çok
kişisel bir duygu içindeyim
insan
kendini yok olmuş gibi hissediyor
kendimle
nasıl yüzleşeceğimi bilemediğim için
sıkılıyorum
şu sıralar
umut
deryasında
soluduğum
her hava ters yüz
işte,
kan lekeleri gibi kızıl böğürtlenler masanın üzerinde
kızıl
lambanın gölgesi duvarda izler yaratıyor
mor
renkli kuleler yıkılıyor bir bir
kendi
masalımdayım
en
çok üşüyen yerim ıslak ayaklarım
yavaş
yavaş uyuşuyor kanım
sonra
ruhumun gitme isteği …
nasıl
da kış gibiydi
ne
donuşlar hissettim, ne karanlık günler gördüm
nasıl
da her yerdeydi,
yaşlı
ocak ayının renksizliği
bu
yetimin umudundan farksız
suskundu,
ve de donuktu.
saatlerin
benzi atıyordu üşümek korkusuyla
üzüntüler
,melankoli koyuluğuna karşı bir panzehir
demli
çayın koyu kızıllığı içimi ısıtıyor
her
şey bitiyor işte
öteki
günler gibi
duruyor
her şey.
sonra
annemle şakalaşıyoruz…
alışılmış
çileleri
yarı
fiyatına şehirde satsam
bir
alıcısı çıkar mı…
belki
birden gökyüzü açılır,
akşam
yıldızı çıkar ,
umutlar
parlar gökyüzünde.
içimdeki
yazı tam da kışın ortasında keşfetmiş
nihayet
anlamışım,
içimde
yenilmez bir yaz olduğunu.
meteorlar
gibi
göksel
bir varlık yüklü
içimdeki
sonsuz deniz
nasıl
da öldürülmüş
her
şeyin bir başka şeyin gölgesi haline geldiği bu girdapta
lafızları
tekrarlamaktan bitkin
lafzın
taşıdığı manayı yok saymakla meşgul
bir
uygarlık çöküşü
*
her
yerde sis
bir
illetin alametiymiş gibi çepeçevre sarmış gökyüzünü
bacalardan
süzülen duman şehrin üzerine çöküyor
orada
burada ölgün ölgün yanan sokak lambalarının ışığı
ne
kadar isteksiz oysa
matem
elbiselerine bürünmüş bitkin vaziyette
bata
çıka yüzen vapurlara vuruyor dalgalar gaddarca
hayalperestlik
hükmünü yitirmiş
çığ
gibi büyüyor
zihnim
de hep aynı cümle dolaşıyor
doruklardan
tam da ortasına yerli yersiz bir düşüş
mütemadiyen
yosun tutuyor düştüğüm tan vakti
bir
şarkı metninden esinlenerek bestelenmiş
son
kez
elveda
yıldız huzmelerinden devşirilen ateşin her kıvılcımına
elveda
varla yok arası iklimlere
elveda
zamana miras bıraktığım hatıralara