık  şu  eski  saray teşrifatını.  Sultan  mı  kaldı? Neyse, sen  tetikte  ol.  ''Gidiyoruz !''  Dediğim anda  arkamıza  bile  bakmayacağız  çünkü.

Zeynel  Ağa  bir  an  için  ümide  kapıldı.  Aman  Allah'ım,  bu  çılgın  kız  İstanbul'a  dönmeyi  planlıyordu.  Öyle  ya  Mustafa  Kemal  öldüğüne  göre  artık  Türkiye'ye  dönebilirlerdi.

İstanbul'u  ne  kadar  özlediğini  düşündü.  On  dört  sene  olmuştu  ayrılalı. Acaba  bu  geçen  zaman  zarfında  neler  değişmişti  İstanbul'da?  Gerçi  artık  payitaht  olmadığını  biliyordu  ama  yine  de  gönüllerin Payitahtı idi  o  büyülü  şehir.

Selma  Sultan  Zeynel'in  ellerini  tuttu.

-Ben  uyumak  istiyorum.  Başucuma  gelip  bana  ninni  söyler  misin?

Zeynel  afalladı. Evet  kendisi  bir  harem  ağasıydı  ama  öyle  bile  olsa  bir  hanım  sultanın  yattığı  odaya  giremezdi.  

-Af  buyurun  sultanım.  Sizin  yatak odanıza  giremem.

-Ne  yatak  odası  yahu.  Şurada  kanepenin  üzerinde  uzanıp  zıbaracağım. Bana  ninni  söyle.

-İyi  de  sultanım,  ben  ninni  bilmem  ki.

-O  zaman  şeyi  söyle...

-Neyi?

-Hoş  gelişler  ola  Mustafa  Kemal  Paşa /  Askerin,  milletin,  bayrağınla  çok  yaşa.

-Mustafa  Kemal'in  öldüğü  gün  '' Çok  yaşa   Mustafa  Kemal  Paşa '' Diye  türkü  söylememi  mi  istiyorsunuz?

-Evet.

-O  türküyü  bilmiyorum  maalesef  sultanım.

-O  zaman  ne  biliyorsan  onu söyle.

O  gün,  o  anda   altı  yüz  senelik Osmanlı  tarihinde  görülmemiş  bir  şey  oluyordu.  Zeynel Ağa bir  kanepeye  oturdu, Selma  Sultan  başını  onun  dizlerine dayayarak  uzandı  ve  Zeynel  Efendi  bir  taraftan  Selma  Sultan'ın  saçlarını  bir  baba  şefkatiyle  okşarken  bir  taraftan  da  acı  bir  şarkıya  başladı:

Gurbette ömrüm geçecek
Bir daracık yerim de yok
Oturup derdim dökecek
Bir vefalı yarim de yok

Dünya diyorlar ki fani
Toprak alır tatlı canı
Hasta düştüm ilaç hani
Bir acısız  ölüm  de  yok.

Gölerinden  inen  bir  damla  yaş  Selma  Sultan'ın  yanağına  değdiği anda o çoktan  derin  bir  uykuya  dalmıştı  bile.  Daha  doğrusu  öyle görünüyordu.

Yavaşça  kalktı, kadın  hizmetçilerden  birine  sultan için  bir yastık ve  battaniye  getirmesini    ve  asla  rahatsız  etmemelerini  tembih  ederek  salondan  çıktı.

Zeynel  odadan  çıkmıştı  ama  Selma  Sultanı  uyku  tutmuyordu  bir  türlü.  Önce   son  halife  Abdülmecit  Amcası  gözlerinin  önüne  geldi  nedense. Daha  sonra  Şehzade  Cengiz...

Şehzade  Cengiz'i  hatırlayınca  gözleri  doldu  yine.  Zavallı  şehzade  Fransa'da  Renault  fabrikasında  işçi  olarak  çalışıyor,  geceleri  de  ringlerde  ölüm  boksu  yaparak geçinmeye  çalışıyordu. (* ) Daha  pek  çok  şehzade  lokantalarda  bulaşıkçılık  yapmaktan  tutun  da  terziliğe  kadar  bir  sürü  değişik  işlerde  çalışıyorlardı  ekmek  parası için.  Evet  3  Mart  1924 Tarihine  kadar  asla  ekmek  parası  diye  bir  dertleri  olmayan  bu  insanlar  şimdi  aslanın  ağzındaki  ekmeği  almak  için  canla  başla  çalışıyorlardı.

Daha  sonra  sarayın  yakışıklı şehzadesi  Ömer  Faruk geldi,  adeta  yanına  oturdu.  

**********

-Muhterem  Pederim !  Allah  rızası  için  şu  mektuba  müspet  cevap  veriniz.

Veliaht Abdülmecit  Efendi,  karşısında  duran  yakışıklı  şehzadesi  Ömer  Faruk'u tepeden tırnağa  süzdükten  sonra  cevap  verdi.

-Mümkün  değil  ey  benim  güzel  evladım.  

-Niçin  mümkün  olmasın  ki?  Bakınız Yüzbaşı   Yümni  Bey'i (Üresin )  ayağınıza  kadar  göndermişler.  Mustafa  Kemal  Paşa  sizi  Anadolu'ya  davet  ediyor.  Bunun  bir  cihat  çağrısı  olduğunun  farkında  değil  misiniz?  Cihat  da  dinimizin  bir  farzı  değil  mi?  Allah  rızası  için  pederim.  Zaman  oturma  değil,  vatan  için  bir  şeyler  yapma  zamanı. Bu  fırsatı  bir  kez  teperseniz  hayatınız  boyunca  bunun  pişmanlığını  yaşarsınız. Kaldı  ki  kaç  kez  Vahdettin  Amcamın  yanlış  bir  siyaset  izlediğini  yazıp  durdunuz.  Bu  Yüzden  Mustafa  Kemal  ve  silah  arkadaşları  sizden  bir  hayli  ümitli.  Siz  de  onlara  yakınsınız.

Veliaht  Abdülmecit, TBMM  Başkanı  Mustafa  Kemal'in  kendisine  göndermiş  olduğu  mektubu  bir  kez  daha okudu. (**) Parmakları  özellikle  “İstiklal için mücadele eyleyen milletimizin başına geçmek üzere Anadolu’ya geçmeniz mütemennadır( Temenni  edilmektedir ) efendim.”  Yazılı  satırlarda dolaştı. 

-Olamaz  evladım.  Bu  mümkün  değil. 

-Niçin  pederim?  Niçin  mümkün  değil?

-Çünkü  ben  böyle  yaparsam    gerek  dost  gerekse  düşman,  özellikle  de  düşman,  Osmanlı  idaresinde  bir  ikilik  çıktığını  düşünür.  Böyle  bir  zamanda  halkın  dahi  Osmanlı  idaresinde ikilik  çıktığını  düşünmesi  Mustafa  Kemal'in  mücadelesine  fayda  değil  zarar  verir.

-O  zaman  ben  gideyim.

-Aynı  şey  senin  gitmen  durumunda  da  söz  konusu.

-Pederim !  Bu  mektuba  sırt  çeviremeyiz.  Eğer  böyle  yaparsak  bu  millet  bizi  külliyen  Milli  Mücadeleye  karşı  addeder.  Zaten  şimdiden  öyle  sanıyor  pek  çoğu. 

-Evladım !  Böyle  bir  hareket, Amcan  Vahdettin'in  mevkiini  zora  sokar. Oldukça  riskli bir  şey  bu.

-Risk  almadan  zafere  ulaşılmaz  pederim. Madem siz  gitmiyorsunuz  o  halde  ben  gidiyorum.

-Gidiyor  musun?  Peki  zevcen  Sabiha  Sultan  ne  olacak?  Şunun  şurasında doğumuna  bir  kaç  ay  kaldı.

-Pederim !  Memlekette  bir  sürü  insan  hamile  eşlerini  Allah'a  emanet edip  gitmediler  mi  cepheye? Ben  de  Allah'a  emanet  eder  giderim.  Hem  burada  sizler varsınız.  Ona  ne  olacak  ki?

-Anlaşıldı.  Seni  durdurmam  kabil  değil.  Git  o  zaman.  Ama  bir şartla.  Zevcen  doğum  yaptıktan  sonra. 

Yunan  gavurunun Eskişehir  ve  Afyon'a  doğru  ilerlediği  günlerde   Şehzade Ömer  Faruk  Anadolu'ya  geçmenin  hazırlıklarına  başladı  ama  eşi  Sabiha  Sultan'ın  doğumu  sebebiyle bu  teşebbüsü  yaklaşık  olarak  üç  ay  gecikti.Sabiha  Sultan dünyaya  Neslişah adını verdikleri  bir  kız  çocuğu getirdikten sonra nihayet  oldukça  zor  ve  zahmetli  bir  yolculuğun  ardından  İnebolu  toprağına  ayak  bastığında  I.  ve  II.  İnönü  zaferi  kazanılmıştı. 

Devam  edecek. 

RESİMLER:

1-  Şehzade  Cengiz
2-  Şehzade  Ömer  Faruk
3-  Şehzade  Ömer  Faruk  1919-1924  Yılları  arasında  başkanlığını  yaptığı  Fenerbahçe  Spor  Kulübü  futbolcularıyla  birlikte.
-------------------------------------------------------------------------------------
(*) Şehzede  Cengiz  1950  senesinde  bir  boks maçı  sırasında  aldığı  bir  darbe  neticesinde ringde  can  verdi.
(** )  İleride  son  halife  olacak  olan  veliaht  Abdülmecit  Efendi'ye  ayrıca  Hamdullah  Suphi  Bey (  Tanrıöver )  ve  Roma  Sefiri  Cami  Bey ( Baykurt )  da  Mustafa   Kemal'in  mektubuyla  aynı  minvalde  mektuplar  yazıp  teklifi kabul etmesi halinde tüm hazırlıkların tamamlandığını belirtmişlerdi. ( Konuyla  ilgili  yazı  1952  Yılında  Cumhuriyet  Gazetesinde  ''Milli  Mücadele  tarihinden  yazılmamış  bir  yaprak- Atatürk'ün  Veliaht  Abdülmecit  Efendiyi  Anadolu'ya  Daveti - Emekli  Korgeneral  Yümnü  Üresin''   Başlığı  ile  yayınlanmıştır.

( Biraz Hint, Biraz İsviçreli, Biraz Fransız Bir Osmanlı Hanım Sultanı - Ata başlıklı yazı Sami Biber tarafından 9.03.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.