Sonradan okulda meşhur olmasına sebep olan o meşhur çantası; mahallenin “Sandıkçı Ali Dayı” sının okula başlayış
hediyesi idi. Ağabeyinin ve bir üst sınıfa geçmiş konu komşu çocuklarının eski
kitapları, boş kalmış defteri ile doluydu çantası. Onlar zaten imalatında çok
ağır olan tahta çantayı daha da taşınmaz hale getirmişlerdi. Önlük, yakalık, pantolon
ve ayakkabılar hep ağabeyinden kalma . Ne elinden tutan vardı aileden, ne de
yol gösteren. İşte böyle idi ilk heyecan .
Annesi 15 yaşlarında gelin
olmuştu babasına. Amca oğlu,amca kızı. Adettenmiş galiba o zamanlar hep
akrabadan alıp vermeler! İp atlarken almışlar bahçeden; giydirmişler gelinliği
üzerine aniden ”- Seni Kemal’e verdik “demişler,”- Gelin oldun !” . Çalgı, çengi
ve hitamında, dualarla atmışlar gerdeğe. Çok dinlemişti bu hatıratını rahmetli
annesinin. Babası yaklaşmış haliyle bıçkınca, annesi çocuk daha. Yaramazlık
yapmaya başlayınca annesi “ - Ne yapıyorsun sen Kemal Ağabey !“ diye bağırmış
şaşkınca! Bağırış o kadar işte. Sonrası
ne yaptığını anlamıştır tabi ki. Otomatiğe bağlamış rahmetli babası üretimi; fabrikasyon misali. Atmış vitese 18
ay ara ile 7 çocuk peş peşe. Murat üçüncü imalatları. İkincisi kızmış, yaşamamış.
Ondan olsa gerek nazlı yetiştirmişler. Sonraki kız olunca salıvermişler
yakasını. Ama olan olmuş; o nazlı ürkek Murat
kalmış o zamandan.
O kadar çocuk, birde büyükler; geçim gailesi
müthiş zor. Beş erkek çocuk, enlemesine serilen yatakta dövüş çekiş. İşte o
ortamdan kalkıp gelmişti tahta bavulumsu
çantası ve yüküyle okula. Elektrik yok evde, is lambaları ile aydınlatılıyor
etraf. Gaz yağı masrafı çok olmasın diye çalıyor her akşam yat borusu erkenden.
Dersi ancak sabah ortalık aydınlandığında yapabilmekteler. Ama o; zekiydi çok. Çabuk
öğrenip sivrilmeye başlamıştı, en önlere yerleşmişti zaman içinde sınıfta.
Çekemezlerdi. O zamanlarda varmış baksanıza bu huylar. Bütün sınıf üstüne
gelirken ürkek ve korkak oluşundan; birkaç kız arkadaşı vardı sadece
mahalleden. Sütkardeşi bir hayli yaramazdı. Ne halt yese ve hoca sorduğunda hep
onun yaptığını söyler, sınıfta tasdik
ederdi. Çok mahcup olur, utancından
konuşamaz olurdu. Bir gün gaz kaçırdığında seslice, yine suçu ona yıkmıştı.
Okul paydosunda bütün
cesaretini toplayıp çıkış kapısının orada yattı pusuya. O ağır arkadaşı
olan tahta çantayı kafasına geçirdiğinde
yüzü başı kan içinde kalmış ve hastanelik olmuştu sütkardeşi. Adı artık “ Küçük
Reis !” olarak yayılınca, yolu açılmıştı delikanlılık adına okulda. Ondan sonra kimse yanaşıp dalga geçemedi okul
bitene kadar onunla. Artık küçük külhanbey biriydi. Ve çantasını 5 sene boyunca zevkle taşıdı, çok sevdi
çantasını.
Okul
duvarının hemen dışında küçük bir bakkal vardı. Sahibinin adı Kel Kani. Ufak tefek sert biri idi. Çocuklar
teneffüslerde oraya akın eder ne isterlerse alırlardı, onun cebinde harçlığı olmadığı için seyredip
dururdu uzaktan boynu bükük . Mabel sakızları vardı o zamanlar. Ambalajında bir
zenci kadın; nerede ise yüzü kadar kalın kırmızı dudaklar. Çok merak eder;
özenir ama alamazdı. Bir çocuğun Kel Kani arkasını döndüğünde aniden tezgâhtan
o sakızdan alıp kaçtığını görünce o da
nefsinin galip gelişi nedeniyle denemeye karar vermişti. Aklınca;
çaktırmadan aldı bir adet mabel sakızı. Ağzına alıp çiğnemeye başladığında az
sonra korku ve heyecandan yutmuştu sakızı. Sonra bu başlangıç alışkanlık yapmış olsa gerek 5-6 kere daha
çaktırmadan yürüttü ne hikmetse. Oyun gibi idi. İşlediği fiilin
adının hırsızlık olduğunu bile bilmiyordu. Bir gün hocaları Saadet Hanım bir hikâye
anlatınca çok utandı gizliden kendince ve o an anladı küçük bir hırsız olduğu.Parası
yoktu ki aldığı 6 sakızın parasını ödeyip özür dileseydi. Çok tedirgindi.
Aradan 1 ay kadar geçmişti. Bir gece yarısı
uyandırdı annesi kaldırdı yataktan. Kendini babasının karşısında bulmuştu.
Elinde birkaç adet o çok sevdiği mabel sakızı vardı. “ - Al oğlum sana getirdim” deyince şaşırdı. Bir maşa aldı
sonra eline “ -Ulan hırsızlık ha.İstedin de almadık mı ? ” diye bağıra çağıra
vurmadık kanatmadık yerini bırakmadı. “ - 15 tane sakız çalmışsın !” dediğini
hiç unutmadı. O Kel Kani efendi; onun
kimin nesi olduğunu bildiğinden ses çıkarmamış; itibarından olsa gerek bir
borç defteri sahifesi de Murat’a açmıştı besbelli. Ama 6 adet çaldığını 15
yapmıştı birden! Murat hırsızdı tamam da; o da üçkağıtçı, düzenbazın kralı yani ? O korku ve dayak neticesi; o yaşta ilk
defa yatağını ıslatarak kalkmıştı. Altına kaçırmıştı. İyi bir ders olmuştu ona.
Gerisi malum; tabi ki tövbe. 18 yaşında memur olunca o Kel Kani Amca’yı buldu.
Bu anı unutulacak cinsten değildi haliyle. Olayı anlattı, söke söke nemaları ile o fazladan aldıklarını
tahsil etti. Gıkı çıkmadı! Mahallede ki
fakir çocuklarına dağıttı sakızları, eski günlerinin hayrına.
Babasının
lokantasına giderdi her gün okul çıkışı. Yine top oynamaya dalmış, geç kalmıştı
işyerine. Aslında pek dayak atmaz, sadece azarlardı babası bir kabahatı olduğunda. O gün
nedendir bilinmez çok sinirliydi. Önce sıcak suya attığı çorak gibi tuzlu sözde çorbaya doğradı kuru
ekmek parçalarını ve kaşıklattı bağırarak. Eline bir sopa alıp onu kapattı
ardiyeye. Tam vurmaya başlayacaktı ki: o gün öğretmenin izah ederek anlattığı
sihirli kelimeyi söyledi babasına : "Affedersin! “ . Bir suçunuz olduğunda
büyüklerinize söylerseniz affeder sizi demişti öğretmeni. Ailesinde bu kelimenin
kullanıldığını hiç duymamıştı. Baba çok öfkeliydi! Fırsat bu dedi aklınca
ve " - Affet beni baba! “ dedi. Sen misin diyen."- Vay teres ! Şuna bak sen. Beni öyle uyduruk kelime ile mi
kandıracaksın? " Aldı ele, vur ha
vur. O günden sonra nefret etti bu kelimeden. Çıkardı kelime hazinesinden.” Ne
kullanır ne de kullananı affederim “ diye verdi kararını. Derler ya " - Özür
dileyeceğin bir şeyi yapma ." Vallahi doğru sözmüş be.