İKİ YOLCU

 

 

        “İki yolcunun hikayesi yıllardır anlatılır durur. Carettaların nasıl yaşadığı, ne türlü zorluklara göğüs gerdikleri, birbirlerine olan derin sevgi ve aşkları uzun uzun hikaye edilir. Erkek ve dişi carettanın aşkları hep dillerdedir. Ve birbirlerini gönülden seven iki yolcunun isimlerinin ne önemi var? İsimden maksat mana değil midir? Manadan maksat da aşk... Her kimin gönlünde bir tutam sevgi yoksa o yürüyen cenazeden ibarettir, hakikatte ölüdür o, lakin dünya makamında canlıdan sayılır.”

        “Bu bir ibret hikayesidir. Herkes kendi hikayesinden bir parça bulur onda, kendine göre bir ders çıkarır. Her neyse biz gelelim hikayemize.

Derler ki zamanın birinde...”

 

 

 

 

I

 

       Deniz, o hoyrat, ferah kokusu altında engince dalgalanıyordu. Deniz kenarındaki kumlar güneşin pişirmesiyle ısınmış, ışıl ışıl parlıyordu. Gökyüzü alabildiğince maviydi, masmaviydi. Az sonra denizden, büyük bir kaplumbağa dev cüssesiyle, denizden karaya o sıcak kumlara doğru ağır ağır ilerlemeye başladı. Engin dalgalarla mücadele içindeydi. Kaplumbağa zaman zaman kuvvetli dalgaların etkisiyle sağa sola savruluyordu. Dalgalar durgunlaştıkça kanatlı kollarıyla, güçlü ayaklarıyla kıyıya doğru yüzmeye devam ediyordu. Çetin dalgaların gücünü ağır cüssesiyle aşarak karaya ilk adımı atmayı başardı.

Etraf ıpıssızdı, kimsecikler yoktu. Kaplumbağa, yorgun adımlarla kendini karaya attı. Yorulmuştu ve bitkin haldeydi. Kumların üstüne doğru kendini bıraktı. Tuzlu suyun o ferah dokunuşunu bütün vücudunda hissetti. Güneşin o tatlı ışınları yüzüne, kollarına, sırtındaki onu bütünüyle saran büyük kabuğuna vuruyordu. Derin derin nefes alıyor bu anın tadını çıkarıyordu. Dinlendikten sonra ayağa kalktı, sahile heyecanla yürümeye başladı. İlerledikçe sahildeki kumları kanatlı kollarıyla yokluyor, yumurtalarını bırakacak uygun bir yer arıyordu. Hayli ilerledikten sonra küçük bir kum tepesine rast geldi. Tepenin yanına yönelip kollarıyla kumu kazmaya başladı. Kanatlı ve geniş kollarını bir kepçe gibi kıvırıyor, aldığı toprağı kenara atıyordu. Dinlendikçe tekrar kazmaya devam ediyordu.

Kazdıkça derince bir çukur oluştu. Çukuru yumurtlayacağı yumurta miktarıyla dengelemek amacıyla daha derin kazmaya devam etti. İri cüssesini çukura doğru kapaklayıp, rahminde özenle yaratılmış yumurtaları yumurtlamaya başladı. Birer ikişer yumurtluyordu. Yumurtalar çukurun içine pıt pıt, üst üste düşmeye başladı. Yalnız bu onları kırmıyordu çünkü yumurtalar bu safhada yaratılışları gereği bombeli ve yumuşak bir yapıya sahipti. Ne üst üste düştüklerinde kırılıyor, ne de birbirlerini eziyorlardı. Her şey düşünülmüştü, her şey yerli yerindeydi. Kaplumbağaya düşen yalnızca bu düzene uygun hareket etmekti.

Cennet annelerin ayakları altındadır. Anne olmak bütün canlılar için fedakârlığın, sevginin ve şefkatin timsalidirler. Doğum sancıları her annenin yavrusu için katlandığı cefanın zirvesidir. Kaplumbağa yumurtalarını çıkarırken büyük acı çekiyordu, yaklaşık bir saat boyu dinlene dinlene çektiği acının tesirinden gözyaşlarını akıtarak yumurtluyordu. Bütün yumurtalarını zamanla dinlene dinlene çukurun içine boşaltmıştı. Çukurun içi onlarca beyaz yumurtayla tıka basa dolmuştu. Kapaklandığı yumurta dolu çukurdan ayrılmadan ve onları ezmemek için azami dikkat ederek geniş kanatlı kollarını kepçe gibi kıvırıp etrafındaki kumlarla çukuru iyice sarıyordu. Çok geçmeden çukuru kumlarla doldurdu. Yumurtalar kum taneciklerinden görünmez hale geldiler. Kaplumbağa çukurun üstüne daha sağlam olsun diye bir kaç kepçe daha kum attı. Kollarıyla kumları tepeliyordu, kumlar iyice çukuru ve yumurtaları sarmıştı, güzel bir caretta yuvasına dönüşmüştü artık.

Anne kaplumbağa yumurtladığı çukuruna derin derin son kez baktı. Ayrılık vakti gelmişti artık. Bir anne olarak görevini ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirebilmenin huzuruyla denize yöneldi. Sahilde ağır ağır yürümeye başladı. Onlarca yumurtayı karnından boşaltınca hafiflemiş ve rahatlamıştı. Artık daha hızlı ve daha çevik hareket ediyordu. Çok geçmeden denize vardı. Küçük bir yavrunun anasının kucağına sığınırcasına, engin denizin kollarına attı kendini. Hızlı ve mutlu bir şekilde yüzmeye başladı, sonra denizin derin karanlıklarına daldı, görünmez oldu.

 

Gündüz kendisini geceye bıraktı. Yumurtalar karanlıkta sıcak kumların derinliklerinde üst üste yığılmış beklemekteydiler. Her gecenin bir sabahı vardır. Yumurtalar derin uykular içinde kendi kendilerine gelecek baharın umuduyla sessizce bekliyorlardı. Bahardan ve kıştan, geceden ve gündüzden habersiz oldukları halde beklemekteydiler.

Gündüz ve gece birbiri ardını kovaladı. İki aya yakın pişmiş kumların altında kaldılar. Derken bir gece yarısı yumurtalar (“Şüphesiz ki taneleri ve çekirdekleri yaran Allah'tır”ayetinin sırrıyla) hafifçe çatlamaya başladılar. Birer ikişer çatlıyorlardı. Gecenin sessizliğinde sahilde küçük küçük çatırtı sesleri duyuluyordu. Çıkardıkları ses; kulağı ve ruhu okşayan bir şarkının eksik kalmış notaları gibiydi. Hoyrat deniz bu ezginin mırıltısından oldukça memnun halde durulmaya başlamıştı.

Vaktinden önce çiçek açmaz. Yumurtalar çatlamış halde bir gece daha beklediler. Ertesi gece gökyüzünde ay, dolunay halinde tahtına kurulmuştu, ışıl ışıl parlıyordu. Gökyüzüne gece vakti ne de güzel yakışıyordu. Gecenin zifiri karanlığında yusyuvarlak bembeyaz ışıl ışıl parlamaktaydı. Gece âşık olsa ona olurdu ancak. Ay da geceye âşık olurdu elbette. Aydınlığını ve güzelliğini gecenin sıcak bağrında gösterebildiği için...

(Gece ve gündüz, siyah ve beyaz, iyi ve kötü, elmas ve kömür, her şey zıddıyla bilinir. Elmas kalpliler ve kömür kalpliler birbirinden ayrılsın diye kurulmuş bir dünya düşün. Ölüden dirinin, diriden ölünün gözlerimizin önünde apaçık çıkarıldığı bir dünya. Dünyadaki bütün gizem ve mucizelerin ülfet perdesi altında normal ve basite indirgendiği, tabiat ana, içgüdü, gen, adaptasyon, doğal kanun ve bunun gibi ismi kılıflar ardında gözlerin mucizelerden ve hakikatten perdelendiği, en başta bir damla sudan insanın yaratılmasını bile kılıfların ardına sokulmaya çalışıldığı, mızrağın çuvala sığmadığı, çuvalında mızraktan sayıldığı, Müsebbibül Esbabı sebep perdesi altında gizlemeye çalışan nuftelerin doldurduğu bir dünya burası, dünyamıza hoş geldin.)                   

 

 

 

II

Yıldızlar gök kubbeyi süslemişti. Gökyüzüne kusur arayarak bakan gözleri, kusurdan ümidini kesmiş halde geri döndürecek letafette idiler. Ayın ve yıldızların gökyüzündeki güzelliğini yerde coşkun deniz, yorgun kumlar tamamlıyordu. Gecenin bu güzel anında caretta yuvasının derinliklerinde yumurtalar tamamen çatlamaya başladılar. Derken yumurtalar yarıldı, içlerinden küçücük bedenleri, minik ayakları ve kollarıyla muntazam gözleriyle azaları tastamam yavrular çıkıverdi. Yumurta kabuğundan, karanlık kutularından çıkıp hayat bulmanın heyecanıyla üst üste hareket ediyorlardı. Üzerlerinde bulunan, anne kaplumbağanın onların korunması için özenle hazırladığı kum barikatını artık yıkmaları gerekiyordu.

Yuvanın en üst katındaki yumurtalardan çıkan carettalar kum barikatını yarıp minik kafalarını dışarı çıkardılar. Gecenin karanlığında ayın ışığıyla aydınlanan sahile doğru gözlerini açtılar. Bu ilk bakış ilk görüştü. Gördükleri âlemin büyüleyici güzelliği ardında hayret makamındaydılar. Bir süre gökteki yıldızları ve ayı, o güzelim kumları, çeşit çeşit desenli çakıl taşlarını, etraftaki çalı çırpıları seyre daldılar. Nefes almanın hazzını ve ferahlığını genizlerinde hissettiler. Var olmanın dayanılmaz hafifliğini ve mutluluğunu ruhlarında duyumsadılar. Bilmedikleri, görmedikleri bu âlemi büyülü güzelliğinin meftunu oldular. Peşi sıra altta kalan carettalar sahile doğru kafalarını çıkarıyorlar aynı heyecanı paylaşıyorlardı. Sonunda bütün yavrular çil yavrusu gibi yuvalarından çıktılar, toprak tezekleri arasından çıkan çekirgeler misali etrafa dağıldılar. Yuvanın etrafında tümseğin yanı başında dönüp duruyorlardı.

Kahramanımız küçük erkek caretta yuvadan en son çıkanlardandı. Aynı zamanda annesinin çukura yumurtladığı ilk yavruydu. Diğer arkadaşlarına nazaran zayıf ve çelimsizdi. Sırtındaki kabuğunun desenleri diğerlerine nazaran daha muntazam, farklı motifli çizgileriyle daha belirgindi. Toprağın derinliklerinde yumurtadan ilk çıktığında diğer arkadaşları gibi heyecanla debelenip duruyordu. Cüssece arkadaşlarından biraz daha küçük olan kahramanımız o kadar tatlıydı ki ona bakan bakmaya doyamazdı. Toprağın karanlıklarında hayata yeni uyandığında, yukarı doğru tırmandığında gideceği âlemin halinden ve ahvalinden habersizdi. Hızlıca tırmanıp kum barikatından küçük kafasını gökyüzüne doğru uzatmıştı. Minik gözlerini ilk açtığında ayın ışığının da etkisiyle gözleri kamaşmıştı. Neden sonra gözleri ışığa adapte olduğunda ilk gördüğü şey göğü süsleyen yıldızlardı. Meraklı gözlerini gök kubbeye özenle yerleştirilen yıldızlara diktiğinde ilk verdiği tepki şaşkınlık ve hayretle “aaaaaaa ne kadar da güzeller öyle” olmuştu. Kendi çıkardığı ince sese de şaşırdı. Sesini, ağzında dilini oynatması ve dokunma duyusunu hissetmesi de onu şaşırtan diğer şeylerdendi. Dokunmak hissetmek, hissetmek var olmaktı. Yuvasından tamamen çıkarken yürümekte zorluk çekti, ters dönüp düşüverdi. Sırtındaki yuvarlak kabuğu sıcak kumlara değdiğinde ve gözlerini o halde yıldızlara diktiğinde heyecan ve korkuya benzer bir duyguyla ( ki bu özel duyguyu ben de tanımlamakta güçlük çekiyorum) geri doğruldu.

 

 

 

Küçük caretta kumun üzerinde coşku içinde koşturmaya, kendi ekseni etrafında dönmeye başladı. Sonra duruldu, vücuduna baktı heyecanla; iki adet pullu küçük ancak kavisli kollara sahipti, onları baktıkça hareket ettirip şaşırıyordu. Ayaklarına baktı, güçlü minik ayaklar, muntazamdılar. Elleriyle bir aynaya bakarcasına yüzünü ovuşturdu; yüzünü, güçlü çenesini gözlerini, ağzını, kafasını hissetti. Sırtında yuvarlak sert bir kabuk vardı, bütün vücudunu kaplamıştı. Yalnız kafası, ayakları ve elleri açıktaydı. Kafasını istediği zaman kabuğuna doğru çekebiliyordu. Bütün vücudunu özenle ve dikkatle inceledi. Yürümesi için ayaklara ve kollara sahipti. Görmesi için gözlere, duyması için kulaklara, nefes alıp koklaması için güzel bir burna sahipti. Kendi kendini izler gibi bir hisse kapıldı. Yaşaması için ne çok şeye sahipti, ta yumurtasının karanlığında her şey düşünülmüştü. Yeryüzünden habersiz olandan ayak hâsıl olabilir miydi? Güneşten ve ışıktan gafil olan gözleri inşa edebilir miydi? Havadan bihaber olan burnu verebilir miydi? Bütün azaları kâinatın birer küçük çekirdeği özü gibi şimdi karşısındaydı. “Her şey hikmetle yaratılmış,”dedi küçük caretta.

Yüreği sevgi ve şefkat dolu bir gönül erinin dediği gibi;“Kâinata hikmet nazarı ile baksan hiçbir şeyi nizamsız, gayesiz göremezsin. Sen nasıl nizamsız gayesiz kalabilirsin?”

Küçük caretta ellerini tekrar yokladı “ne kadar güzeller tam da vücuduma göre, iyi ki benimleler” dedi coşkuyla. Hayli zaman vücudunu hayretle tefekkür ederek inceledi. Kahramanımız hayli dikkatli, gözü keskin ve hikmet sahibi kimselerdendi.

(“Ufak bir karınca, kalemin kâğıt üstüne yazdıklarını gördü, bu sırrı başka bir karıncaya söyledi. O kalem, kağıda fesleğen gibi susam çiçeği ve gül gibi acaib nakışlar yaptı” dedi.

Öbür karınca dedi ki:” O sanatkâr parmaktır. İş görmede kalem parmağın fer’i ve eseridir.”

Üçüncü karınca da dedi ki: “Parmaklar onları yazdırsa bile bu iş kolun sayesindedir. ”Bahis böylece uzayıp gitti. Karıncaların beyi daha zeki idi. Karıncaların beyi dedi ki: ” Bu hüneri suretten yani maddeden görmeyin, zira o suret, uyku veya ölümle bihaber ve bi kudret oluverir. Suret, elbise ve asa gibidir. Akıl ve ruhtan başka bir şeyle bu güzel nakışlar yapılamaz.”Mevlana)

 

 

 

 

 

 

 

Küçük caretta bedenindeki ıslaklığa dikkat etti. Bütün vücudu sırılsıklam bir sıvıyla kaplıydı.  “Bu çıktığım yumurtadan olsa gerek,”dedi. Etrafına bakındı; kendi gibi etrafında onlarca caretta vardı. Sonra hepsi birden deniz tarafına doğru hızla koşmaya başladı. Küçük carettamız neden o yöne doğru koştuklarına kendi de anlam veremiyordu. Aydınlıklara doğru koşuyorlardı. Yolcu yolculuğunun farkına o vakit vardı. Heyecanla koşarken düşüp yeniden kalkıyor ve yoluna kaldığı yerden devam ediyordu.

“Tarif edemediğim bir şey beni bu yöne çağırıyor, koşturuyor” dedi. Diğer carettalar önünde o hayli geride aydınlıklara doğru koşuyorlardı. Kendisi hayli küçük olduğundan diğer carettalardan geride kalınca telaşlandı ve daha hızlı ilerlemek için çabaladıysa da çok çabuk yoruluyordu, dinlenerek yoluna devam ediyordu. Sahilde kumların üzerinde çakıl taşları, çalı çırpılar ve çeşitli atıkların üzerinden bin bir güçlükle ilerliyordu. Derken yol üzerinde başka bir carettaya rast geldi. Zamanlaması oldukça önemli bir tevafuktu doğrusu. Çünkü karşısındaki caretta yolculuğu sırasında bacaklarını bir taşın arasına sıkıştırmış, hareket edemiyor, bulunduğu yerde çaresiz çırpınıp duruyordu. Bu dişi caretta başka bir yuvadan çıkan kaplumbağalardan biriydi ve o da cüssece zayıf ve çelimsiz olduğundan diğer arkadaşlarından geride kalmıştı. Onlara yetişmek için telaşla koşup ilerlerken ayağı bu taşa sıkışıp kalmıştı. Erkek caretta onu bu halde çaresiz çırpınırken görünce çok üzüldü ve yüreği ona yardım için kabardı. Hemen yanına koşup onu sıkıştıran taşı vücudu ve sert kabuğuyla bütün gücüyle itmeye başladı. Taş sarsılmaya başladı ancak yeteri kadar ilerlemiyordu. Dişi caretta ona yardım için uzanan eli hissedince ümidini yeniden toplayıp son bir gayretle kabuğunu bütün gücüyle yukarı doğru itmeye başladı. Erkek caretta peşi sıra taşı güçlüce itiverdi ve taş yerinden oynadı, dişi caretta kurtuluverdi. Erkek caretta “nasılsın iyi misin, çok üzüldüm, dedi. Dişi caretta sevincinden duygulandı, erkek carettaya dönüp: “Ne iyi ettin de geldin, sen gelmeseydin şu taşın altında ölüp gidecektim,” dedi. Birbirlerine heyecanla karışık duygularla bakıyorlardı. Göz göze geldiklerinde minik kalplerinde bir ateşin yandığını hissettiler. Erkek caretta heyecanından ne diyeceğini bilemedi. “Ne iyi ettim de geldim,” diye tekrarladı. Birbirlerinin göz bebeklerinde suretlerini gördüler, gülüştüler, yıldızlara baktılar, birbirlerine yoldaş olduklarından mutluydular.

“Nereden geldin, seni kendi yuvamda görmemiştim dedi erkek caretta.“

“Bende seni görmedim, demek ki başka yuvalardan çıkıverdik.”

“Evet, hadi yola çıkmamız gerek birlikte gidebiliriz istersen.”

“Buna çok sevinirim, ne iyi yüreklisin,” dedi dişi caretta.

Erkek caretta neşeyle gülümsedi. Birlikte sevgiden gelen duygu yoğunluğuyla nedensiz aynı anda gülümsüyorlardı. Yollarına devam ediyorlardı. Birlikte ayın ışığına doğru koşuyorlar, birlikte dinlenip tekrar yollarına devam ediyorlardı. Yolda hayli gittikten sonra ilerlerken erkek caretta diğer carettaya dönüp gülümseyerek:

“Ne de güzel bir yüzün var, ellerinin avucu da çok güzel” dedi. Dişi caretta gülümsedi ve bu sözler onu o kadar mutlu etti ki utandı, küçük yanakları al al oldu.

“Teşekkür ederim, sen de çok güzelsin,” dedi.”Kabuğunun deseni ne kadar da güzelmiş öyle”dedi. Erkek caretta hürmet hissiyle:

“Bizi yaratan rabbimiz ne de güzel yaratmış, her şeyimizi de düşünmüş,” dedi.

“Çok güzel söyledin, doğruyu ne tatlı söyledin,” dedi dişi caretta

“Bizi yaratan rabbimizin yarattığı böyleyse kendisi ne güzeldir düşünsene,”dedi erkek caretta.

Tekrar muhabbetlerinden gülüştüler ve yollarına devam ettiler.

 

 

 

III

 

Neden sonra kumda bir yol ayrımına denk geldiler. Ay ışığının dışında sahilin sol tarafında uzaktan başka bir ışık daha parlıyordu. İki küçük yolcu hangi yola gidecekleri konusunda şaşırıp tereddüt ettiler. Birbirlerine hangi yönden gidelim dercesine baktılar. Bilmiyorum dercesine başlarını salladılar. Yol ayrımının dibinde bekleyen dev bir kaplumbağa onlara seslendi:

“Yolcular, yoldaşlar bir gelin bakalım, dedi.

Dişi caretta dev kaplumbağaya bakıp ürktü. Erkek caretta onun korktuğunu anladı ve onun önüne korurcasına geçti, yüreği korkuyla karışık olduğu halde dev kaplumbağaya cesurca seslenerek (sesini kalınlaşması için zorlayarak):

“Ne istiyorsun var git yoluna, bizi rahat bırak senden korkmuyorum” dedi.

Dev kaplumbağa bu cevap karşısında gülmekten kendini alamadı ve tok sesiyle tekrar seslendi:

“Korkmayınız, size bir zararım dokunmaz, size ve sizin gibilere yardım için burada beklemekteyim,” dedi.

Erkek caretta bu sözler üzerine bir nebze rahatladı. Dişi carettaya güven dolu gözlerle baktı. Dişi caretta gözlerini endişe içinde erkek carettaya çevirerek:

“Ne kadar da büyük bir kaplumbağa öyle, dev gibi cüssesi var. Bizim bedenimizin yüz katı ağırlığında vardır herhalde, (gözlerini korkuyla irileştirerek) bizi istese bir lokmada yutabilir. Buna rağmen onun çağrısına uyacak mıyız?” dedi.

Erkek caretta yüreğindeki korkuya savaş açarcasına: “Korkma, ben seninleyim, seni korurum ve sana kimsenin zarar vermesine izin vermem. Hem bak bizim cinsimizden bizden bir canlıya benziyor. Küçük olduğumuz için ona aşağılardan bakınca dev gibi bir canavarı andırsa da bizim onlarca kez büyültülmüş halimize benzemektedir. Bize zarar yerine tecrübesiyle fayda vereceğini hissediyorum,”dedi.

Onlar birbirleriyle istişare ederken dev kaplumbağa uzaktan onları süzüyordu.

“Hem ben seni korurum, düş arkama ve korkma,”dedi erkek caretta.

Erkek caretta önde diğer yolcu arkada bilge kaplumbağanın yanına doğru gittiler, önünde soluklandılar. Dev kaplumbağa;”Hoş geldiniz sefalar getirdiniz,”dedi. Hoş bulduk dedi erkek caretta. Dişi caretta ise onun arkasına sığınmış onları dinliyordu.

“Nereye gidiyorsunuz ikiniz böyle deyin bakalım.”

“Aslında gökteki şu parlayan yuvarlak ışığın olduğu yöne denize doğru gidiyoruz. Ancak buraya kadar bin bir zorlukla geldik. (Elleriyle işaret ederek) Şurada da şiddetli bir ışık parlıyor. Yolumuzu şaşırdık da bir türlü hangi yöne gideceğimizi karar veremedik. Bu ışık bizim kafamızı allak bullak etti. Hangi yoldan gitmeliyiz sizce efendim.”

Bilge kaplumbağa onlara sevgi dolu gözlerle şöyle bir baktı ve tok sesiyle konuşmaya başladı:

“Ey yolcu bu dünyanın sahte ışıklarına aldanma, aldanma gördüğün o ışık huzmesinin şiddetine ve parlaklığına, o ışık sizin için karanlıktır lakin aydınlık libası giymiştir. Oralarda insan denen bir canlı topluluğu yaşar ki onların hünerli elleriyle yaptığı şiddetli ışık saçan fenerleri vardır. Onlar o ışıklarla gece vakti yollarını bulup aydınlanırlar ve dönem dönem şu sahilde konaklarlar. Senin ve benim ışığım ise gök kubbedeki aydır. İyisimi sen ayı kendine rehber et de selamete eresiniz.”

“Hımm, sağolasın bizi düşünüp engin bilgini bizimle paylaştığın için. Peki, daha ne kadar bu yolculuk devam edecek? Çok yorulduk, bitap düştük. İyisimi sen söyle bu hayat kervanı nereye gidiyor efendim?

“ Ey dünya âleminin meftun yolcusu bil ki sen bir yolcudur. Yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, Sırat’tan geçer bir uzun sefer-i imtihandır. Her iki hayatın levazımatı, âlemlerin rabbi tarafından verilmiştir. Bu yolculukta sebat ederseniz sonunda rahmete nail olursunuz. Bir şeyin sonu hayırsa o şey hayırdır. Hayra ulaşana kadar gelip geçici sıkıntılar ölü hükmündedir. Saadet bu yolda mücadele ve sabır ile mümkündür.”

“Ne kadar ince ve güzel sözler bunlar böyle, siz belli ki bilge bir kaplumbağasınız. Bir sorum daha var, adına insan dediğin varlığın yoluna baksana o yöne doğru koşan carettaları elleriyle denize kadar zahmetsizce taşıyorlar. Biz de o yöne gitsek de bizi de rahatça denizimize ulaştırsalar ne iyi olur.”

“Aman şu gördüğün manzaraya aldanma, insanoğlu pek cahildir. İnsanoğlunun özünde iyilik ve paklık vardır ve sizin gibi küçük tatlı varlıkları pek severler. Size merhamet gösterip dev cüsseleriyle sizi denize kadar taşıyıp sevgiyle bırakırlar. Ancak çoğu zaman iyilik zannıyla kötülük ederler de bundan gafildirler.”

Erkek caretta şaşkınlık içinde itiraz ederek:

“Nasıl yani böylesi bir iyiliğin bize ne gibi zararı olabilir ki.”dedi.

Bilge kaplumbağa:” Ey yolcu can kulağını aç da iyi dinle: Sizler yumurtalarınızdan ilk çıktığınızda yumurtanızın akıyla vücudunuz sırılsıklam olmuştur. Üzerinizde farkında olmadığınız bir koku vardır. İnsanlar size iyilik zannıyla sevinçle denize kadar taşıyıp denizin sularına yavaşça bırakırlar. Peşi sıra size yaptıkları iyiliğin hazzıyla yollarına giderler. Carettalar heyecanla denize doğru koşarlar, denizde bin bir çeşit canlı yaşar. Bu canlılardan bir kaçı yumurtadan çıktığınızda üzerinize yapışan sıvının kokusundan sizin yerinizi bulurlar, sizi yerlerde ölüp gidersiniz. Gafil insan da size ne büyük bir kötülük yaptığından habersizdir.”

Carettalar anlatılanlar karşısında korkuyla irkildiler. Erkek caretta; “Onların bizi oraya taşımasıyla deniz canlılarının bizi yemesinin ne gibi bir bağlantısı var? Biz kendi başımıza denize vardığımızda yine aynı şeyler başımıza gelmeyecek mi?” dedi.

Bilge kaplumbağa:“Yol boyunca üzerinizde ki sıvının kokusu uzun yolculuğunuzun sonucunda etkisini kumlarında tesiri ile yitirecektir ve siz bu tür saldırılardan bir nebze korunmuş olursunuz. İkinci olarak sizlerin kollarınız ve bacaklarınız yumurtadan çıktığınızda hayli zayıf ve güçsüzdür. Yolculuk boyunca kol ve ayak kaslarınız çalışıp hareket ederek güçlenecek ve denize vardığınızda denizin dalgalarına karşı kollarınız ve ayaklarınız güçlü bir şekilde yolunuza devam edebilirsiniz. Hem denizdeki diğer canlılardan korunmuş olursunuz, hem de deniz yolculuğunuza güvenle devam edebilirsiniz. Öbür türlü diyelim ki canlılar kokunuzu almadı bu sefer denizle mücadelenizde savrulup yarı yolda ölme ihtimali var. Bu tıpkı kelebekle yufka yürekli bir adamın hikâyesine benzer.”dedi.

Erkek caretta merakla: “Ne olmuş ki onlara?”dedi.

Bilge kaplumbağa: “Zamanın birinde bir adam ormanda gezerken kozasından çıkmaya çalışan bir kelebeğe rast geldi. Hayranlıkla onu izlerken kelebeğin çırpınışı yüreğine dokundu, ona yardım maksadıyla kozasını elindeki bıçakla yarıverdi. Kozadan uzaklaşıp olan biteni ağaç kenarından izlemeye başladı. Kelebek kozasındaki yarıktan çıkıp yere düştü, kanatlarıyla uçmaya çaba harcadıysa da bir türlü başaramıyordu. Adam onun bu haline çok üzüldü, uzun süre kelebeğin uçmasını beklediyse de bu bir türlü gerçekleşmiyordu. Çünkü kelebek sakat kalmıştı. Kelebeğin kozasındaki çırpınışı ve çektiği çile onun için hayır idi ki onun mücadelesi ile kanatları ve vücudu gelişiyordu. Adam ise bundan gafildi tıpkı sizi denize doğru zahmetsizce taşıyan insanoğlunun yaptığı gibi.”dedi.

Dişi caretta dinledikleri karşısında bilge kaplumbağaya karşı gönlü muhabbetle doldu, ona doğru yönelip:

“Biz de bu tür şeylerin hepsinden habersizdik, sen ne iyi yürekli birisin, dilin bize rahmet oldu, rabbim senden razı olsun,” dedi.

Bilge Kaplumbağa:“Âmin cümlemizden, kâinatın serveri ne güzel söylemiş:”Canlıların en hayırlısı onlara en faydalı olanıdır.”Size bir faydam dokunursa ne mutlu bana” dedi.

Erkek caretta: “Bize vereceğin başka öğütlere de muhtacız o pak dudaklarınla bizi aydınlat da hayat yolculuğunda azığımız olsun.” dedi.

Bilge Kaplumbağa: “Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellûk edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir. Her şey O’nun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun. Mülk umumen O’nundur.”

“Sen, hem O’nun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun.
Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyleyse, beyhude ıstıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini itham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.”

Kardeşlerim hayat yolculuğumda hep şu düsturu edindim, sizlerin de hayat düsturunuz olursa ne güzel olur:“Dün geçmiş, yarın ise meçhul, senedin yok ki sen ona maliksin. O halde hakiki ömrünü bulunduğun gün bil.”

“Varlığa sevinme, yokluğa erinme, rabbine olan aşkınla avun o seni yarı yolda bırakmaz.”

Kardeşlerim yolunuz açık, bahtınız güzel olsun, dualarım sizinle, diyerek sözlerini bitirdi Bilge Kaplumbağa.

İki küçük yolcu bu sözler karşısında duygulandılar, hüzünlenip ağladılar. Bilge Kaplumbağa da gözyaşlarına hâkim olamadı. Carettaları eline alıp onları sevip öptü, sonra yavaşça yere bıraktı. “Haydi, kalın sağlıcakla,”dedi.

Carettalar vedalaştıktan sonra ayrıldılar, yollarına kaldıkları yerden devam ettiler. Denize doğru hızlıca hareket ediyorlardı. Derken ay gökyüzünden silindi. Güneş yüzünü gösterdi, karanlık kendini aydınlığa bıraktı. Carettalar bu değişimi neşeyle karşıladılar. Hava aydınlanınca çevrenin güzelliği ruhlarını okşadı.

Erkek caretta yoldaşına dönüp dedi ki:”Denize kavuşmamıza çok az kaldı, birazdan orada oluruz, sana başaracağımızı söylemiştim, merak etme her şey çok güzel olacak.

Dişi caretta sevinçle gülümsedi:”Her şey ne kadar da güzel, yakında denize kavuşacağım için çok heyecanlıyım. Sen yanımda olmasaydın başaramazdım,” dedi.

Erkek Caretta:“Sen ruhumun eşi oldun da ben sükûnet içinde yoluma devam edebildim, seninle olmak hayatın yükünü üzerimden alıyor,” dedi.

Muhabbetlerinden birbirlerine bakarak gülüştüler. Deniz kıyısına vardıklarında yürekleri heyecandan kıpır kıpırdı. Engin denizin suları kıyıyı dövüyordu. Onlarca caretta denizin kollarına atıyordu kendini. Bu manzaranın güzelliği insanı mest ederdi doğrusu. İki yolcumuz denizin sularına kendilerini bırakmadan önce durup birbirlerine sevgiyle baktılar.

Erkek caretta dedi ki: “ Ey gönlümü aşkıyla ısıtan sevdiğim, yüreğim seni çok sevdi,”dedi.

Dişi carettanın bu sözler karşısında burnunun direği sızladı, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.”Birbirimizden ayrılırsak diye yüreğim için için inlemektedir. Ey gönlümün ışığı kurbanın olayım beni gölgenden ayırma,”dedi.

Erkek caretta da ağlamaya başladı, gözyaşlarını saklamaya çalışarak: Güzel yüzlü sevdiğim seni yalnız komaktansa ölmeyi yeğlerim, korkma. Rabbimizin izniyle biz selamete çıkacağız, dedi.

Birbirlerini yürekten seven iki küçük yolcu ellerini açtılar, rablerine dua ettiler, birbirlerine sarıldılar. Küçük bir yavrunun anasının kucağına sığınırcasına, minik bedenlerini engin denizin kollarına bıraktılar.

Denizin içinde yan yana heyecanla yüzüyorlardı. Uzun yolculukları boyunca kolları ve bacakları iyice kuvvetlenmişti. Suyun içinde bir oraya bir buraya keyifle yüzüyorlardı. Tuzlu suyun ferahlarını genizlerinde hissettiler. Dişi caretta keyifle suda oynarken:”Yüzmek çok eğlenceliymiş, bu kadar güzel olacağını düşünmemiştim,”dedi. Erkek caretta:”Evet bu harika bir şey bak kollarımız tam da suda rahatça yüzebilmemiz için biçilmiş kaftan, bu kollarla şekilde dilediğimiz yere özgürce yüzebiliriz, ”dedi. Erkek caretta dişi carettanın yanında keyifle yüzüyor, etrafında dönüyor, ona nasıl da hızlı ve güçlüce yüzebildiğini göstermek istiyordu. Derken denizin derinliklerinden büyük bir dalga şiddetle gelip aralarına girdi, onları birbirinden ayırıp savurdu. Birbirlerini kaybetmişlerdi, yana yakıla birbirlerini arıyorlardı. Deniz birden dalgalanmaya şiddetli bir şekilde önüne geleni savurmaya başlamıştı. Erkek carettanın yüreği tutuştu sevgilinin ayrılık acısından gönlü alev alev yanmaktaydı:

“Dinle neyden, neyden şikayet eder, ayrılıklardan şikâyet eder,

Beni kamışlıktan kestikleri vakit, ayrılık ateşinden inim inim inlerim”

Dişi caretta suların derinliklerinde sevdiğini arıyordu, yüreği korkuyla kavruluyor, ayrılık acısından gücünü dermanını kaybediyordu. Derken mücadele azmini yitirdi, kendini denizin derinliklerine sırt üstü bıraktı. Maviliklerin arasında denizin dibine doğru usulca düşmekteydi. Denizin dibinde yengeç yuvalarının arasına yeşil yosunların üzerine sırt üstü uzanıverdi. Gözlerini kapatmış, sevgiliye kavuşma ümidini yitirmiş ölümü beklemekteydi.

Erkek caretta ayrılık acısından deli divane oldu, suyun içinde çaresizce bir oyana bir buyana çırpınıp duruyordu. Derken ümitsizlik içinde çırpınırken Bilge Kaplumbağanın hikmet dolu sözleri aklına geldi. Denizin karanlıklarında rabbine doğru şöyle yakardı: “Ey göklerin ve yerin sahibi, senden başka ilah yoktur, ocağına düştüm, kurbanın olayım onu benden ayırma. Sen ki dua ettiği vakit kuluna icabet edensin, işitensin görensin, kendisine el açanı yarı yolda bırakmazsın. Kurbanın olayım sevdiğimi bana bağışla,”

Sonra bütün gücüyle aramaya koyuldu, neden sonra dişi carettayı denizin dibinde yosunların üzerine ters dönmüş halde gördü. Hemen yanına doğru hızlıca yüzdü, sevdiğini kabuğuyla iterek doğrulttu, hayattaydı, yaşıyordu. Yüreğinin ateşi duruldu, bundan daha mutlu olamazdı, rabbine şükretti. Dişi caretta: “Ne iyi ettin de geldin, sensiz buralarda çaresiz çırpınıp ölüp gidecektim,”dedi. Erkek caretta sevgiyle gülümsedi.”Haydi dedi sırtıma çık seni sırtımda güçlü kollarımla yüzerek taşıyabilirim, korkma, ölürüm de seni bırakmam, seni her şeyden korurum, dedi. Dişi caretta neşeyle yanakları kızarmış halde sevdiğinin sırtına bindi. Erkek caretta onu sırtında sıkıca kavradı. “Sıkı tutun kollarınla boynumu iyice sar,” dedi. Birlikte engin denizin derinliklerinde yüzdüler, derken maviliklerin arasında başka diyarlara kulaç atarak gözden kayboldular...

Her son bir başlangıçtır.

SON

( İki Yolcu başlıklı yazı !!! tarafından 21.01.2019 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.