Heyecan, tutku derken bırakıyorum kendimi yaylalara… Ağaçlara, tepelere, şelalelere tırmanıyorum… Zar atıyorum kumar masalarında… dans ediyorum pistlerde… İçki içiyorum elimde sigarayla… Herkes yaşadıklarıma bakıyor, “Ne kadar enerji dolusun, ne kadar sosyalsin…” diyorlar.  Bana imreniyorlar, herkes benimle vakit geçirmeye çalışıyor, sanki nefes alıyorlar benimle… Verdiğim konserlere alanlar sığmıyor. Medya hesaplarım beğeniden uçuyor. Her konuşmam da özgürlük budur, benim gibi özgür olun diyorum. Lakin, her aldığım heyecan kısa sürede ölüyor, doğan başka tutkulara kendimi bırakıyorum. Tattıkça, yenilerini bulmak zorlaşıyor, zorlaştıkça göğsümü saran sıkıntısı artıyor… Karamsarlık ve sıkıntı gün be gün artıyor, Bu kötü gelişin ve ön yargının bezginliğini unutmaya çalıştığım yeni alışkanlıklara yöneliyorum. Uyuşturucu ve içki seansları ile  müptela olduğum yok oluşumu göremiyorum bile… Toplum üstü ve uç yaşadığım için beni anlayacak kimseleri bulamıyorum. İçimi dökemiyorum. Naralar atamıyorum. Bedenim isyan etmeye başlıyor. Hani ben enerji doluyum dediğim ön yargının etkisiyle kendimi aşmaya çalışıyorum. En sonunda kendimi aşamadığımı, hayranlarıma gösteremediğimi gördükçe yalnızlaşıyor ve kendimi gizliyorum dört duvarların arasında… Nefsin esiri olmuş, yıkıntı bir kalp ile doyumsuzluğun sınırını-ölümü görüyorum kurtuluş olarak… Yok olmayı istiyorum. kendime hesap vermekten, insanlara hesap vermekten ve ispat savaşından bıkıyorum. Özgürlük dediğim yolum beni esir ediyor ve anlıyorum ki, bu dünya da özgürlük denen şey sadece bir iddia…Şeytanın aldatmacasıymış!


İki seçeceğim var bu andan itibaren, ya intihar edeceğim ya da Allah’ı tanıyacağım ve yaşarken iddia ettiği dinin huzuruna kavuşacağım. Eğer kendimi öldürürsem, ölüm sonrası ne olacak ve nasıl bir hayatım olacak gizemlerle dolu. Dünyadan kurtulacağım ama ya gittiğim yerde nasıl yaşayacağım? Orada beni bekleyen ne acılar var, kimlerle alışkanlılarımı süsleyen görüntü ve renklilik olacak? Yağmurdan kaçarken doluya mı tutulacağım? Bu soruların cevapları daha da büyük depresyona sürüklüyor beni. Doktorların sunduğu çareden ayrılıp alternatif tıbba mı yönelmeliyim. Aklım yerinde, kendime çare arıyorum. Bu durumda aldığım ilaçlar beni uyutacak, iyileştirmeyecek bunu da anlıyorum. Ölümcül ve psikolojik telkinlerin sunduğu uyuşturan ilaçlar beni tedavi etmiyor. Ben bu ilaçlarının sunduğu reçeteye teslim olacağıma, Allah’a mı teslim olmalıyım? Bunu denemekten ne zarar görürüm ki… O güne kadar duymadığım ezan sesini dinliyorum. Gözlerim açık, ayın ışığına esir uyuşmuş belleğim güneşini görmeye hazır! Duş almış, yıkanmış tertemiz tenimle, mis kokan parfümle dinliyorum ezanı… Dinledikçe, çocukluk yıllarımda ki, bedenimin bozulmadığı ve aldığı yayla havasını yavaş yavaş hissediyorum. Kalbimde doğuşla birlikte yeni bir heyecan dalgasını hissediyorum. O güne kadar söylediğim şarkılarda coşan kalabalığın içinden biri oluyorum birdenbire… O seyirciyi taklit ediyorum ellerimle, başımla, gözlerimle… Bedenimin her yerinde bilmediğim ve tanımadığım hareketler  meydana geliyor. Sanki kalbimin atışını taa… Everest tepesinden geliyor gibi dinliyorum. Ruhum onun zirvesinde dünyayı seyrediyor. Basıncına hazır, atlamaya heyecan duyan bir paraşütçü gibiyim. Etrafımda kimseler yok ama bu yalnızlık korkutmuyor. Her sunulan yaratılmışlık kendi başına beni büyülüyor. Korku yerine sunduğu şefkatine banıyorum. Baharatla karışmış saf zeytin yağının tadı damaklarımda. O güne ve safi kahvaltıyla güne başlamak… 


Ezan bitiyor ve sanki o ezandan sonra yapmam gereken bir şeyler olmalı diyorum. Bu kadar kısa sürmemeli dinlediğim ve yaşadığım heyecan. İnsanlığa durduğum duruşumdan öte bir şeyler beni sarmalı diyorum. O bitişin, o tanıyışın ardından bir sessizlik alıyor, o yalnızlık yeniden canlanıyor, herşey aynılaşıyor ve dünyaya esirliğim devam ediyor. O ezandan sonrasını merak ediyorum, olmalı diyorum bir şeyler ki bu heyecan devam etmelidir. Ezanın geldiği yere doğru gidiyorum. Çok uzak değil, evimden iki sokak ötede bir camiyi görüyorum. Ayakkabımı çıkarıyorum sanki evime giriyorum. Yerde halılar serili, etrafında muhteşem dizayn edilmiş ev hali. İmamın dilinden çıkan sesler etkileyeci… Ardında ayakta duran kişiler sessizce onu dinliyorlar, eğiliyorlar ve secde ediyorlar. Bu hareketler bestelenmiş bir parçanın notalarını sembolize ediyorlar ve selam vererek parçayı bitiriyor imam… Sonra dağılıyor kalabalık evin-caminin her yerine. Her kişi özgürce yapıyor bu tekrarlanan müzik gösterisini… Tıpkı ünlü bir şarkının dillere düşmesi gibi… Kimse kimseyi duymuyor, görmüyor! En sonunda eller açılıyor diller saçılıyor… Sürülüyor eller yüzlere sanki suyun serinliği gibi… Yıkanır gibi. Banyodan çıkmış, tertemiz olmuş beden gibi…  O evden, o misafirlikten dağılıyor kalabalıklar, tıpkı konser salonundan ayrılır gibi…Hepsinin dilinde aldıkları hazzın ve tadın konuşması geçiyor…


İmama yaklaşıyorum. Ünlü bir şarkıcıya yaklaşır gibiyim. Ulaşması da çok kolay oluyor. Onunla sohbet ediyorum. Ettikçe heyecanım artıyor, bedenim ve ruhumun mahrem yerleri sarsılıyor. Dökülüyor, o güne kadar ne kadar zehir aldıysam. Doğuyorum yeniden, annemin karnından o an düşer gibi… Ağlıyorum ve anne sevgisinden daha şefkatli yaratıcıya teslim oluyorum. 


Saffet Kuramaz     

( Yeniden Doğdum O Gün başlıklı yazı safdeha tarafından 11.02.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.