ÖĞRENİM HAYATI

                      İlkokula başladığında 1956 yılıydı. Öylesine telaşla çarpa çarpa yüreği; yol almaya çalışıyordu küçük adımlarla. Taşımakta oldukça zorlandığı tahta çanta bir sağ elinde, bir sol elinde; okula yaklaştıkça terlemesi artmıştı heyecandan.Bir başına; ürkek ve korkak. Böyle oldu  ilk gün okula varışı.

                      Sonradan okulda meşhur olmasına  sebep olan o meşhur çantası; mahallenin  “Sandıkçı Ali Dayı” sının okula başlayış hediyesi idi. Ağabeyinin ve bir üst sınıfa geçmiş konu komşu çocuklarının eski kitapları, boş kalmış defteri ile doluydu çantası. Onlar zaten imalatında çok ağır olan tahta çantayı daha da taşınmaz hale getirmişlerdi. Önlük, yakalık, pantolon ve ayakkabılar hep ağabeyinden kalma . Ne elinden tutan vardı aileden, ne de yol gösteren. İşte böyle idi ilk heyecan .                            

                    Annesi 15 yaşlarında gelin olmuştu babasına. Amca oğlu,amca kızı. Adettenmiş galiba o zamanlar hep akrabadan alıp vermeler! İp atlarken almışlar bahçeden; giydirmişler gelinliği üzerine aniden ”- Seni Kemal’e verdik “demişler,”- Gelin oldun !” . Çalgı, çengi ve hitamında, dualarla atmışlar gerdeğe. Çok dinlemişti bu hatıratını rahmetli annesinin. Babası yaklaşmış haliyle bıçkınca, annesi çocuk daha. Yaramazlık yapmaya başlayınca annesi “ - Ne yapıyorsun sen Kemal Ağabey !“ diye bağırmış şaşkınca! Bağırış o kadar işte.  Sonrası ne yaptığını anlamıştır tabi ki. Otomatiğe bağlamış rahmetli babası  üretimi; fabrikasyon misali. Atmış vitese 18 ay ara ile 7 çocuk peş peşe. Murat üçüncü imalatları. İkincisi kızmış, yaşamamış. Ondan olsa gerek nazlı yetiştirmişler. Sonraki kız olunca salıvermişler yakasını. Ama olan olmuş; o nazlı ürkek Murat  kalmış o zamandan.

                       O kadar çocuk, birde büyükler; geçim gailesi müthiş zor. Beş erkek çocuk, enlemesine serilen yatakta dövüş çekiş. İşte o ortamdan kalkıp gelmişti  tahta bavulumsu çantası ve yüküyle okula. Elektrik yok evde, is lambaları ile aydınlatılıyor etraf. Gaz yağı masrafı çok olmasın diye çalıyor her akşam yat borusu erkenden. Dersi ancak sabah ortalık aydınlandığında yapabilmekteler. Ama o; zekiydi çok. Çabuk öğrenip sivrilmeye başlamıştı, en önlere yerleşmişti zaman içinde sınıfta. Çekemezlerdi. O zamanlarda varmış baksanıza bu huylar. Bütün sınıf üstüne gelirken ürkek ve korkak oluşundan; birkaç kız arkadaşı vardı sadece mahalleden. Sütkardeşi bir hayli yaramazdı. Ne halt yese ve hoca sorduğunda hep onun  yaptığını söyler, sınıfta tasdik ederdi.  Çok mahcup olur, utancından konuşamaz olurdu. Bir gün gaz kaçırdığında seslice, yine suçu ona yıkmıştı.

                          Okul paydosunda bütün cesaretini toplayıp çıkış kapısının orada yattı pusuya. O ağır arkadaşı olan  tahta çantayı kafasına geçirdiğinde yüzü başı kan içinde kalmış ve hastanelik olmuştu sütkardeşi. Adı artık “ Küçük Reis !” olarak yayılınca, yolu açılmıştı delikanlılık adına okulda.  Ondan sonra kimse yanaşıp dalga geçemedi okul bitene kadar onunla. Artık küçük külhanbey biriydi. Ve çantasını  5 sene boyunca zevkle taşıdı, çok sevdi çantasını.

                           Okul duvarının hemen dışında küçük bir bakkal vardı. Sahibinin adı  Kel Kani. Ufak tefek sert biri idi. Çocuklar teneffüslerde oraya akın eder ne isterlerse alırlardı, onun  cebinde harçlığı olmadığı için seyredip dururdu uzaktan boynu bükük . Mabel sakızları vardı o zamanlar. Ambalajında bir zenci kadın; nerede ise yüzü kadar kalın kırmızı dudaklar. Çok merak eder; özenir ama alamazdı. Bir çocuğun Kel Kani arkasını döndüğünde aniden tezgâhtan o sakızdan alıp kaçtığını görünce o da  nefsinin galip gelişi nedeniyle denemeye karar vermişti. Aklınca; çaktırmadan aldı bir adet mabel sakızı. Ağzına alıp çiğnemeye başladığında az sonra korku ve heyecandan yutmuştu sakızı. Sonra bu başlangıç  alışkanlık yapmış olsa gerek 5-6 kere daha çaktırmadan yürüttü ne hikmetse. Oyun gibi idi. İşlediği  fiilin  adının hırsızlık olduğunu bile bilmiyordu.  Bir gün hocaları Saadet Hanım bir hikâye anlatınca çok utandı gizliden kendince ve o an anladı küçük bir hırsız olduğu.Parası yoktu ki aldığı 6 sakızın parasını ödeyip özür dileseydi.  Çok tedirgindi.

                               Aradan 1 ay kadar geçmişti. Bir gece yarısı uyandırdı annesi kaldırdı yataktan. Kendini babasının karşısında bulmuştu. Elinde birkaç adet o çok sevdiği mabel sakızı vardı. “ - Al oğlum  sana getirdim” deyince şaşırdı. Bir maşa aldı sonra eline “ -Ulan hırsızlık ha.İstedin de almadık mı ? ” diye bağıra çağıra vurmadık kanatmadık yerini bırakmadı. “ - 15 tane sakız çalmışsın !” dediğini hiç unutmadı. O Kel Kani efendi; onun  kimin nesi olduğunu bildiğinden ses çıkarmamış; itibarından olsa gerek bir borç defteri sahifesi de Murat’a açmıştı besbelli. Ama 6 adet çaldığını 15 yapmıştı birden! Murat  hırsızdı  tamam da; o da üçkağıtçı, düzenbazın kralı  yani ? O korku ve dayak neticesi; o yaşta ilk defa yatağını ıslatarak kalkmıştı. Altına kaçırmıştı. İyi bir ders olmuştu ona. Gerisi malum; tabi ki tövbe. 18 yaşında memur olunca o Kel Kani Amca’yı buldu. Bu anı unutulacak cinsten değildi haliyle. Olayı anlattı,  söke söke nemaları ile o fazladan aldıklarını tahsil etti. Gıkı çıkmadı!  Mahallede ki fakir çocuklarına dağıttı sakızları, eski günlerinin hayrına.

                               Babasının lokantasına giderdi her gün okul çıkışı. Yine top oynamaya dalmış, geç kalmıştı işyerine. Aslında pek dayak atmaz, sadece  azarlardı babası bir kabahatı olduğunda. O gün nedendir bilinmez çok sinirliydi. Önce sıcak suya attığı  çorak gibi tuzlu sözde çorbaya doğradı kuru ekmek parçalarını ve kaşıklattı bağırarak. Eline bir sopa alıp onu kapattı ardiyeye. Tam vurmaya başlayacaktı ki: o gün öğretmenin izah ederek anlattığı sihirli kelimeyi söyledi babasına : "Affedersin! “ . Bir suçunuz olduğunda büyüklerinize söylerseniz affeder sizi demişti öğretmeni. Ailesinde  bu kelimenin  kullanıldığını hiç duymamıştı. Baba çok öfkeliydi! Fırsat bu dedi aklınca ve " - Affet beni baba! “ dedi. Sen misin diyen."- Vay teres !  Şuna bak sen. Beni öyle uyduruk kelime ile mi kandıracaksın? " Aldı ele,  vur ha vur. O günden sonra nefret etti bu kelimeden. Çıkardı kelime hazinesinden.” Ne kullanır ne de kullananı affederim “ diye verdi kararını. Derler ya " - Özür dileyeceğin bir şeyi yapma ." Vallahi doğru sözmüş  be.

( Do Re Mi .. Es- 7 - başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 1.02.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.